“Bizim cemiyetimizin ve cemiyetçiliğimizin kadrosunda, başı boş tek kum tanesi, tek buğday tohumu, tek keçi yavrusu ve tek insanoğlu aramayınız.”

Üstad Necip Fazıl Kısakürek

 

“Cemiyet”; Arapça kökenli bir kelime olup, sözlük manasına baktığımızda; “belirli bir gaye için bir araya gelmiş topluluk” tanımıyla karşılaşırız. Yani cemiyetin tek kelimeyle karşılığı; topluluk veya toplum...

Bireyler, insan olmanın tezahürü gereği tek başına yaşayamazlar. O yüzden toplumlar var olmuş ve fertler birbirleriyle etkileşim içinde bulunmuşlar tarih boyunca... İnancımızda da toplum ve toplumsal hayat büyük önem arz ediyor. Birçok ayet ve hadiste toplumsal yaşama dair emirler ve yasaklar mevcut. Büyük Doğu-İbda Fikriyatı’nın teklif ettiği yeni dünya düzeninde de gayet tabii olarak toplumun ve toplumsal hayatın çok önemli bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. Fakat kesinlikle belirtmeliyiz ki, Büyük Doğu Cemiyetçiliği, içinde bulunduğumuz toplum zannedilen rastgele kalabalıkların oluşturduğu güruhdan çok başka birşey... Büyük Doğu, İslâmcı bir dünya görüşü olduğu için ‘Sünneet ve Cemaat Ehlî’ yolunu benimser. Bu ölçünün de derin bir hususiyeti olan, İbda Diyalektiğinden öğrendiğimiz anlayış; “topluluk hakikâti”… Büyük Doğu Cemiyetçiliği’nde her fert sadece kendisi için değil, toplumu için de yaşar. Her fert birbirine karşı ‘dayanışma ruhunu’ mutlak manada benimser. İbda Mimarı Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu 1986 yılında Ankara’da gerçekleştirilen ‘Cemaat ve Aksiyon’ isimli konferansında topluluk hakikatinin öneminden bahseder. Topluluk ruhu yani cemaat ruhu sağlandığı zaman, o cemaatte bulunan fertler tek kelime konuşmasa bile aralarında ruhî alış-verişle birbirlerini tamamlayan bir vaziyette olduklarını, söyler. Ve şöyle devam eder; “Bizde cemaat çok palavradan kullanılan bir mefhum... Cemaat, büyük dava... Dediğim gibi, cemaatin esprisi şudur: Burada bin kişi varsa adeta her fert, bin kişilik bir güçtür... Cemaat olmadığı zaman da, bin kişilik toplulukta bin tane tek adam vardır.”

Bu prensip, daha önce işlediğimiz Büyük Doğu Prensibi olan “Şahsiyetçilik” prensibiyle tezatmış gibi zannedilmemeli. Büyük Doğu Cemiyetçiliği; ferdi esir edici ve önemsiz gören bir anlayış değil, aksine ferdi bütün boyutlarıyla, uzantılarıyla ele aldığı için O’nu cemiyette tamamlar, bütünler. ‘İslâm’a muhatap anlayışın, zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizamı…’ olduğu mihrakıyla düşünecek olursak; Büyük Doğu Şahsiyetçiliği ve Cemiyetçiliği bir bütünlük ifade eder vaziyette. Ferdin mutlak manada yetişebildiği ve şahsiyet sahibi olabileceği yollardan birisi de, yine ancak şahsiyetli fertlerin oluşturduğu toplum düzeni... O yüzden toplum, fert için önemli bir yapı. Fakat ne yazık ki bizim toplumumuzda bu hususiyet pek mümkün olmuyor. Ferdin şahsiyet sahibi olarak yetişmesini bırakın, tam olarak ferdi iptal edici bir vaziyette toplum. Yaradılışı gereği varoluşunu tamamlamaya memur olan birey de böyle bir toplum içinde gayet tabii mutlu olamıyor. Herkesin birbirine saygısız ve düşman olduğu, birinin canı yanınca diğerinin güldüğü, bencillik duyumunun bu kadar net hissedilebildiği bir güruhda mutlu olmanın imkanı var mı? Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “Muhasebe” başlıklı şiirinde geçen şu mısralarında olduğu gibi;

Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle;

Ve cemiyet, cemiyet, yok eden güruhiyle...

Yine Üstad Necip Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü” isimli kitabındaki şu cümlesi, Büyük Doğu Cemiyetçiliği’ni özetler vaziyette;

“Fert, ulvî ve insanî cephesiyle bizim cemiyetimizin hâkimi ve feda edicisi, süflî ve hayvanî cephesiyle de mahkûmu ve feda olunanıdır.”

VIII. NİZAMCILIK

“... Öyle ki yeryüzünde, ne fikirsiz ve hareketsiz nizam, ne de nizamsız tek fikir ve hareket kabul edebileceğiz.”

Üstad Necip Fazıl Kısakürek

Büyük Doğu-İbda’nın her şeyden önce İslâmî bir ideoloji ya da İslâm merkezli bir dünya görüşü olduğunu görebiliriz. Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl Kısakürek, “nizamcılık” prensibine bakarken şöyle düşünmemizi ister. “Görmek hadisesinin meydana gelmesi için nasıl görülecek madde, görecek göz ve ışıktan ibaret, üç ayrı ve mutlak unsura ihtiyaç varsa, biz de bütün hayatı, fikir, insan ve nizamdan ibaret sayıyoruz: Demek ki, nizam ve nizamcılık, bizce kitap okunan bir odada, kitap okuyucu unsurlarının yanında, ışıktır.” Buradan, nizamın bir iş ya da hareket faaliyetinde, bunun icra edilebilmesi için gerekli olan vasıta olduğu tanımını çıkarabiliriz. Bir başka deyişle, uygulamak istenilen faaliyetin ayrılık kabul etmez koşulu... Tabii ki bunun ilk önce şuur olarak zihinlere yerleşmesi gerekiyor. En basit bir işten, en derin ve girift bir meseleye kadar olmazsa olmaz olarak kabul edilmesi… Yani birbirine tezat ya da rastgelelik içinde değil, bir sistem bütünlüğü içinde düşünülebilmesi…

Üstad Necip Fazıl’ın ‘Son Devrin Din Mazlumları’ isimli kitabında anlattığı âlimlerden olan İskilipli Atıf Hoca’nın haksız yere idamının konu edildiği bir film var. ‘Kelebekler Sonsuza Uçar…’  Bu filmdeki bir sahnede İskilipli Atıf Hoca’nın İstiklal Mahkemesi’nde o zamanın hâkimi Necip Ali karşısında verdiği bir sözlü savunması yer alıyor. O konuşmadaki birkaç cümleyi konuyla alakalı gördüğümüz için aynen paylaşalım istedik. Mahkemede Necip Ali, Atıf Hoca’ya bir soru soruyor:

Ve İskilipli Atıf Hoca, şöyle cevap veriyor:

-“… Din sadece Allah ile kul arasındaki bir düşünceden ibaret değildir. Hayatın her safhasını rıza-i bariyeye göre tanzim etmiştir. Kur’an ve sünnette, icma ve kıyasta bu âlenen çerçevelenmiştir. Bir insan dinin hükümlerini ya toptan reddetmek ya da kabul etmek mevkiindedir. İslâm dairesine ancak bu takdirde girebilir. Kısmen kabulü diye bir şey mümkün değildir.”

Yine bu mevzuda İbda Mimarı Salih MİRZABEYOĞLU’nun ‘Adalet Mutlak’a’ isimli konferansında söylediği bir söz var. Şöyle demişti Mütefekkir:

-“…Bir fikir fikirdir. Bütün olarak kabul edersin ya da etmezsin…”

İşte bu verilerden aldığımız payla söylersek; Mutlak manada İslâm dairesine girmeyi isteyen bir Müslüman’ın inancının gerektirdiği her şeyi de benimsemesi gerekmez mi? “İslâm’a muhatap anlayış” davasına talip olmak istiyorsak, eşya ve hadiselere İslâm’ın nuruyla bakmak istiyorsak -ki bir Müslüman olarak istemeliyiz- kişi ana ruh vâhidine “İslâm’a yol açma geçitini” yerleştirebilmeli. İşte Büyük Doğu-İbda bunu bize gösteren bir dava... Karşılaştığımız ve karşılaşma ihtimalimiz olan her şeyi ‘İslâm’a göre’ nispetiyle değerlendirebilmemiz için gerekli olan bir fikriyat...

Aylık Dergisi 142. Sayı Temmuz 2016