LEVHA: 11Şubat 1987… Benim YÜRÜYEN EL resmimi AYHAN Yılmaz’a vermişim… Veya nasılsa elinde… Ayhan onu Üstadım’ın ÇOCUK isimli şiiriyle aynı yere mi koyuyor, yoksa şiir bahsinin geçtiği bir yerde çocuk resmiyle birlikte mi koyuyor?.. Ve “Çocuk” ile Resûlullah Efendimiz’in ismi arasında bir bağlantı var!

*

YÜRÜYEN: 283: RÜBAÎ-Dörtle ilgili. (Hemze: İlk Akıl, Kalem-i Evvel… He harfi: Levhi mahfuz, Küllî nefs… Ayn harfi: Küllî tabiat… Gayn harfi: Heba mertebesi)… Dörtle ilgili olan, “İlk akıl” ve “Küllî nefs”in izdivacından doğan “Heba” ile ilgili “Küllî Cisim”dir ki, “İlk madde” denilen bu Hebaî madde, “Küllî Madde”den başka bir keyfiyettir… İBHAM-Mübhem, belirsiz. Baş parmak, ki dirsek yerine kadar olan kolun “yozlaşması-uzantısı” niteliğindedir. (Sad harfi; “Toprak” mertebesi): 49: MEHD-Yeryüzü. Beşik. Döşek. Kâr kazanılan. Yürünen yer. (Mihad-Yer. Arz. Döşeme. Taha, arzı düzgün döşeme: 50: Hulave-Kafanın ortası… Küll-Hep, bütün. Cüzlerden meydana gelen: 50: Merza-Hastalık. İstenen. Seretan. İnsan… Kudek-Çocuk: 50: Yemm-Deniz, bahr. Umman. Güvercin kuşu. Raî, gözcü, haber… Kell-Ağırlık. Yorgunluk. Sahil. Yetim. İnce örtü, çarşaf, kumaş: 50: Madde-Asıl, esas, cevher. Bend, fıkra, kısım. His azamız üzerinde muayyen ihsasat husule getiren her şey. Çıban içinde hasıl olan YARA)… HEBAÎ-İlk madde. Esir mertebesi. Kalb: 62: MEHDÎ. (Her taşın altından çıkan!)

*

İspanyolca “kumaş” mânâsına gelen TELE, Polinezya Mitolojisinde “Samoa halkının inanışı; Upolu adasında yaratılan ilk insan” demek… ASGARAN-Kalb ile dil: 1342= 343: BİNSAR-Yüzük parmağı. “Hatem, yüzük, mühür, son”… Kürtçe, BALBELİÇ-Yüzük parmağı: 78: HAKÎM… İBDA’-Benzersiz oluş. İcad. İhtira. Tag. Öncü. Kamer menzillerinden Seretan: 78: EZMEL-Hareket etmek. Muzdarib olmak. Ses. Savt. Gül… GÜLL-Gül. Kumaş. Her nesnenin büyüğü ve muazzamı: 33: BEL-Dağın iki kısmı arasındaki kavisli kısım. “Vahdet-i Vücud ile Vahdet-i Şuhud’un zirvesi arasındaki kavisli kısım; kul plânındaki Mutlak Hakikat’in Vahid-i Kıyas’ı Allah Sevgilisi hatırlanmalı.”

*

GRAM-İskandinav mitolojisinde, ELF’lerin Kralı demirci Tanrı tarafından yapılmış ve öküze boyunduruk vuran ejderhayı öldürdüğü ve sonra meşe ağacına sapladığı kılıcın ismi. Bu kılıcı çıkaracak Kral’ın kaderinin savaş kazanmak olduğuna ve talib 9 kişinin sadece birisinin buna muvaffak olduğu. (Seyf-Kılıç: 151: Mehdî Muhammed): 341: GRAM-Çarşaf. Duvara örttükleri örtü, kelime silkilen kumaş. Nakışlı perde. (Varlık alıcısı Heba ve Hebaî varlık bir arada, Gram’ın bu mânâsı içinde… Kıran: Yakınlık. İki şeyin bir arada bulunması. İki gezegenin bir arada bulunması… Fuzulî’den: Akreb Meh-i münire vatandır dedim / Vehmeyle ki hatarlı kıranundurur senin)… İspanyolca, TELE: Kumaş, etof… İspanyolca, GRAMO: Yeşillik, çimenlik… RÜYA-Rüyâda görülen misâlî alem. Hayâl, düş: 217: RÜYA-Yerden biten ot, nebat… Eski İngilizce’de, GREME: Rahatsız etmek. Öfkelendirmek… GREMİO: Her biri bir Aziz tarafından korunulduğuna inanılan, 14. yüzyılda Portekiz’de kurulmuş mahalli loncaların ismi; çırak, kalfa, diplomalı ve usta şeklinde dört safhadan meydana gelmiş… VEFK-Uygun gelme. Uyma. Mutabakat. Muvafık olma, işi iyi gitme. Tesirli dua: 187: İSLÂM’a Muhatab Anlayış… Duayı icrada aramanın herhâlde en mükemmelinden bir işi hâlinde, TELEGRAM’ı, davamızı tersinden gerçekleştiren kılmışlığımız belli olmuyor mu? ADLÎ TIBB?

*

SALİH Mirzabeyoğlu: 1013= 14: YED-EL. Kuvvet. Kudret, güç. Yardım. Vasıta. Mülk… DABURE-Yeryüzünde gezen hayvanlar. “Canlılar. Bedene, kurbanlık deve. İnsan bedeni, nefsi”: 1013= 14: CEVCA’-Uzun ayaklı adam… ZEL harfi, Allah’ın “Müzil” ismine, “Hayvanlar” mertebesine, Kamer menzillerinden “Sa’du’l Suud”a işaret eder; derece almak, mübarek, mübarek sayılan yıldızlara… KÜRSÎ (Abdülhakîm Koltuğu) altındaki ATLAS tabakası, her şeyin canlı olması bakımından hepsi “hayvan-canlı” olan Burçlara hisselerini verici bir boşluktur… NUN: Balık. Kalem. Da’va Cetvelinde Allah’ın “Nur” ismi… BALIK Burcu, –19 Şubat, 20 Mar–, unsuru Su, tabiatı Soğuk ve Nemli, yıldızı Müşteri, vücutta tesir yeri “Ayaklar”, cinsiyeti “Dişi-Kabul edici”, Simya safhasında “Yansıtma”… KEF-Avuç içi. Ayak tabanı. Bir harf: 100: KAF harfinin ebcedi. Bu harf ARŞ mertebesine işaret eder… ARŞ ve KÜRSÎ ile, taban altı Toprak mertebesinin Kalbte birleşmesine dikkat; ARŞ mertebesi her yerde ve her şeyi kuşatan Allah’ın ilmi, “mümin kulun kalbine sığan”… BÜRİDE-Ser: Başı kesik. “Benim gölgesi yere vurmuş ve ense üstünde başı yok, yürüyen el resmimi iyice bil!”… Kürtçe, NİMA: Görünen. İdeograma. İmaj. SİMGE, remz, işaret… SİM: Gümüş. Bâtın. Ay… GE: KE, Kef… PA-Ayak. Yengeç: 3: ÜÇ Işık ve “Yürüyen El” resmimin üç parmaklı oluşu hatırlanmalıdır… NİMPA: Tabiatın dişi esprileri… TELEGRAM’daki NİMPA malûm… Her şeyin aslı SU, unsuru su olan Burçlar; Göğüs ve Karın bölgesiyle ilgili ve yıldızı Ay, YENGEÇ Burcu / Cinsî organlarla ilgili, yıldızı Mirruh, AKREB Burcu / Ayaklarla ilgili, yıldızı Müşteri, BALIK Burcu.

*

YÜRÜYEN EL: 314: KADÎR-Muktedir. Mukaddir… Allah’ın “nihayetsiz kudret sahibi” anlamında 99 güzel isminden biri… Ebcedi “fikr” ile aynı olan ŞIN harfi; Allah’ın Kadîr ismi, Sabit yıldızlar mertebesi, Kamer menzillerinden “Esed-Aslan”a işaret eder… ASLAN Burcu, unsuru Ateş, yıldızı Güneş, Simya’da sindirme safhası… AY, yıldızların en küçüğü olsa da, bütün Sema tabakaları ve tabiî ki Güneş’in teveccüh yeridir; bütün sema tabakaları ve meleklerin kuvvetini toplayan ve sonra dağıtan… Bu, Kâinat düzeninin, Güneş’i bağrına alan AY tarafından gerçekleştirildiğini gösterir… Her şey, Sema tabakalarının hareketinden doğmuştur; yıldızlar-felekler, BURÇLAR düzeni… Sabit yıldızlar semasının ATLAS tabakası –Burçlara hisselerini veren boşluk– oluşu gözönünde tutularak: Sadreddin Konevî Hazretleri, YAKUB Aleyhisselâm’ın 10 çocuğundan sonra İshak ve İsmail Aleyhisselâmlar’ın doğuşunu, Allah’ın “Bedi’-Yaratıcı” ismi ve “İlk Akıl” mertebesi ile ilgili “nefs, akıl, âlem”in yaratılışı ve bu sebebe-makuliyete uygun 12 Burc’un taayyünü gibi, “ikinci akıl ve nefs” ile alâkalandırır… İSHAK Aleyhisselâm’da “Hakikî” Hikmet” tecellisi ve İSMAİL Aleyhisselâm’da “Alî-Üstün, yüce”, yâni Allah Sevgilisi’nin ruhaniyetini hamil olma hikmeti tecelli etmiştir… ATLAS tabakasının üstü KÜRSÎ mertebesi; Arş altı bir Sema tabakası olmakla Kamer menzillerinden “Nesre-Arş’tan olan, saçan, yayan”dır ki, VÂHÎD ve VAHÎD (Kul) ilgisinde “İkinci Akıl ve Nefs”i temsil eden, Allah Sevgilisi’nindir, Allah Sevgilisi’dir… HAKİKÎ hikmet ve ALÎ hikmet… ŞÎD-Güneş. Nur, ziyâ, aydınlık. (Son İnsanın O’nun soyundan geleceği ve sonra artık doğum olmayacağı Muhyiddin-i Arabî Hazretleri tarafından bildirilen ŞÎT Aleyhisselâm’da tecelli eden, “Nefs” hikmetinin özü; İlâhî nefesin üflenmesi eseri olduğundan, “Allah vergisi” anlamına gelet ŞÎT ismi… ADEM Aleyhisselâm’ın, oğlu Habil’in ölümü üzerine Allah’a dua etmesi, bunun kabulü ile doğmuştur… KEF harfi; Allah’ın “Şekûr-Duaları kabul eden ismi”, KÜRSÎ mertebesi, Kamer menzillerinden “Nesre” ile ilgili!): 314: ŞÎD-Kireç, badana. (Cessas-Kireç ile bina yapan. Badanacı: 184: Abdülhakîm… Cessase-Harb gemisi: 129: Lâtif… Cess-Araştırma, tahkik etme. Balmumu. El ile yoklama. Yapışmak: 63: Mütefekkir Mirzabeyoğlu)… HÂRİKA-Ateş. Nar. Od: 314: TIŞE-Ufak çocuk… ŞEHAV-Açmak. Feth: 314: YAVUZ Sultan Selim.
 

ABDÜLLATİF (MUKADDESÎ)

 
EN “sadık okuyucum”, elbette Telegram’da NİMPA; daha mürekkeb yazıya dönmeden, kalemi bile elime almamışken, düşüncem okuması zamanın aynı, isterse yatarken olsun ânında haberdar olan… Böyle bir mahkumiyet hâlimde hürriyetim, benim bile bilmediğim okuyamayacağı zamanım; yâni düşünceye geçmemiş durumum… Ama üzüm üzüme baka baka kararır derler, benim “kararmamın” bir savaşta rakib elinden alınan yaranın gazinin süsü olması gibi, mânâda ve fikirde ne olduğu ortada; ona gelince, benim hâllerimi benim aleyhime kullanmaya çalışırken, beni düzünden öğrenmenin de tadına ermesi… Bunu hissetmenin ötesinde biliyorum; ister kabul, ister reddetsin, kesin olan bir şey varsa, o da benim fikrî terkibim, aynı kalitede bir zıd terkibe yol açmadığı ve karşımda duran her kim olursa olsun, bu çapta tutarlı bir bütün oluşturamayacağı… Tıpkı, Adem Aleyhisselâm’dan Allah Sevgilisi’ne kadar İSLÂM bir ve Allah Sevgilisi’nin getirdiğinde toplu olması, buna mukabil küfrün döne dolaşa ve kendini iptal ede ede gelişi gibi; İslâm tezdir, antitezlerinde birlik olmaz, bu devir sonraki devirde söylenenlerce temeli bozulur… Bu ZARURÎ izâhtan sonra, (Allah hidayete erdirsin!), başlığımızda işaretlediğimiz mevzuyu kısaca hikâye edeyim: NİMPA, “Abdüllâtif” diye bir lâf atıyor… “Lâtif’in oğlu” diyor… Yine canımı sıkacak bir şeyler yumurtlayacak diye düşünüyorum… Ama bazen, böyle lâf atarken, sanki yanında biri veya birileri varmış gibi, “bak bak şimdi neler yapacak!” dermişçesine, hâni içinde bana takdir ve kendileri için bir eğlence gösterisi, benim tepinmem, onların bu tarafım ile ilgilenmeleri gibi… Abdüllâtif ismini, filânca, sonra falanca, LATİF isminin Salih ile aynı ebcedte olması ve galat veya mecaz, Salih ile aynılığı dolayısıyla, benim oğlum-yâni en yakınım niyetine kullanıyormuş… Bir ahmak, benim için “kendini Allah’ın oğlu sanıyor!” diye kullanıyormuş… AK Parti’den istifa eden Eski Devlet Bakanı Profesör Abdüllâtif Şener, “Onu Telegram’a almalarını ben istedim!” diyormuş; “Onu Telegram’a almamalarını o zaman ben söylemiştim!” diyormuş… Şimdi beni seyredin: Abdüllâtif, bir ismi Lâtif olan Allah’ın kulu, Lâtif’in kulu… Kul tâbiri, büyüklerin yanında bir muhabbet ifâdesi, “Allah Sevgilisi’nin kulu”, filânca Şeyh’in yine “Köle-tâbi-bağlı” ifâdesinin mübalağalı kullanılışı gibi, lâtife niyetine de söylenebilir… “Lâtif kul” anlamında da… ABDÜLLATİF: 236: KARYA-Eski çağlarda Bursa ve Balıkesir bölgesinin adı… KAMUS-Aslan. Esed. (Kamus, Lûgat, deniz, kâinat): 236: ERİKE-Koltuk. Taht. Kürsî. (Abdülhakîm Koltuğu’nu hatırla!)… NUSUS-Nasslar. Kur’ân âyetleri. Allah Sevgilisi’nin nefsi: 236: VEKRA-Hızlı yürüyen deve. “İmânlıların ruhları. Yüzenler. Gemiler. Yıldızlar”. Ayağını yere kuvvetle basan kadın. “Yerden gıdalanan nefs”. Bir nevi sıçramak. “Pire, zirve, nokta, sıfır, beş, on”… GİRYE-Gözyaşı. Batı. Gece. Fikir. Dua: 235: ERCAL-Ayaklar.

*

AHMED-İ Farukî-İmâm-ı Rabbanî Hazretleri: 450: ABDÜLLATİF Mukaddesî. (Hicrî 8. ve 9. asırda yaşamış, Şamlı, BURSA’da gömülü… ABDÜLHAKÎM Koltuğu’nun yan mermerlerinden birinde BURSA yazılı olduğu hatırlanmalı!)… TEVLİD-Çocuğu doğarken almak. Sebeb olmak, vücuda getirmek. Beslemek. Terbiye etmek: 450: ABDÜLHAKÎM. (Büyük ebcedle. Aynı, Necib Fazıl Kısakürek)… TEN-Gövde, beden. Vücud. Bedene. İspanyolca’da Tez; ten rengi: 450: METOD-Usul. Kaide. Yol. Sistem… SALİH Mirzabeyoğlu: 451= 1450: İBHAMAT-Mübhem, muallak şeyler. Askıda olanlar. (İbham-Mübhem. Muallak. Baş parmak: 49: Mehd… Baş parmak, Taha-Yüksek bulut. Gam ve hüzün. Huruf-u mukattaadan Kamer menzillerinden “Kalbe” ve “Levh-i Mahfuz mertebesi, bâtınlık kalıb”a işaret eden “Tı” ve “He” harfleri: 14: Salih Mirzabeyoğlu… Muallak bahsinde, Allah’ın ilminin mutlak, kulun ilim ve yapıp etmelerinin mecaz hükmünde oluşuna dikkat!)

*

ABDÜLLATİF Mukaddesî Hazretleri, KONYA’ya ve BURSA’ya seyahatlerini anlatıyor: MEVLÂNA’nın türbesini ziyaret ettiğim zaman kendimi çıplak gördüm. (Tecerrüd: Çıplak olma. Herşeyden boş olma. Tasavvufta, masivadan –Allah’tan gayrı her şeyden– el çekmiş)… Sonra Sadreddin Konevi Hazretlerini ziyaret ettim; beni eteğimden tutup sadukasından içeriye çekti. Daha sonra ŞEMSÎ Tebrizi’ye gittim. Oracıkta namaz kılmamı söylediler. Kıldım. Nihayet Konya’dan BURSA’ya doğru yola çıktım. At üstünde giderken dalmışım… Rüyâmda bana dediler ki: “Marifet ehli seni bekliyor!”… Bursa’da toplu olarak birçok âlime tesadüf ettim. Onlarla birlikte, bir RAMAZAN günü halvet hâlinde bir meclis kurduk. Yine gaibden biri bana dedi: “Bu cemiyet dünyaya mahsus, marifet, dünya ile olacak şeylerden değil!”… MÜRŞİD’i Zeyneddin Hafî Hazretlerine tesadüfü şöyle: O Hacca gitmek üzere yola çıkıyor ve ABDÜLLATİF Hazretleri’nin Kudüs’teki evinde misafir oluyor. Annesinin hastalanması üzerine, “Burada kal ve annene hizmet et, vakti geldiği zaman emelin yerine gelir; belki Hac’dan dönüşümüzde!”… Gerçekten Mürşidin Hac’dan dönüşü, ABDÜLLLATİF Hazretleri’nin kendisiyle birlikte HOROSAN’a kadar yolculuk… Orada tarikat talimi ve muradına erişi… ZEYNİYE tarikati, ABDÜLLATİF Hazretlerinden sonra, o günden başlayan şu şiârda: “Zararı atmak ve faydalıyı almak, dostlara yardım ve düşmanlara karşılık!”… ABDÜLLATİF Mukaddesî Hazretleri’nin, TUHFE isimli bir eserinin bulunduğu!

*

ABDÜLLATİF: 214: HUKUK-Ahlâkın pıhtılaşmış, müesseseleşmiş ve cebretme gücü olan hâli üzre, ilimden teşkilat işlerine adalet gayesi etrafında örgü ve örgütlenmesi. (Korku, zararlıdan kaçınma olunca, mevzuunda hayatın vazgeçilmez şartı olmanın yanında, bizzat gerekli olandır da. “Mutlak Fikrin Gerekliliği” davasına kadar idrak incelince, en başta korkunun Allah ve Resûlü ve getirdikleri çerçevesinde, dünya ve ahiret işlerine riayetin insan hayatının menfaatine olduğunu da kolayından anlarlar… İslâmda Hukuk-Fıkıh tâbiri ile, bir müessese ve dal hüviyetinden evvel, onun “Anlayış-İslâma muhatab anlayış”ı kastetmesi bu yüzden. İmâm-ı Gazalî Hazretleri’nin bu idrakin altını çizerken söylediği de bu mânâdadır: “İlk devirde fıkıh deyince, Allah’tan korku anlayışı bilinirdi; nitekim bir Hadîs’te Allah Sevgilisi, en fakîhin Allah’tan en çok korkanımız olduğunu bildirmiştir!”… Öcü korkusu değil, idrakin doğurucusu ve neticesi olan korku… Mezheb imâmları yolunu açan da, zamanın şartları içinde ilk devrin o hâlini içe doğru zabt, dışa doğru mesele hâlli niyetidir. Sana fayda ve zararını bilmediğin şeylerin, neyini seveceksin, neyinden korkacaksın? İşte İslâm tefekkürünün şart ve bu şartın münzevi fertlere düşmüş bâtınî Şeriat hakikatlerinin topluluk hakikatini temin gayesidir ki, iç yüzde derinleşme ve dışa doğru mesele hâllinde açılma şeklinde birlik, “Sistem”i hâlli gereken diye dayatmıştır. Üstadım’ın, içe doğru olmak, dışa doğru bu oluşu tamimleştirmek davası” diye belirttiği durum; kemmiyet gayesini kendisine bağlayan keyfiyet, her ikisinin de ilmini ve aksiyonunu böyle ifâde eder… Bizim, ilkokul seviyesinden medreseye, günün şartları içinde kat kat ADLÎ Tıbb ismi altında işaretlememiz, Topyekûn Kâinat ve Dünya ile Toplum cesedini de sözkonusu ismin keyfiyetine bağlayıcıdır. İşte Fıkıh-Hukuk; Adlî Tıbb’ın kuşatanıdır o. Aslıyla, zerreden Külle, biçilmiş bir libas!)… RAHE-Avuç içi. Taban. Nur. El ayası. Kader. Be-Kef. Kalbteki gizlilikler: 214: TURRA-Mühür. Hatm. Malik’in mührü. Kumaşın –örtünün– etrafındaki nişân ve işaret. Her şeyin ucu –sivri köşesi ve nihayeti– kenarı. Kuşatan. Alnındaki saç, zülf, ibhamdan zâhir olan… DÜRUD-Dua, medih, tahiyye, selâm. Tâbilik. Kürsî, kalb: 214: ERİC-Güzel koku. Rahiya. Savlec, güzel koku, misk, lâtif, bâtın. Gümüş… CEVHER-Bir şeyin özü, esası, noktalı harf, ilim. Yalnız noktalı harflerin toplamıyla düşürülen tarih. Varlığı kendinden olan, kıymetli taş. Varlığı, başka bir varlığı gerekli kılmayan, buna ihtiyacı olmayan. (İslâm büyükleri, bu husustaki âyetin delâletiyle, Halk âleminin var oluşunun, ruhun vatanı Berzah âlemi gibi olmadığını, onun Allah’ın üfürmesi neticesi Berzah’tan ayrı olarak yaratıldığını söylerler. Yâni, BERZAH âlemi, onun yaratılması ve varlık devamı için zaruri olsa da… Dikkat: BERZAH Âlemi’nin HALK Âlemi için zarurî olması, Halk Âlemi’nin ondan yaratıldığı anlamına gelmez. Halk Âlemi, Berzah Âlemi’ne “Kün-Ol” emri ile gelen iş ve oluşların dışında bir mekân; ve onda tecelli eden Allah’ın isimlerinin zuhur sıkıntısını giderme sebebinden. Bu Kur’ân’da “Sefillerin en sefili” diye nitelenen yer, Rahmet gereği varlığa çıkmasına müsaade edilen kötü ve kıymetsizin de var olabilmesi bakımından, iyi ve kötüden birini iradesiyle gerçekleştirmek memuriyeti ile yaratılan insanda birinden birini öbürüne irca edebilme imkânı sağlaması, –memuriyetine uygunluk bakımından– bir mükemmellik belirtiyor; İslâm büyüklerinin, sözkonusu incelik için “bu âlemden daha mükemmeli yok!” demesi malûm!): 214: FİZİK-Maddenin tabiatı ile özelliklerini, enerji ve enerjinin büründüğü farklı biçimleri ve madde ve enerjinin birbirine etkisi ile ilgilenen bir ilim. Cesedimizin gölgesi zerre ve küllüne kadar genişlikte bir saha ve madde ve enerji ihtiva eden her türde ona nisbetle mevzu olan. Beden. İlâç, ithâl edilen, girdirilen, bünyeye giren. Tecrübe ve faydaya mevzu, Kâinat bütünlüğündeki nev ve tür âlemleri. (Abdüllâtif Mukaddesi Hazretleri’nin ZEYNİYE yolu, elbette gözönünde tuttuğunuz!)… AHVER-Müşteri yıldızı. Akıllı. İri gözlü güzel. Beyaz yüzlü, güzel gözlü adam. (Balık Burcu, unsuru Su, yıldızı Müşteri, vücutta tesir yeri Ayaklar, Simya’da yansıtma safhası… Yay Burcu, –Arabça Kavs–, unsuru Ateş, yıldızı Müşteri, vücutta tesir yeri Uyluk ve Kalçalar, Simya’da İBDA’-BEDİ’ safhası… Zevra’: Yay. Bağdat. Dicle nehri. Eğri ve eğilmiş nesne. Derin kuyu. Uzak yer… Mesiha: Gümüş parçası. İyi ve yeni yay… Mesih: Bir şeyin üzerinde el yürütmek, ondaki tesiri gidermek. Silme. El sürme. Abdest alırken başı ıslak elle sığama): 214: MUAKKID-Düğümleyen, sihir yapan. İnce ve müşkül olan. Zor anlaşılan söz. Birbirleriyle akid yapan.


Baran Dergisi 368. Sayı