28 Şubat'ın yıl dönümünde, o dönemde yaşanan haksızlıkları hatırlarken Salih Mirzabeyoğlu'ndan bahsetmemek ne vicdana ne de hakkaniyete uygun bir davranış olur. 56 eser yayımlamış, çevresinde mütefekkir olarak bilinen Mirzabeyoğlu, o dönemin en önemli mağdurlarından biri. Fikirlerine katılırsınız veya katılmazsınız ama bir zulmü değerlendirirken kullanacağınız ölçü bu olmamalı.
İdam cezası alan, daha sonra cezası ömür boyu hapse çevrilen Mirzabeyoğlu, 13 yıldır hapiste zindan hayatı yaşıyor. Dışarıdan bakarak bir insanı suçlu ya da suçsuz ilan etmek elbette mümkün değil, fakat 28 Şubat döneminde yaşanan hukuksuzlukları ve postmodern darbe için kamuoyu hazırlama sürecinde kimlerin acımasızca kurban edildiğini düşünürsek, sadece bu bile şüphe etmemiz için yeterli olur. Söz konusu davayı inceleyen herkes, bu davanın başlangıç ve yürütülüş aşamalarında ne gibi tuhaflıklar olduğunu görebilir: Çocuklarını okula bırakmak için evden çıkan bir adam apar topar gözaltına alınıyor ve medyaya hücre evi baskınında yakalanmış gibi yansıyor.
25 ocak'da görülen davaya saç ve sakalları zorla kesilerek, yara-bere içinde, ayakta bile duramayacak bir halde getiriliyor. Mahkeme Hâkimi Sedat Karagül ise, sanığı hastaneye sevk edip rapor istemesi gerekirken durum gayet normalmiş gibi davayı görmeye başlayabiliyor.
İlerleyen dönemlerde Sedat Karagül'ün yerine getirilen Metin Çetinbaş isimli hâkim, Mirzabeyoğlu'na idam cezası veriyor. "Her ne kadar eylem yaptığı veya yaptırdığı tesbit edilememiş olsa da, ortada bir örgüt var ve bu örgütün bir başı olması gerekir vs." , türünden açıklamalarla verilen hüküm ne kadar hukuki olabilir?
Aynı hâkim "Susurluk Davası'nda" idam cezası bekleyen sanıklara 3.5 sene hapis verip emekliliğe ayrıldıktan sonra, şimdilerde de Ergenekon sanıklarına avukatlık yaparak faaliyetine devam ediyor!
Mirzabeyoğlu yıllardır telegram (zihin kontrolü) yöntemiyle işkence gördüğünü söylüyor, fakat bu şikâyeti ciddiye bile alınıp herhangi bir araştırma dahi yapılmıyor. Liste böyle uzayıp gidiyor... Niyetim kimsenin suçsuz olduğunu ima etmek değil, sadece bu davadaki yanlışlıklara dikkat çekmek istedim. Konunun yeniden ele alınmasını, verilmiş olan hükmün bozularak yeniden yargılanmasını vicdani bir zorunluluk olarak görüyorum. Diliyorum ki; kendini yazar zanneden bazı köşe kaşarlarımız da, yaptıkları işin ne kadar önemli olduğunu fark ederler ve kalemlerini para kazanmak adına değil de; haksızlıklara, sesini duyuramayanlara ses olabilecek şekilde oynatırlar. Dertleri para kazanmaksa boşuna üzülmesinler, çünkü onlarda bu yalakalık olduktan sonra ne iş yapsalar zaten aç kalmazlar...


Taraf Gazetesi
19.03.2012