Esselâmü Aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim, iyiyim. Herhangi bir haber var mı?

(Av. Yılmaz, her zamanki durumun geçerli olduğunu söylüyor.)

Herhangi bir sorunuz peki?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını; fakat Carlos dilerse, hâlen “İslâm Devleti”nin elinde bulunan Musul şehrine karşı 17 Ekim 2016 tarihinde başlatılan ve çoğunluğu Irak ordusuna bağlı Şiî askerlerden, Iraklı Şiî milislerden, Kürt Peşmergelerden, az bir kısmı da Iraklı Sünnî aşiretlerden güçler olmak üzere, çok sayıda ülkenin askerî destek verdiği ve onbinlerce asker veya milis gücünün katıldığı harekâtla ilgili olarak konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.
Bunun üzerine Carlos, Musul hakkında konuşacağını söylüyor, ama önce Venezüella’daki eyalet seçimlerinin 2017’ye ertelendiği haberini veriyor; Bolivarcı rejimi devirmek isteyen muhaliflerin baskısını iyice artırması tehlikesine karşı ve bu süreçte gerekli tedbirlerin acilen alınması imkânı bakımından bunun iyi bir haber olduğunu ekliyor; aslen Yahudi’yken sonradan güya Hristiyanlığa geçmiş bir göçmen ailesinden gelen, yetmiyormuş gibi bir de homoseksüel olan muhalefet lideri Henrique Capriles Radonski gibi Amerikan ajanlarının, asla muhalefet gibi prestijli –aynı zamanda her ülkede mutlaka olması gereken- bir mevkide tüm muhaliflerin temsilcisi olarak konuşmaması gerektiğini, çünkü Venezüella’daki muhalefet liderliği geleneğinde bile daima bir seviye ve saygınlık bulunageldiğini vurguluyor; bu vesileyle, daha önce de yeri geldikçe yaptığı Venezüella devrim kritiğini tekrar özetliyor; peşinden de Musul Harekâtı hakkında konuşmaya başlıyor.)

Şahsen, Musul’da bulunmadım hiçbir zaman. Musul’un güneyinde, Babil’e kadar uzanan yerlerle, son döneme kadar “İslâm Devleti”nin elinde olan batıdaki bölgelere gittim, hepsi o kadar.

Evet, Musul Muharebesi başlıyor. Dünya basını, “şimdi harekete geçtiler, işte geliyorlar, şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar!” diye yaygara koparıyor ama olup bitmekte olan aslında şudur:
Öncelikle, Musul, bir ideali olan, prensibleri olan, bir prensib için, “İslâm Devleti” için kendilerinin ve ailelerinin hayatını fedâ etmeye hazır insanlar tarafından savunulmaktadır.

Musul, herhangi bir muharebe ve çatışma yaşanmaksızın ele geçirilmiştir “İslâm Devleti” tarafından. Irak ordusunun Amerikalılar tarafından eğitilen ve silahlandırılan seçkin askerleri, tam 30 bin Irak askeri, modern savaş bakımından pek öyle tecrübeli olmayan birkaç yüz gerillanın güpegündüz saldırması karşısında, her şeylerini geride bırakarak Musul’dan kaçıp gitmiştir. Bu 30 bin asker, isteseydiler Musul’un işgalini durdurabilirlerdi aslında, ama yapmamışlardır.

Iraklılar öyle korkak insanlar da değildir. General seviyesi bakımından konuşmuyorum; Irak ordusu, Irak askerleri öyle şaka değildir, hepsi cesur insanlardır onların. Sadece Sünnî Arablar değil, Şiîler, Kürtler, Türkmenler, tümü öyledir. Ki, bazılarıyla da bizzat tanışmışımdır. Irak, bir savaşçılar ülkesidir ezcümle.

Peki, Musul niçin bu kadar kolay düşmüştür o hâlde?

Çünkü Amerikalıların da aralarında olduğu paralı askerler canlarını kurtarmak istemiştir de ondan! Birkaçı da mücahidler tarafından talih eseri yakalanıp infaz edilmişlerdir zaten. Neyse…
Evet, Musul, yaklaşık iki senedir “İslâm Devleti”nin elinde. Hakiki Müslümanlar ele geçirmişlerdir Musul’u. Ve şimdi dünyanın tüm güçleri, güç derken dünyayı idare eden güçler, bu Müslümanlara karşı harekete geçmişlerdir. Düşmanın bir saldırı başlatıp bu insanları yerlerinden söküp atması bir zaman meselesidir yalnızca. Burası bir şehirdir çünkü, coğrafî olarak “sabit” bir yerdir.

Emin olduğum husus ise, Müslümanların bu saldırıya karşı bir savunma organize etmiş olduklarıdır. Ellerindeki en modern imkânları kullanarak bu işgale karşı direnmeye hazırdırlar.
Şimdi Musul’a saldıranlar için “işgalci” dedim. Zira bunların Musul’a saldırmaya hiçbir hakları yoktur. “İslâm Devleti” takibçilerinden daha fazla bir hakları yoktur Musul’u işgal etmek için. Kaldı ki, bildiğim kadarıyla, öyle bir katliam falan da yaşanmamıştır Musul’da.

Unutmayınız ki Musul, binlerce yıl önceki yabancı işgaller sonucu tahrib edilmiş büyük Asur şehri Ninova’nın tam karşısındadır. Buradaki Asurlular, önce Hristiyan, sonra da Sünnî Müslüman olmuşlardır. Ancak Hristiyan azınlıklar olarak, Nasturî veya Keldanî olarak hâlâ hayatiyetini sürdürenleri de vardır. Şu ân çoğunlukla Arablar, Kürtler ve Türkmenler bulunmaktadır artık Musul’da.

Bildiğimiz kadarıyla, Musul’a giren “İslâm Devleti” savaşçıları, orada öyle her şeyi tahrib etmemişlerdir. Yalnızca, Suudî Arabistan’dan gelen bazı heyecanlı neo-vahhabîler –ki gerçek vahhabî değil de neo-vahhabî diyelim bunlara- birtakım tarihî sanat eserlerini tahrib etmişlerdir ki, bu da iğrenç bulduğum bir iştir. Çünkü bu şekilde davranmakla, hem İslâmî prensiblere, hem Irak halklarının mirasına ve hem de insanlık mirasına ihanet etmişlerdir.

Tekrar Musul meselesine dönersek; şu ân orada bulunan insanlar, hiç de amatör birer çocuk değildir. Unutmayalım ki Irak ordusu, evet ordu olarak, Filistin’in kurtuluşu için daha 1948’de savaş tecrübesi kazanmış bir ordudur. O günden bugüne de hep böyle bir savaş tecrübesi olmuştur. Böyle bir savaş gelenekleri vardır ve gerçek birer savaşçıdırlar. Hâkezâ, İran-Irak Savaşı, malûm.

Ve yine bu ordu, 2003’de başlayan ABD emperyalist işgalini, sevgili gönüldaşım İzzet İbrahim el-Durî liderliğinde, mağlubiyete uğratmışlardır. Ki, Amerikan işgalcileri korku içerisinde kaçmışlar, kendi yerlerine de –çoğu Şiî- ajanlarını bırakmışlardır. Sonuç da malûm: Musul’a yönelik hakiki ve meşru “İslâm Devleti” saldırısı karşısında, hepsi –hem de hiç savaşmadan- kaçmıştır.

Gelmek istediğim nokta şu:

Mücahid ve mücahide kardeşlerimiz, dünyanın tüm büyük güçlerinin kendilerine karşı harekete geçtiği bu savaşta yenileceklerdir belki nihâyetinde. İnsanlık tarihinin hiçbir dönemindeki hiçbir savaşta, hattâ ne I. ne de II. Dünya Savaşı’nda, bu şekilde tek bir “düşmana” karşı tüm dünya birleşmemiştir. Hepsinin ortak düşman bellediği bu hedef, Müslümanlardır, özellikle “İslâm Devleti” tarafından temsil edilen Müslümanlardır.

O hâlde, şu ândan itibaren artık şunu diyebilirsiniz:

- “Tamam, Musul düşman tarafından işgal edilecektir, ama ne pahasına?”

Ne kadar sürecektir en başta? Bir yıl mı, daha fazla mı?..

Orada yaşayan insanlar, Iraklı subaylar, direnişin asker kökenli general kadrosu –inşallah hâlâ nüfuz sahibidirler orada ve Suudî Arabistan’dan gelen neo-vahhabîler tarafından bir kenara koyulmamışlardır!-, yaklaşan bu saldırı karşısında hazırlanmışlardır muhakkak.

Irak’taki diğer şehirler de çok güçlü biçimde savunulmuştu zaten. Mücahidler, Irak ajan hükümetinin kuvvetleriyle aylarca süren savaşlardan ve NATO bombardımanlarından sonra kaçmayı başarmışlardı zaten Musul’a ve diğer şehirlere.

Şimdi düşmanın Musul’u ele geçirmesi ne kadar sürer, ben de bilmiyorum. Ancak bildiğim şey şudur ki, sokak sokak sürecek bir savaş gerçekleşecektir orada. Her köşe başında işgalcileri bekleyen bir tuzak olacaktır. Çünkü ne yaparsanız yapın, ne kadar bombardıman yaparsanız yapın, nihâyetinde karaya ineceksiniz!

Diğer yandan, -yabancı işgalciler, ajan askerler ve yozlaşmış milisler hariç olmak üzere- dünyanın hiçbir döneminde, her iki tarafında da gönüllülerin bir dava için, prensibleri için, ahlâkî düsturları için, Allah rızası için, İslâm için, halklarının hakları için savaştığı böyle bir savaş gerçekleşmemiştir.

Neymiş, “bir köy daha” ele geçirmişler. Mesele köyler değil ki burada, Musul’daki şehir savaşına hazırlanıyor asıl herkes.

Bu vesileyle ifâde etmem gerekirse, “İslâm Devleti” liderlerinin çoğu Musul’dan ayrılmış olmalıdır. Mücadele başka yerlerde de sürüyor çünkü daha. Musul’da muhtemelen, kendisini fedâ etmek üzere vazifesinin başında bekleyen belli liderlerle birkaç bin savaşçı kalmıştır en fazla. Ki, dünya basını da, bunların çoğunlukla yerli Arab olmayan ve Kafkaslar, Avrupa ve Kuzey Afrika gibi başka yerlerden gelen mücahidler olduğunu yazıyor.

Bilmiyorum, bu çerçevede neyin ne olduğunu sonunda öğreneceğiz hep birlikte. Fakat bildiğim şey, bu savaşın çok ama çok uzun süreceğidir. Bu dönem boyunca kendilerine yetecek kadar su, yiyecek ve –üstelik mağlub ABD ordusundan kendilerine hediye kalan çok fazla miktarda- silâh stokları da var zaten.

Aynı şekilde, Musul’u ele geçirmek için, her mücahidi, her mücahideyi, hattâ onların her bir çocuğunu öldürmeye hazır olmalıdırlar. Bu ise hiç de o kadar kolay bir “görev” değildir. Devlet olarak politikalarını benimsemesem bile hakları noktasında takdir ettiğim ve kendi davaları için orada bulunan Kürt peşmergelerin görevi de zaten şehir dışındaki bölgeleri ele geçirmektir ve Musul şehir merkezine girmeyeceklerdir. Ki, Irak ordusundan çok daha cesur ve iyi savaşçıdır peşmergeler. Sonuçta birileri elbette girecektir Musul’a ve bunlar da Irak Cumhuriyeti’nin “paralı ordusu” olacaktır kuşkusuz.

Yine, Musul’un tamamen tahrib edildiğini göreceğiz en sonunda. Çünkü sürekli bombalamaktan başka yapacak pek fazla şeyleri olmayacaktır. Bu süreçte -çoğu masum- çok ama çok fazla sayıda insan hayatını kaybedecek; içerideki mücahid ve mücahidelerin çoğu şehid olacak; fakat onları katletmek de çözüm olmayacak, katledilecek her bir şehide karşı, bence çok çok daha fazla ölüm, İslâm davasına, Arab davasına, Kürt davasına ihanet eden o işgalci hainler arasında gerçekleşecektir.

Mesele şudur:

Bu mücahidler, kendilerini fedâ etmek için Musul’dadırlar. Her Müslümanın kendine göre farklı ideolojik yönleri olabilir, mümkündür. Fakat bir insanın davası uğruna kendini, eşini ve çocuklarını fedâ etmesinden daha saygıdeğer bir şey yoktur. İşte İslâm davası uğruna kendilerini fedâ eden bu insanlar, yozlaşmış modern dünyaya karşı, cinsî sapıklıklara karşı, uyuşturucu bağımlılığına karşı başkaldırdıkları için, kendileriyle aynı ideolojik görüşü paylaşın veya paylaşmayın hiç farketmez, her mânâda saygıdeğerdirler.

İnşallah, bir milyon civarındaki Musul sakininin çoğu, ayırım gözetmeyen NATO bombardımanları yüzünden katliama uğramaz ve orada sağ salim yaşamaya bundan sonra da devam ederler.

Kendinize iyi bakın ve Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâm söyleyin benden. İnşallah gerekli tedbirleri alır, çünkü birçok iyi iş yapan Gönüldaş Erdoğan bazı taktik yanlışlar da yapıyor ve umarım düzeltir bunları da Türkiye bağımsız, fakat toprağında ve hava sahasında hiçbir yabancı güç barındırmayan “tam bağımsız”, Müslümanlarla Müslüman olmayanların İslâm’ın himayesi altında birlikte yaşayabileceği bir ülke olur yeniden.

Allahü Ekber.
 
22 Ekim 2016



Baran Dergisi 511. Sayı