2000 yılıydı.
Ocak ayının başı...
İBDA-C örgütünün lideri olduğu gerekçesiyle cezaevinde tutulan Salih Mirzabeyoğlu, kolları arkasından bağlı bir şekilde mahkemeye getiriliyordu.
İki yanında jandarmalar olduğu halde.
Fakat o da ne?
Salih Mirzabeyoğlu'nun durumu vahim görünüyordu.
Yüzünde yara izleri vardı.
Her tarafı morarmıştı.
Ayağı aksıyordu.
Ayakta zor duruyordu.
Saçları kesilmişti.
Saatler süren işkencenin ardından bu hale getirilmişti Salih Mirzabeyoğlu...
O günlerde bu açık zulüm karşısında hiç kimse "gık" bile demedi.
İslamcı aydınlar sustu.
İslamcı teşkilatlar sustu.
İnsan hakları dernekleri sustu.
Siyaset sustu.
Salih Mirzabeyoğlu hakkında kalem oynatmanın artık sıfır risk taşıdığı bugün kim konuşuyor, kim yazıyorsa o gün sustu.
Ben de susanlar arasındaydım.
Ben de sustum.
Salih Mirzabeyoğlu'nun iki avukatıyla buluştum geçen akşam...
Avukatlar anlattı, ben dinledim.
Ama gözümde hep Salih Mirzabeyoğlu'nun işkence sonrası hali vardı.
Kalbimde ise o gün duruma isyan etmemiş olmanın derin utancı...
Avukatlar, o işkenceyi de anlattılar.
Bütün ayrıntılarıyla...
Biliyorum, o gün susmuş olmamın derin utancını bastırmayacak ama yine de şunu söylemek istiyorum:
28 Şubat'ın olağanüstü koşullarında yargılanan, "anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmek" suçundan idam cezası alan, idam cezası kalkınca da cezası ağırlaştırılmış müebbede dönüşen Salih Mirzabeyoğlu...
Eline silah almamış, herhangi bir eyleme katılmamış, 50'yi aşkın kitap yazmış bir düşünce adamıdır.
Bırakın "ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezası" ile cezalandırılmayı, karakola çekilmesini gerektirecek bir kanıt bile yoktur ortada.
Demem o ki:
Yıllardır tecritte unutulmuş, hakkı hukuku asla savunulmamış bu fikir adamı için önce vicdanlar ayağa kalkmalı, ardından da bir şeyler yapılmalıdır.

Ahmet Hakan Coşkun
10 Nisan 2012
/Hürriyet