MİLAT GAZETESİ YAZARI YAKUP KÖSE:
 28 ŞUBAT BUGÜN BAŞKA BİR YÜZÜ İLE DAHA ŞİDDETLİ SÜRÜYOR!
Adnan Oktar size dava açmış. Ne için dava açtılar?
“İsrail’e karşı gelenin, gök kubbeyi başına yıkarız!” demişti kendisi. Bende bu söze karşı “maymun” dedim. Bu kadar halkın tepkisi varken, halkın karşısında, İsrail’in yanında yer almasına karşılık bu sözü söyledim.
Bunu yazıyla mı söylediniz?
Evet, “Maymunlaşan Adam Adnan Oktar” başlıklı bir yazı yazdım.
Dava açtıktan sonra neler oldu?
Mahkemeye gitmedim diye Cuma akşamı evimi polis bastı. Ben evde olmayınca, apartmana gece 01.30’a kadar kim girdiyse, kimliklerini alıp GBT’lerine bakmışlar. Apartmandaki insanlar da neler olduğunu sorunca, “devlet aleyhinde yazı yazan biri burada oturuyor” demişler. Normal, infaz polisi değil bunlar. Cumartesi akşamı polis bir daha, bu sefer Milat gazetesine gelmiş, herkesin kimliklerini alıp GBT’lerine bakmışlar.
Uluslararası uyuşturucu kaçakçısı arıyorlar sanki…
Evet… Normalde olması gereken, Cuma günü yakalama kararı çıkınca, Pazartesi günü Rami karakolundan telefon açıp, “mahkemeniz varmış ve katılmamışsınız, gelir misiniz” denir. Bende giderim, bu kadar…
İşin ilginç tarafı, ben buraya ilk taşındığım zaman, Rami’de evime mobilyacı kılığında iki kişi geldi. Cuma günü akşamı evime gelen sivil ekibin içerisinde, o iki kişi de var. Eşime, “Kocanı ara, eve gelmesin, kaçsın. Biz onu yakalamasını biliriz” demişler. Apartmandaki insanlara rahatsızlık vermişler. Bunu hâkime de söyledim. “Evimin önünde büro kurup, insanlara rahatsızlık vermişler, suç duyurusunda bulunuyorum.” dedim. Durum bu şekilde…
Bu hâdisenin üzerinden gidersek, “28 Şubat devam ediyor” diyebilir miyiz?
28 Şubat bana göre devam ediyor. Şahıslara göre bir kanun hükmünün olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bir İsrail dostunun davalı olduğu birisiyle, bizim Müslüman halkımızın davalı olduğu birisi arasında dağlar kadar fark var.
O insanlara telefon ediliyor beyefendi gelir misiniz deniyor. Ama Anadolu insanına, Yakup Köse’ye olduğu zaman evi basılıp taciz ediliyor, insanlara rahatsızlık veriliyor.
Milat gazetesini arayıp “Biz istihbarat aldık, kesinlikle oradadır” demişler. Milat gazetesindekiler ise, “Yakup Köse buraya gelmez sadece yazılarını gönderiyor” demişler. Ne hakla bu insanlar oraya gidebiliyor?
Devlet bizi bir nevi damgalamış. 28 Şubatta bize bir damga vurulmuş, bu adam terörist denmiş, o bizde yafta... Sen nereye gidersen git. Devlet ev sahibine gidip “bu adam terörist, neden araştırmadan ev verdin” diyor. Sokakta normal bir vatandaş yürürken kimliği alınıp sorgulanmazken, İslâmcı bir örgütten yakalandığınız zaman “sen bir arabaya geç” deniyor. Mahkemeye gittiğin zaman hâkimin size tutumu “zaten sabıkalıymışsın” oluyor. 28 Şubat’ın bittiği falan yok. Köküne kadar ve daha gaddar bir şekilde devam ediyor. İnsanlar bunun farkında değil sadece.
O zamanlar hiç olmazsa İslâm düşmanı kesim saldırıyordu, biliyordunuz kimin yaptığını.
Yakın zamanda Salih Mirzabeyoğlu ile görüştünüz. 28 Şubat özelinde Salih Mirzabeyoğlu hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Benim, o görüşmenin bütününde en çok dikkatimi çeken, Salih Mirzabeyoğlu'nun konuşmamızın ortasında, "kelamın lezzeti kalmadı" demesiydi. Ben bu sözü, bütün bu olan gelişmelere ram ediyorum. Bakıyorsunuz bugün 28 Şubat'la mücadele ediyoruz. Darbecilerle mücadele ediyoruz, bürokrasi ayaklarıyla görüşüyoruz. Milletvekilleriyle görüşüyoruz. Salih Mirzabeyoğlu da bu konuda mağdur. Ama baktığınız zaman adamlarda kelâmın lezzeti olmadığı için, onlar için kelâm çok gevşek bir şey olduğu için bu tarz mevzuları konuşmuyorlar. Devamlı söz veriyorlar, sözlerinde de durmuyorlar. Genel olarak 28 Şubat'la ilgili herhangi bir adım atılmamış. Salih Mirzabeyoğlu 14 yıldır işkence altında. " Müslümanlar dik durun! dediğim için 14 yıldır işkence altındayım" diyor.
Yani ümmetin dertlerini, Müslümanlığı savunduğu için...
Evet, aynen öyle... “Telegram için dilekçe ver araştıralım diyorlar. Ben dilekçeyi vereceğim, ‘elleri arkasındaki adam’ gelecek, bir öyle bakıp bir böyle bakıp böyle bir şey yoktur diyip geçecek. Sonra ben bu mevzu üzerinde yazmaya devam edeceğim, adam benim hakkımda suç duyurusunda bulunacak.” diyor Salih Mirzabeyoğlu... Milat gazetesinde de bu hafta “Elleri Arkasındaki Adam” başlığında yazı yazdım. Bunu aynı şekilde yaptılar. Elleri arkasındaki adam böyle bir işkence yoktur dedi işin içinden çıktı.
Bugünkü iktidar, hem darbecilerle mücadele ettiğini söylüyor, hem de darbecilerin verdiği idam kararını uyguluyor oluyor Salih Mirzabeyoğlu'nu içeride tutmakla. Bu çelişkiyi nasıl görüyorsun?
Bu çelişki, daha öncede söylemiş olduğum gibi, bu adamları tutan bir şey var. Bu Amerika'nın emri mi? İsrail'in emri mi? Bunu ilk defa size söylüyorum; Cumartesi günü Yiğit Bulut'un konferansına denk geldim. İçeriye girdim, soru bölümüne gelindi, ilk soruyu ben sordum. Orada on dakika konuştum. Yiğit bulut, biliyorsunuz Başbakan'ın danışmanlarından... Sorumda, "Yiğit bey, Salih Mirzabeyoğlu hakkında herhangi bir adım atılmadı. Sizce bir adım atılmalı mı? Nasıl görüyorsunuz bu mevzuyu? 28 Şubat'ın yargı kararları iptal edilmeli mi?" diye sordum. Yiğit Bulut, gayet net bir şekilde cevapladı. "Ben de 14 yıldır, Salih Mirzabeyoğlu'na neden ceza verildiğini neden içerde yattığını anlamış değilim ve bir an önce bu insanlar için yeni düzenlemeler yapılmalı" dedi. Bu adam, nihayetinde Ak Partinin milli bürokrasi organlarında çalışıyor. Herkes 28 Şubat yargı kararları iptal edilmeli, Salih Mirzabeyoğlu serbest kalmalı diyor. Ama hâlâ içerde, hücrede ve işkence altında… Ya herhangi hâkimiyetiniz yok, ikili açıklamalar yapıyorsunuz. Telegram hakkında mesela. Vardır veya yoktur gibi... Ya da inandığınız değerler yolunda yürümüyorsunuz. Söylüyorum Müslüman değil bunlar. Müslüman’sanız Müslümanlıktan dem vurmayın. Mevzuyu eğer ayetle hadisle ölçülendireceksek bizde Hayrettin Karaman gibi yaparız güm olur gidersiniz. Biz istiyoruz ki mevzuyu inceden halledin.
Sizde İBDA'cısınız, İBDA fikriyatına sahipsiniz. Gençlerin İBDA'ya bakışını nasıl buluyorsunuz? Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Aslında uzun zamandır, yeni yetişen, 21,22,23'lü yaşlı gençlerin, gerçekten fikre aç olduklarını seziyorum. Sosyal paylaşım sitelerinden olsun, çevremizden olsun insanların bir nevi fikre aç olduğunu hissettim. Birçok kişi bana mesaj atıyor. "Ben Salih Mirzabeyoğlu'nun kitabını okudum", mesela, "Berzah isimli kitapta şurada ne demek istemiş" diyorlar. Onu tanımayanlar ne zaman çıkacağını merak ediyorlar. Gençlikte ve toplumda ister istemez Mirzabeyoğlu'na bir hasret var. Bu bürokratik yerlerde de var ama onlar hissettirmiyorlar. Ancak bunu halktan hissediyorum. Bir toplulukta İBDA'dan bahsettikten bir kaç dakika sonra konu Salih Mirzabeyoğlu'na gidiyor.
İBDA fikriyatı, çağın meselelerini her yönden kavrayıp, çözüm tekliflerini sunduğu için mi ister istemez konu oraya mı geliyor?
En başta bahsettiğim gibi İBDA kelâmın lezzetidir. Bunun sahibi de bugün kelamın lezzetini hem yaşayan hem de hâlâ yazarak devam ettiren biri olduğu için, söz kalpten gelince kalbe tesir eder mevzuundaki gibi bence buradan yükselen tesir birçok kişiyi etkisi altına almıştır. Anlamasak ta ben o kelamın tesirini insanların üzerinde hissediyorum.
Bana bir gazetede yetkili olan biri söylemişti. "Şuan içerde sadece o kaldı. Bakıyorsunuz herkes denendi. Ve hemen hemen herkesin üzerinde bir çamur var. Birinde ABD yandaşı çamuru var diğerinde İsrail, diğerinde Rusya... Yani Türkiye'deki bütün cemaatlerin üzerinde bütün kuruluşların, derneklerin üzerinde bir çamur var. Tek çamur olmayan isim Salih Mirzabeyoğlu... Belki de Salih Mirzabeyoğlu'nun 14 sene içerde olması budur, denenmemiş bir tek onun kalmış olması... Eğer Salih Mirzabeyoğlu çıkarsa, birçok yerde birçok anlamda konferanslar vererek Türkiye'yi huzurlu bir ortama sokabilir." demişti.
Kitabınızdan biraz bahseder misiniz? Neyi anlatıyor ve neden böyle bir kitap yazma ihtiyacı hissettiniz?
Devamlı bu mevzularda sorular alıyordum. Bir şekilde bütün bu mevzuları kısa kısa, fazla mağdur edebiyatı yapmadan, biraz esprili biraz duygusal anlamda yazmak istedim.
Bu kitap bir kavganın, mücadelenin kitabı, değil mi?
İslam düşmanları tarafından bir çocuğun nasıl esir alındığını, bu çocuğun nasıl yetiştiğini ve kendi kendine bir mücadelenin doğduğunu anlatan bir eser diyebilirim. Bu hem bir mücadele kitabı yazmış hem de ben bu sürece bir taş atmış oldum. "28 Şubat ile hesaplaştığınızı söylüyorsunuz ama bitmiş yaşanmış bir hikâye olmadığını göstermek için alın size bir taş!" dedim. İnşallah süreçte de etkili olur. Beni en çok memnun eden şeylerden biri ise, kitabın muhtevasında geçen mücadele meselesinin doğru algılandığı.14 yaşında içeri alındıktan sonra, içerde temiz insanlarla, bir koğuş sürecinden sonra, Bandırma’da İBDA ile muhatap olan insanlarla bir hayat, ve ondan sonrası o bayrağı yere düşürmeme gayreti. Burada İBDA fikrinin de gücünü görebiliriz. Elhamdülillah, bayrağı belden aşağıya düşürmemek için elimizden geldiği kadar gayret ediyoruz.
O hâlde gazanız mübarek olsun!
Teşekkür ederim, sizlerin de...



Söyleşi, Fatih Turplu

Baran Dergisi 327. sayı