Araplar, “bir şeyi bilmek, iyi ve tam anlamak, derinlemesine kavramak” anlamına gelen kelimeye fıkıh, fıkıh işiyle meşgul olan insana da “fakih” demişler malum. Bir de kavramsal tanımı vardır malum fıkhın: “İnsanın, zihni çabası ile dinin ana kaynaklarından kendi sorumluluk ve hakları ile ilgili olarak elde ettiği bilgilerin tamamına denir.”

Fıkıh, bu tanımıyla son derece bireysel bir şey olarak görünse de aslında “hak ve sorumluluklarını bilen ve buna uygun şekilde davranan insanların oluşturduğu bir toplum” meydana getirebilmenin de yegane yolu olarak görmemiz, kodlamamız gerekir fıkhı.

O yüzden rahatlıkla denilebilir ki “arkeolojisi üzerinde çalışma”nın pek işe yaramadığı, bugün ve burada yaşayan insan teklerinin yeniden ve yeniden “temel kaideler üzerinden” üretmeleri gereken bir ilimdir fıkıh.

Tam da bu sebeple “fıkıhsızlık”, Müslümanlar açısından dipsiz, derin bir kuyuya dönüşür.

Dikkat isterim: Fıkhın yöntemi ile “fıkhetmek” ve bugünün sorununu bugün ve burada çözmek dururken sürekli düne, “olmuş bitmiş”e dönmek ne denli saçma sonuçlar doğurursa, geride kalmış o muazzam müktesebatı “ezber” değil “veri” kabul ederek ilerlememek de o denli saçma sonuçlar doğurur.

O halde soru şu: Bugün dünyada 2 milyar Müslüman’ın, “bugün ve burada olan bitenle ilgili” olarak üzerinde ittifak ettiği, bu ittifaktan hareketle toplumsallık kurduğu ve toplumsallığı geliştirdiği tek bir “fıkıh alanı” var mıdır? Hadi dünyayı boş verelim bir anlığına. Türkiye’de var mıdır? Yoktur.

Bu yokluk, yani en genel anlamda hak ve sorumluluklarımız konusunda anlaşma ve birlikte hareket etme zemini bulamıyor oluşumuz bizim toplumsallaşmamızın önüne devasa bir set çekmektedir.

Bu meseleyi keşke uzun uzun konuşabileceğimiz bir vasatımız olsa ama o da yok işte.

Misalen gördünüz mü “İsrail’e mal satmak caizdir, silah satılacak olsa onu da oturur, konuşuruz diyen İsmail Hünerlice’yi. Hünerlice, Türkiye gündemine sert giren konuşmasında şunları söylüyor: “Bazılarımız diyor ki, ‘Vay efendim ülkemiz oraya niye malzeme gönderiyor?’ Ya hu tamam da burada savaş durumunda bile, İslam hukukumuz diyor ki, ‘Vatandaşın suçu yok.’ Savaş yapıyorsan 50 bin kişiyle orada 5 milyon insan var… 5 milyon insan açlıktan mı ölsün? İslam böyle bir şey yapmaz, insanları açlıktan öldürmez. Onun için ülkemizin İsrail’e ürün göndermesine karşı değilim. Yahudi’ye silah gönderse, orada tamam… Oturulur, tartışılır."

“Fıkıhsızlık” dediğim tam budur işte ve tam burada başlar.

İslam fıkhında gayet geniş bir çalışma alanını kapsayan “savaş(cihad) fıkhı” başlığı vardır. Burada bir alt dal çalışma alanı olarak “bir gavur topluluk bir Müslüman topluluk ile savaşırken bir başka Müslüman topluluğun yapması gerekenler” başlığı da vardır. Yine hem Müslümanların barış zamanında Müslüman olmayanlarla yapabileceği ve yapamayacağı ticaretler bellidir, hem de savaş zamanında gavurla ticaretin hükmü bellidir.

Bu yukarıdan aşağı kadar net belirlilikte tartışılmayacak, tartışılması teklif dahi edilemeyecek kadar açık bir şey vardır ki o da an itibariyle İsrail’e herhangi bir ticari mal satışı yapılamayacağı, bu satışı yapan Müslüman’ın o ticaretten kazanacağı paranın kendisine haram olacağıdır. Toplu iğne satsan da haramdır, atom bombası satsan da haramdır, domates satsan da haramdır, battaniye satsan da haramdır.

Aptal yeni dünyanın "güzellik" faşizmi Aptal yeni dünyanın "güzellik" faşizmi

Ama işte Hünerlice gibiler, sürekli “değişmez hakikatlar” üzerinden değil “pozisyonları üzerinden” konuşmayı marifet bildikleri, daha doğrusu varlıklarını o pozisyonlarına borçlu olduklarını düşündükleri için “hakikati bükmeyi” ve insanları fıkıhsız bırakmayı bir halt saymaktadırlar.

Yine yanlış anlaşılmasın. İsrail ile ticareti legalleştirmeye çalışanın yediği herze ile İsrail ile ticaret üzerinden Türkiye’de İsrail mallarına yönelik olarak yapılan boykotu kırmaya çalışan herifin yediği herze aynıdır. Ürettikleri aynı fıkıhsızlıktır. Çünkü hemen herkes pozisyonu üzerinden yaşayıp konuştuğu için kendi fıkhını da üretivermektedir canına yandığımının ülkesinde.

Bir kere daha yazmıştım onun hakkında. Muhtemelen meselesinde aşırı samimi biri İsmail Hünerlice. Ama görünen o ki o denli yetersiz biri ki, ancak pozisyonuna sımsıkı yapışarak kendisine bir alan açabileceğini düşünüyor. Kudüs’te konuştuğu iki Müslüman esnafı “Filistin evreni” zannediyor mesela.

Türkiye’de “bizim büyük çaresizliğimiz” dememiz gereken yerlerden biri de tam burası. Seküler artist tayfayla sosyal medyadaki hoca tayfayı “aynı yetersizlik ve aynı pozisyona yapışma telaşı ile eşitlenmiş” gördükçe “lan nasıl bir çağa geldik dayandık” demekten başkası gelmiyor elimden.

Sonun sonu: İsrail’e toplu iğne satanın eli kurusun, İsrail’e yağmurlu günde bir bardak su veren olursa susuzluktan can çekişerek can versin.

İsmail Kılıçarslan - Yenişafak