Yarın büyük Gazze hâline gelmeyelim diye Türkiye, İslâm düşmanı laik Kemalperest rejimden ve bu rejimin memleketimize soktuğu her türlü melanetten arınmak zorundadır. Türkiye için Kemalperest rejimden kurtulmak bir varlık meselesidir.

Emperyalistlerin bölgenin hâkimiyetini ellerinde tutmak üzere Birinci Cihan Harbi’nden sonra 20. asırda Ortadoğu’nun kalbine çaktıkları İsrail isimli kımıldamaz zannedilen kazık nihayet Gazi Filistinlilerin müthiş hurucu neticesinde yerinden oynadı. Bugüne kadar askerî ve sosyal mânâda destan çapında bir mücadeleye şahitlik ettik.

Aksa Tufanı’nın askerî ve siyasî mânâda emperyalistler üzerindeki müthiş tesirinden geçtiğimiz sayıda bahsetmiştik. Aksa Tufanı’nın bir diğer tesiri ise dünya çapında sosyal mânâda oldu. İbda hikemiyâtını takip edenler, tebliğden ziyade telkin bahsi üzerinde ne kadar durulduğunu bilirler. Gazzelilerin Anglosakson/Siyonist ittifakı tarafından kalleşçe bombalanarak maruz kaldıkları soykırım karşısında Allah’a olan tevekkülleri ile telkin ettiği itikadî/ruhî tesir, senelerdir materyalizmin pençesinde kıvranan Batı toplumları başta olmak üzere dünya çapında büyük bir gongun çalmasının ve başlar ile ruhların İslâm’a dönmesinin, Aksa Tufanı’nın yanında ruhlarda kopan bir tufanın yaşanmasının vesilesi oldu.

İlerleyen sayılarda Aksa Tufanı’nın neticelerini farklı perspektiflerden değerlendirmeye devam edeceğiz. Şimdi memleketimize dönelim.

Üstad Necib Fazıl’ın Sakarya Destanı adlı şiirinde, “Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.” dediği veçhile, memleketimiz Aksa Tufanı hadisesine bakışta da 7 Ekim günü itibariyle iki kutba ayrılmasını bildi. Taraflar son yıllarda süregeldiği üzere yine Müslüman Anadolu insanına karşı lâik, kemalperest, batıcı, emperyalizm uşağı İslâm düşmanları şeklinde kutuplaştı.

Burada yeri gelmişken, İslâm düşmanlığı kutbunda buluşanların, iddialarının aksine dine değil, yalnız İslâm’a düşman oldukları, Aksa Tufanı vesilesiyle Yahudi “şeriatı”yla yönetilen “din” devleti İsrail’e karşı olan bağlılıklarıyla bir kez daha tescillenmiş oldu.

Üstad Necib Fazıl memleketteki kemalperest, lâik, batıcı, İslâm düşmanı ayak takımına "İslâmiyet batıdan gelse hepiniz müslüman olurdunuz" demişti hatırlarsanız. Ne var ki, bugün aynı ayak takımının soyuna bakınca görüyoruz ki, kalpleri mühürlü kuduz İslâm düşmanı zümre için İslâmiyet değil batıdan uzaydan bile gelse nasibleri yoktur.

Yahudileşmiş Kemalist Rejimin Kökleri

Prof. Uriel Heyd diyor ki, “Yahudiler 20. Asrın ilk yarısında iki tane devlet kurdular: Türkiye ve İsrail." Bakalım bir, acaba haklı mı, doğru mu söylüyor?

Darbe

1908: II. Abdülhamid zamanı... Dönemin basınında iki anahtar kelime var. Bunlardan birincisi hürriyet, ikincisiyse müstebit (diktatör). Bu iki kelimeyi takib eden diğer kelimelerse vatan hainlerinin ve millet düşmanlarının günümüze dek dilinden düşürmediği vatan, millet ve kardeşlik...

Devlet bürokrasisi içine tıpkı bugün olduğu gibi sızılmış vaziyette. II. Mahmut’un Yeniçeri’yi ıslah etmek yerine imha etmesi ve akabinde başlayan Batılılaşma hareketi istikâmetinden şaşmış, Osmanlı ordusu içine Yahudi güdümündeki dönme ve masonların başı çektiği İttihat ve Terakki isimli paralel ihanet çetesi yerleşmiş vaziyette.

O zamanlar Yahudi'nin tek derdi para ile satın alamadığı Ulu Hakan Abdülhamid Han’ı tahttan indirmek ve “Devlet-i Ebed Müddet”i parçalayıp sınırları içindeki Filistin topraklarında bir Yahudi devleti peydahlayabilmek.

İttihat ve Terakki de şuurlu ve şuursuz kadrosuyla bu gayenin biricik vasıtası, Yahudi’nin gönüllü ve istekli kuyrukçusu... Aynı İttihat ve Terakki zihniyetidir ki, bugünkü Kemalizm’in de protoplazmasıdır...

Hâsılı kelâm, Abdülhamid Han’ın merhameti dolayısıyladır ki, has Anadolu erlerinden bir kuvvet tertip edilerek fesad yuvası hâline getirilmiş Selânik ve Manastır üzerine gidilmedi ve dönemin paralel ihanet çetesi İttihat ve Terakki isyanını sonlandırmak için ikinci kez Meşrutiyet ilân edildi.

1909: İkinci Meşrutiyet’in ilân edilmesiyle sonuçlanan hadiseler asıl neticesini bundan bir sene sonra, 1909’da verdi. Muhalif gazeteci Hasan Fehmi’nin Galata Köprüsü üzerinde kimliği belirsiz bir kişi tarafından öldürülmesi üzerine patlak veren 31 Mart Vakası, Selânik’ten gelen İttihat ve Terakki’ye bağlı paralel ordu diyebileceğimiz Hareket Ordusu tarafından bastırıldı. 31 Mart ayaklanması bahane edilerek, darbe yapmak suretiyle Abdülhamid Han tahttan indirildi ve yerine İttihat ve Terakki güdücüleri ne isterse yapması kaydıyla V. Mehmet Reşat getirildi.

***

Yahudi, dönme ve masonların güdümündeki İttihat ve Terakki’nin devletimize ve milletimize ettikleri de bununla kalmadı elbet. Milliyetçilik ve Batıcılık adı altında kendi milletinin ruh köküne düşmanlık bu dönemde başladı ve koskoca devlet, kendisini ilerici, aydın addeden bu vatan hainleri sayesinde Birinci Dünya Savaşı’na sokuldu; şuurlu bir biçimde budata budata küçücük Anadolu’ya mahpus edildi.

1919: Sultan Vahdettin Han, Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup olarak çıkmamız ve İstanbul’un İtilâf devletleri tarafından kuşatılması üzerine, geniş bir selâhiyetnâme ile beraber Mustafa Kemal’i, yeni bir ordu tertip etmek ve işgal kuvvetlerine karşı savaşmak üzere Anadolu’ya gönderdi. Peki, Mustafa Kemal ne yaptı? Osmanlı Devleti’nin kendisine sağlamış olduğu imkânı İngiliz ve Fransızlarla anlaşmak suretiyle Osmanlı’yı yıkmak için kullandı. (Fransızlarla alenen, İngilizlerle arka planda yapılan 1921 Ankara antlaşması esnasında kapalı kapılar ardında ne konuşulduğu açıklansın.) Osmanlı’dan devraldığı devlet mekanizmasının üzerine de milletin ruh köküne düşman başka bir rejim kurdu. Şartlar şöyleydi, bilmem ne böyleydi, falan, filan… Dünyanın neresine giderseniz gidin, birinin, kendisine sağlanan imkânı kullanmak suretiyle bu hakkı tanıyana karşı, kendi ve işbirlikçisi olduğu dış mihrakların menfaati istikâmetinde atacağı her adım ihanettir ve adımı atan da haindir...

23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Osmanlı başkentini ve vatanı işgalden kurtarmak gayesinden saptığı gün itibariyle paralel devlet hükmündedir ve gerçekleşen hadisenin adı da askerî darbedir. İki kere iki dört ediyorsa, bu böyle… Lâfı eğip bükmeye lüzum yok... Zaten Kemalist tayfanın dobra tipleri bu hakikati teslim etmektedir.

1960: İttihat ve Terakki’nin Hareket Ordusu ile beraber payitahta gelirken yanında getirdiği yalnız Yahudi, dönme ve masonlar değildi elbet... Bunlarla beraber bir de kısaca “millet bilmez biz biliriz” diye formüle edilebilecek olan jakobenizmdi. Bugün hâlen sağda solda artıkları kalmış Kemalizm de bu jakoben anlayışın bir mahsulüdür. Anadolu insanı da bu tiple “suyun öte tarafından gelenler” vasıtasıyla tanışmıştır. Kısaca tarif etmek gerekirse, her biri küçük birer “tanrıcık” olduklarından İslâm’ı hakir gören bu kâfir taifesi, milletin âdetine, geleneğine, millîliğine ve hâsılı kelâm cemiyetin bizzat kendisine de düşmandır. Bu güruhun yuvalandığı yerlerden biri de, dayanak sınıfı bürokrasi olan Türkiye Cumhuriyeti’nde, tabiî ki bürokrasidir.

1946 senesine kadar zaten tek parti ile idare edilen “demokratik” Türkiye’de, askerî bürokrasi içine yuvalanmış jakobenlerin siyasî iktidara el koyması çok da gecikmemiştir.

27 Mayıs 1960’ta yapılan darbe, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşen ilk askerî darbedir. Dönemin Genelkurmay Başkanı da dahil 200’den fazla general, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ve Başbakan Adnan Menderes yönetime el koyan darbeciler tarafından tutuklanmıştır. 37 düşük rütbeli subay tarafından planlanıp icrâ edilen darbe, emir komuta zinciri içinde yapılmamıştır. Darbeden sonra bu subaylar ve emekli Orgeneral Cemal Gürsel in oluşturduğu Millî Birlik Komitesi memleket yönetimini üstlenmiştir. Paralel devlete paralel devlet…

27 Mayıs 1960’tan, seçimlerin yapılarak normal yaşama geçildiği 15 Ekim 1961 yılına kadar geçen sürede, askerin Milli Birlik Komitesi eliyle cunta olarak iktidarda olduğu dönemdir. Daha sonra 9 Temmuz 1961’de kabul edilen ve 1961 Anayasası olarak da bilinen anayasa değişikliği, 1924 Anayasası’nı yürürlükten kaldırmıştır.

Dönemin iki bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan ile Başbakan Adnan Menderes askerî darbe sonrası yapılan yargılamalar neticesinde idam edildi. Bu arada girişildiğini bildiğimiz üç, bilmediğimiz onlarca cunta teşkili, bastırılmış darbe teşebbüsü daha vardır. Aydemir, en meşhurudur.

1971: 12 Mart 1971 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Jomutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a bir muhtıra vererek hükûmetin istifaya zorlandığı askerî müdahaledir. Bu darbeden bir hafta evvel de Madanoğlu cuntası tasfiye edilmiştir. Bunların hepsi Kemalist tayfadır bu arada…

1980: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Eylül 1980 günü emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askerî müdahale. 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesidir. Bu müdahale ile Süleyman Demirel’in Başbakan’ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi, 1961 Anayasası kaldırıldı, bütün derneklerin faaliyetleri de durduruldu. Parti liderleri önce askerî üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı.

Darbeden sonra 1982 Anayasası hazırlanarak, 1983 yılında siyasî partilerin yeniden kurulmasına izin verildi.

1997: 28 Şubat 1997’de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla anılan, aslında 3 yıl öncesinden, 1994 yılbaşından itibaren başlayan ve irticaya karşı olduğu iddia edilen süreç. Yaşananlar, çeşitli kaynaklar tarafından post-modern darbe olarak adlandırılmıştır.

2007: Türk Silahlı Kuvvetleri adına Genelkurmay Başkanlığı’nın Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısı ile 27 Nisan 2007 tarihinde gece saat 23:20’de yaptığı, “sözde değil, özde laik” açıklaması… Bu açıklama bazı siyasetçi ve gazeteciler tarafından bildiri internet aracılığıyla verildiği için “e-muhtıra” olarak da adlandırılmıştır.

2016: 15-16 Temmuz 2016 tarihleri arasında Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kendilerini Yurtta Sulh Konseyi olarak adlandıran, Kemalist subayların bir kesimini de yanına alan FETÖ’cü bir grup askerin giriştiği darbe teşebbüsü. Bu teşebbüsü bugüne kadar olan diğerlerinden ayıran hususiyetiyse, senelerdir Türkiye’de bürokrasiyi elinde tutan “sözde değil özde” Kemalistlerin “jön” değil, yan rolü oynamalarıdır.

Hâsılı kelâm, Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinden 15 Temmuz’a kadar İngiliz’den olma, Yahudi’den doğma veled-i zinalar Türkiye’de emperyalistler adına iktidarda kalmasını bilmişti.

15 Temmuz’da darbe teşebbüsünde bulunanlar kendilerini her nasıl tanımlarsa tanımlasınlar, milletimizin gerçekleştirdiği huruç, milletimizden gasp edilen İstiklâl Savaşı’ndan beri emperyalistlere karşı elde edilen en mühim zaferdir.

Hukuk

1921: İlk Anayasa ilân ediliyor ve devletin dini, tıpkı milletin de olduğu gibi İslâm.

1922: Lozan’da dayatılan rejimi kabul edip devleti kağıt üzerinde kurtarırken, milletin dinini, maneviyatını, ahlakını peşkeş çekmek üzere melon şapkalarıyla memlekete döndüler.

...aynı sene, saltanat kaldırıldı.

1923: Din-i İslâm adına kazanılan savaşın neticesi olarak Lozan’da mağlubiyet ve manevî teslimiyet anlaşması imzalandı.

1923: Üçüncü dönem İstiklâl Mahkemeleri kuruldu ve Lozan Barış Anlaşması gereği milletimizin dini, kültürü, ahlâkı dar ağaçlarında sallandırılarak idam edilmek istendi.

1924: Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir diyerek, milletin hâkimiyet hakkı gasp edildi.

...aynı sene, İslâm Âlemini bir sancak altında toplayan devletler üstü dinî ve siyasî müessese olan hilâfet kaldırıldı.

...aynı sene öğretim birleştirildi.

...aynı sene İslâm hukukuyla beraber Şeriyye Mahkemeleri kapatıldı ve batı hukukuna geçildi.

1925: Çıkartılan kılık kıyafet kanunuyla, belki de insanlık tarihinde ilk kez bir devlet milletine kültür emperyalizmini bizzat kendi eli ve kurmuş olduğu İstiklâl Mahkemeleri vesilesiyle tatbik etti. 1934’e kadar bu “yenilik”ler sürdü.

1926: İslâm’ı ve İslâm’ın üstünlüğünü anlamaktan aciz hem devleti hem de milleti Batılılara peşkeş çeken küfür soyunca İsviçre’den kopyalanan medenî kanun Türkiye’ye yapıştırıldı.

1928: “Devletin dini İslâm’dır” ibaresi anayasadan çıkartıldı.

...aynı sene İslâm harfleri kaldırıldı ve yerine Latin harfleri getirildi.

1931: Türk Tarih Kurumu kuruldu ve sistemli bir şekilde bir milletin tarih şuurunun ırzına geçildi.

1932: Ezan-ı Muhammedî, Kur’an, Tekbir ve Kamet Türkçe okunmaya başlandı. Esasını okuyanlar cezalandırıldı.

...aynı sene kurulan Türk Dil Kurumu ile beraber İslâm’ı hatırlatan kelimelerin yerine soysuz sopsuz “sözcükler” alınarak dilimiz piçleştirildi.

1933: Yapılan Üniversite Reformuyla memleketin akademileri Yahudi’nin emrine tahsis edildi.

1934: Soyadı kanununun maksadlı bir şekilde uygulanışıyla hem nesebi gayri sahihlerle, yani piçlerle gerçek ülke evladlarının ayrıştırılması imkânsız hale getirildi hem de büyük ailelerin dağıtılmasında ilk adım atıldı.

1962: Kuvvetler Ayrılığı adı altında devlet mekanizmasındaki ahenk tahrip edilmiş ve yönetim demek tevhit demekken, Hristiyan inancındakine benzer bir teslis uygulamaya konmuştur…

***

Prof. Uriel Heyd doğru söylüyor sanki değil mi? Yoksa bütün bunlar niçin yaşansın ki?

Anadolu’nun Hissesine Düşen…

Biz şimdi İsrail’in Gazze’de yaptığı mezalime çok öfkeleniyoruz, şehit ve gazi çocukları, kadınları, erkekleri gördükçe çok zorumuza gidiyor, ne yapacağımızı da bilemiyoruz ya… Bizim yapmamız gereken Türkiye’yi şartların zorladığı misyonuna uygun hâle getirmeye çalışmaktır. Yoksa buradan kuru sıkı İsrail’e sallamanın da, yalandan göz yaşı dökmenin de ne bize ne de Gazzelilere bir faydası yoktur. Gazze’nin esareti daha fazla sürmesin, yarın başka Gazze’ler için öfkelenmeyelim, üzülmeyelim ve hepsinden ötesi biz yarın büyük Gazze hâline gelmeyelim diye Türkiye İslâm düşmanı laik Kemalperest rejimden ve bu rejimin memleketimize soktuğu her türlü melanetten arınmak zorundadır.

Bugün yeni anayasa mevzu bahis olduğunda, 20 senedir iktidarda olan siyasî partinin rejim dolayısıyla hâlâ eli kolu bağlı bulunuyorsa, burada neyin değişmesi gerektiği, neyin mücadelesinin verilmesi gerektiği ve gerekiyorsa ne şekilde verilmesi gerektiği ayan beyan ortadadır.

Türkiye için Kemalperest rejimden kurtulmak bir varlık meselesidir.

Aylık Baran Dergisi 22. Sayı Aralık 2023