Uluslararası tekellerin önüne çıkacak tüm engelleri acımasızca ezdiği bir süreçte, AKP'nin 28 Şubat'ı devam ettirdiğini görememek aptallıktır.

Bugünlerde İslami kesim içinde sıklıkla tartışılan bir konu var. İBDA hareketinin fikri önderi Salih Mirzabeyoğlu’nun mahkeme süreci ve süregelen cezası sebebiyle özgürlük talebinin yükseltilmesi gerektiğini dile getiriyorlar. Bilhassa durumu devletin ceberut geleneğine bağlayarak olayı demokrasi ekseninden ele alma gayreti içindeler. İslami entelijansiya diyebileceğimiz bu ‘çok hassas’ kesimin olayı her zamanki demokrasi fenomenolojisine hapsederek, masalsı bir kurgulamayla 28 Şubat’ı bloklar arası çatışmanın dönemsel bir tezahürü şeklinde resmediyorlar. Çevik Bir’in İsrail tatilleri, Erbakan’ın Libya seferi yerine Kudüs Gecesi ve türban zulmü şeklinde bir retorik onların her zamanki tercihi. Çünkü bu eksende tartışmak ‘suya sabuna karışmayan’ şile bezi gömlekli arkadaşların, edebiyat dergisi çıkararak, Üsküdar’ın muhtelif kitabevlerinde çay içerek zaman öldüren Cahit Zarifoğlu hayranlarının temel tercihi. ‘Cihad-ı Ekber ve Kelam’ savunması zaten 12 Eylül sonrası dillerinden düşmedi. Bu kesim öyle cıvıktır ki, işler ciddileşmeye başlayınca olayı sürekli duygularla, albenili sözlerle ateşlemekten geri durmaz ama mevzu hırlaşmaya dönünce arazi olmak konusunda has Etiyopyalı’yı utandıracak deparları vardır.

28 Şubat’ta  ne olmuştu? sorusunu nereden okuyacağımız çok önemli Mirzabeyoğlu konusunda. Devletin hakim bürokratik kastı olan Kemalistler, köylülüğün ve işçi sınıfının kent iktisadına yeni katılmış kesimlerinin desteğiyle iktidara gelmiş hükümete karşı darbe yaptı. Necmettin Erbakan, ideolojik nosyonu olan küçük ve orta köylülüğün muhafazakar partisini kurarak romantik milliyetçi bir çıkış diyebileceğimiz ‘Milli Görüş’ fikriyatıyla ileri götürmeye çalışıyordu. ANAP döneminde İMF ve neoliberalizm politikaları tarafından mağdur edilmiş memur ve emekli kesiminin de Erbakan’ın antiemperyalist söylemlerinden etkilenerek oylarını yağdırdığı bir gerçekti o dönem.

Erbakan kendisini iktidara getiren kesimlerin talepleriyle Uluslararası Sermaye’nin talepleri arasındaki farkı sürekli bir dengede tutmaya çalışsa da durum sürekli bir kültür savaşımı şeklinde basına yansıtılıyordu. Bugün ‘endişeli modern’ diye tabir edilen ve AKP’ye oy veren kesimlere koyun derken kendisi o dönemler koyunun önde gideni olan kesimlerde üstyapıdan dayatılan bu çatışma retoriğini aynen benimsemişlerdi. İttihad-ı İslam’a güvenen Erbakan ve yandaşlarının Ortadoğu monarşilerinin petrol parasıyla İMF’ye karşı bir cephe örebilme hayallerine vurulan darbe işte tam bu noktada gerçekleşti. Sincan’da tanklar yürüdü, muhtıra verildi, postmodern darbe denilen şey gerçekleşti. Türkiye İsrail silah sanayisine göbekten bağlandı, Morton Abramowitz Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ü neoliberalizmin yeni kitle partisini yaratmak üzere Milli Görüş’ün kongresine gönderdi vs. vs. vs...

İşte tam bu süreçte İBDA hareketi operasyon üstüne operasyon yedi. ANAP ve sonrasında son derece tatsız bir devlet macerası olan SHP-DYP döneminden bir başka güçlü çıkış yapan kesim olan devrimcilere karşı 95-96 operasyonlarıyla startı veren devlet 19 Aralık katliamıyla ’magnum opus’unu tamamlarken imha dalında, aynı süreçte küçük burjuva idealistler diyebileceğimiz İBDA hareketini de ihmal etmiyordu. Hareketin temeli her ne kadar solculara karşı kontra bir halde gözükse de ’68 ve ’78 döneminden farklı olarak ayrıksı biçimde kendi özörgütlülüğünü oluşturmayı başarabilmişti. Polis tarafından eline silah verilip devrimcilerin üzerine salınan kontra örgütlenmelerden farklı olarak bağımsız bir siyasal hattı savunuyorlardı. Ne Rusya ne ABD diyorlardı, Necip Fazıl’ın fikir dünyası, Başyücelik Devleti ve diğer türevi fikirlerle zaten farklarını ortaya koymuşlardı.

Salih Mirzabeyoğlu 1998’de tutuklandı ve mahkemesi başladı. Mahkemeyi anlatmaya gerek yok, DGM’lerin klasik hukuksuzlukları diyebileceğimiz bir olaylar silsilesi. Sonrasında İBDA hareketine yapılan 19 Aralık katliamının muadili Noel Baba operasyonu. Hikmet Sami Türk’ün devlet adamı pozları, mahkumları diri diri yakma dalında jüri özel ödülü…

 

Bugün gelinen noktada hareketin yayın organlarından BARAN veya Furkan dergisi takip edilirse görülecek şey, hareketin hâlâ fikir namusu ve düşünsel paradigmasından sapmadığıdır. Hele BARAN dergisi RED dergisiyle beraber Fethullah’a karşı en sert manşetleri atan yayın organıydı geçen senelerde... ABD, Rusya, Fethullah Gülen, AKP ve diğerlerine yürüttükleri muhalefet hâlâ sürüyor. Bir yerlerden İslami sol çıkarmaya çalışan arkadaşların bu hareketin uzun geçmişinde de farklı bir şey söylemediğini bilmesi lazım, yani o ‘hakiki siyasal İslam’ tabir-i caizse ‘delikanlı şeriatçı’ bu arkadaşlarda vücuda gelmiş durumda bir nevi, eyyamcılık, tolerans sıfır. Uluslararası pek çok bağlantıları var, Çakal Carlos bunlardan biri, Orta Asya’da ciddi bir hareket yaratmış durumdalar. CIA ve Rus istihbaratı tarafından bazı kovuşturmalar gerçekleştirildi kendilerine karşı.

Şimdi böyle bir hareketin fikri önderinin AKP gibi ABD’ye göbekten bağlı bir hükümet tarafından serbest bırakılabilmesi mümkün müdür? Olaya ekonomi/politik açıdan yaklaşmadan, 24 Ocak kararlarını algılamadan ve dolayısıyla sadece 28 Şubat’ı bir başlangıç vesilesi yaparak sorunu algılamaya çalışmak kadar salakça bir şey yoktur. Uluslararası tekellerin önüne çıkacak tüm engelleri acımasızca ezdiği bir süreçte, AKP’nin 28 Şubat’ı devam ettirdiğini görememek aptallıktır.

Yavan bir demokrasi söylemi ise esasında demokrasinin kimin demokrasisi olduğunu faş etme noktasında çok yararlı. Çünkü sürekli hak, hukuk sözleriyle reel ile nitel arasındaki çarpıklık kendiliğinden diyalektik mantığın olguyla bütünleşmiş dünyasında anında ortaya çıkıyor. Denklemin temelinde çıkarlar savaşı söz konusu olduğu zaman genel geçer bir hukukun, herkese eşit işletilen, bağımsızlığı tözüymüş gibi yeni üretilen liberal ütopyanın var olmamasının yegane sebebi de keza bu. Kullanılan retoriği en başta eleştirirken türban davasına indirgenmiş 28 Şubat anlayışına ve iyiler-kötüler çatışması (Firavunlar - Yezidler) olarak algılanan pejoratif jargonun yavanlığına vurgu yapmıştım, bugün modernizmin demokrasi söylemi de aynı yavanlığın format atılmış hali. Bir ilüzyon olarak esasında Türkiye özelinde işlevini çok güzel görüyor. Strauss ideolojileri yeni dinler olarak tanımlamıştı, ona bir ek yapmak gerekirse bugün iktidarın hegemonyası bizim olayları algılayış biçimimizde kullandığımız kavramlarla aynı minvalde ilerliyor, bunun en çok kullanıldığı yer ise İslamcı-liberal retorik. Fakat her dini görüşün değişen paradigma karşısında çaresiz ve çelişik kalması gibi AKP’nin demokrasi söylemi de Mirzabeyoğlu konusunda yetersiz kalacaktır. Kavramların gerçekliğe ergimesi yani demokrasinin bir ön takısı olması gerektiği, AKP’nin ve efendilerinin demokrasisi olduğunun vurgulanması da ciddi bir öneme haizdir işte. Bu o kadar önemli bir noktadır ki belki de böylece 28 Şubat’ın gerçek mağdurları diyebileceğimiz ve ezilmişliğe tepkisini kültürel bir doktrinle ifade edip Erbakan’ı iktidara getirmiş olanlar bu sayede 28 Şubat’ın dini bir sebeple ilintisi olmadığını anlayacaktır.

Bu yüzden Mirzabeyoğlu’na yönelik özgürlük kampanyası iki şeyin samimiyetini açığa çıkaracaktır. İslami kesim içerisinde durumu hâlâ ‘pis laiklerin, demokrasi karşıtı jakobenlerin komplosu’ şeklinde bir şablonu kullanarak algılayan çocuksu zihniyetle, tabloyu geniş biçimde algılayan ve dolayısıyla hakiki bir mücadele vermek isteyenleri ayrıştıracak bir samimiyet. Günümüzün siyasal İslamcıları arasında muktedirlik tartışmaları ve Ebu Zerr romantizmiyle süslenmiş ‘Nasıl yozlaştık?’ sorgusu revaçta. Bu sorunun yanıtı da aynı şekilde ‘kapitalist modernite’ adını verdiğimiz şeyin baştan sona etik algılayışa sahip Ortodoks dini yorumlara karşı nasıl bir çelişki içinde olduğunun cevabının verilmesiyle ortaya çıkacaktır. Bu da olguya dönük bir samimiyet testi olacaktır ve yukarıda anlattığım naif entelijans tiplerin tercihini Erol Yarar’dan mı yoksa İhsan Eliaçık’tan mı yana kullanacağı ortaya çıkaracaktır. Ezcümle bu ayrışmalar yararlıdır çünkü bir zamanlar Felluce sokaklarında var güçleriyle korkusuzca direniş çağrısı yapan imamlarla, Obama sevdalısı El-Ezher Üniversitesi imamlarının arasındaki farkın anlaşılmasını sağlamaktadır.


Red Dergisi
23 Ocak 2012