Tarihi şahsiyetlerin, ilim ve kültür adamlarının unutturulmuş olmasından büyük bir üzüntü duyan Ebüzziya Tevfik Bey, Yahya Kemal Beyatlı ve İbnülemin Mahmut Kemal İnal gibi âlimler ve şairler bu teessürlerini her vesileyle dile getiriyorlar. Bu isimlerin dışında daha birçok kalem ve kelam erbabının da vefasızlığımızdan ve ihmalkârlığımızdan acı acı şikâyet ettiklerini biliyoruz. Bu ifademizin “kavl-i mücerred” halinde kalmaması için – yukarıdaki üç ismi esas alarak – birkaç örnek verelim.

Üniversitelerde çadırlar açan ve yürüyüşler yapan öğrenciler vicdanın sesidir Üniversitelerde çadırlar açan ve yürüyüşler yapan öğrenciler vicdanın sesidir

Ebüzziya Tevfik Bey, “Rical-i Mensiyye”, yani “unutulmuş adamlar” başlığıyla yayımladığı bir makalede bu konuyu şöyle özetliyor: Bize unutturulan önemli şahsiyetlerden öyle insanlar var ki, Avrupalılar kendi aralarında yetişen böyle büyük zatlara çok önem veriyorlar. Onların nisyan perdesi altında kalmaması için heykellerini dikiyorlar; caddelere, sokaklara, meydanlara isimlerini veriyorlar, adlarının yaşaması, eserlerinin okunması için her türlü gayreti gösteriyorlar. Bizde ise, bir yüz yıl sonra, belki de onları hiç kimse hatırlamayacak.

Yahya Kemal de zarif şairimiz Rıfkı Melul Meriç’e ithaf ettiği şiirinde bu sanatkârın, Buhûrizâde Mustafa Itri Efendi’nin belki binden fazla bestesinin kaybolduğunu söylüyor, hayatının da yüz yılların karanlıkları arasında silinip gittiğini belirtiyor. Sadece Itri mi, daha nice büyük âlimi ve sanatkârı, vefasızlığımızın acı bir göstergesi olarak hatırlayamaz olduk.

İbnülemin Mahmud Kemal Bey’e gelince, o da bu konudaki ızdırabını şu cümlelerle dile getiriyor: Defalarca söylediğim ve yazdığım gibi, biz geçmiş zaman büyüklerini ihmal etme konusunda çok ileri gittik. Büyüklerini öğrenmekte ihmal gösteren bir cemiyet, tarihini unutuyor demektir. Tarihi yapan vak’alardır. Vak’aları ortaya çıkaran da şahıslardır. Şahıslar olmasa ne vak’a olur, ne de tarih.

Milli Eğitim camiasından birkaç zata sırası geldikçe söyledim. Okullarda tarih önemli bir ders olarak nasıl okutuluyorsa, milletin yüzyıllardan beri yetiştirdiği her sınıftan meziyet ve marifet sahiplerinin biyografilerini de ders programına dahil edip okutmalı, evlatlarımıza kıymetli babalarımızı -layık oldukları derecede- öğretmelidir.

Bir takım garazkârlar, Türklerde kıymetli öyle pek çok adam yetişmedi iddiasında bulunuyorlar ve böylece hakikati inkâr ediyorlar. İnsafla söylemek gerekirse kabahatin çoğu bizdedir. Çünkü Türkler arasında -garazkârların kendi milletlerinde bile emsaline az rastlanılan- nice kıymetli şahsiyetler yetiştiğini ispat etmek ve kinlerini yüzlerine çarpmak için yetişenlerimizi aramadık, ortaya çıkarmadık.

Milletimizin çeşitli mesleklerde yetiştirdiği diğer hünerli ve değerli zatların da isimleri ve cisimleri yok olmuştur. Bunların namlarını ihya etmek, ihyay-ı emvat etmek, yani ölüleri diriltmek gibi bir şeydir. Herkes -az çok- bildiğini yazsa, yine faydalı bir iş yapmış olur. Fakat bilen kalmadı ki bir şey yazsın.

Bu satırların sahibi merhum üstad, böyle bir ihtiyacı ciddi ciddi duyduğu için şaheser biyografi eserleri hazırladı. Son Sadrıâzamlar, Son Asır Türk Şairleri, Son Hattatlar ve Son Bestekârlar (Hoş Sada) isimli tercüme-i hal kitaplarıyla üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirdi. Garip olanı şu ki, İbnülemin gibi mütedeyyin ve nev’i şahsına münhasır bir âlimin bu muazzam külliyatını tek parti devrinin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, Milli Eğitim Yayınları arasında önce fasikül fasikül, sonra hacimli kitaplar halinde yayımladı. Hasan Âli Yücel, aynı zamanda Seyyid Mehmet Emin Paşa’nın oğlu İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in Beyazıt Mercan’daki konağında yapılan tarih ve edebiyat sohbetleriyle musıki fasıllarının da müdavimiydi. Yıllardır piyasada bulunmayan bu biyografi şaheseleri şimdilerde Ketebe Yayınları tarafından yeniden ve peş peşe neşrediliyor.

İbnülemin Bey’e ve eserlerine gerekli alakayı gösteren diğer bir Milli Eğitim Bakanı da merhum Tahsin Banguoğlu idi. Ben de onunla yıllar önce Beylerbeyi’ndeki yalısında uzunca bir röportaj yaptım ve bu büyük tarihçimizle ilgili kitabımın ikinci cildine kaydettim. İnşallah onu da başka bir yazım da uzun uzun anlatırım.

Sadede gelip biyografinin öneminden ve ders olarak okutulmasının lüzumundan biraz daha söz edelim. Memnuniyetle belirtmek isterim ki, bugün birçok okulumuz tarihi şahsiyetlerin ismini taşıyor. Esefle ifade edeyim ki, öğrencileri bir tarafa bırakalım, öğretmenlerin birçoğu bile bu isimlere aşina değiller. Prof. Fatin Gökmen’in adını taşıyan bir okulumuzda yaptığım konuşma esnasında bu zatın kim olduğunu sorduğumda, galiba okulumuzu yapan müteahhit, cevabını almıştım. Hâlbuki o hem astronomi bilginiydi, hem Kandilli Rasathanesi’nin kurucusuydu, hem de Mehmet Âkif Bey’in aziz dostlarından biriydi. Böyle garipliklere, can sıkıcı daha birçok örnek vermek mümkünse de bundan vazgeçip biz yine ısrarımızı sürdürelim ve tarih yapan milletimizin yetiştirdiği tarihi şahsiyetleri gençlerimize tanıtmanın önemini ve lüzumunu bir kere daha vurgulayalım.

Ben de bir öğretmen emeklisi olduğum için okullarımızda hükümfermâ olan bu ilgisizliğin ve bilgisizliğin boyutlarını az çok biliyorum. Ve bir an önce böyle bir boşluğun doldurulmasını yeni Milli Eğitim Bakanı’mızdan -başarı dileklerimle- temenni ediyorum. Unutmayalım ki, tarih geçmiş zaman masalları değildir, Ömer Hayyam’ın ifadesiyle kâinatın vicdanıdır. Yahya Kemal’in Ziya Gökalp’e cevap mahiyetinde söylediği “Ne harâbiyim, ne harâbâtiyim / Kökü mâzide olan âtiyim” beyti bu gerçeği ne güzel dile getiriyor.

Tabii ki, böyle bir hizmetin bilgili, ilgili ve donanımlı eğitimcilerimizin okullarda görevlendirmenin önemine inanan idarecilerimiz de var. Şimdiki Ankara Valimiz Vâsıp Şahin Bey, işte bu hamiyetli yöneticilerimizden biridir. İstanbul Valiliği’nde bulunduğu sırada bu değerli valimizin desteğiyle ben de bu tarihi şehrimizin çeşitli okullarında Türk büyüklerini anlatan konuşmalar yaptım ve öğrencilerimizin ilgiyle dinlediklerini görerek büyük bir mutluluk duydum. Bazı eğitim kurumlarımızın bir takım idarecileri böyle bir göreve angarya gözüyle baktılarsa da netice değişmedi.

Gönlüm, böyle bir kültür hizmetinin daha geniş kapsamlı, sistemli ve donanımlı bir şekilde ve devamlı olarak yapılmasını arzu ediyor. Bir fikir olarak söylüyorum. Önce “muallim” sıfatını taşıyan Muallim Nâci, Muallim Cevdet, Muallim Kilisli Rıfat Bilge, Muallim Mahir İz gibi şahsiyetlerin isimlerini taşıyan okullardan başlanmalı ve bu daire gittikçe genişletilmelidir. Ve böyle bir hizmet sadece İstanbul’la ilgili olarak kalmamalı, bütün illerimizi, hatta ilçelerimizi kapsam alanı içine almalıdır. Çünkü memleketimiz büyük adamlar ülkesidir ve geleceğin büyüklerini yetiştirmek için büyük düşünmek gerekiyor. Doğduğum köydeki ilkokul bugün Yavuz Sultan Selim’in şeyhülislamı büyük bilgin İbn-i Kemal’in adını taşıyor. Bu yazıyı onun şu beytiyle bitirelim:

Deme kış, yaz

Daima oku, yaz!

Dursun Gürlek, Yeni Şafak