Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası verilerine göre, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 8,5’i, yani 700 milyon insan, günde 2,15 dolardan daha az gelirle yaşıyor. Yaklaşık 3,5 milyar kişi ise günlük 6,85 doların altında bir gelirle hayatını sürdürüyor. Bu rakamlar, dünya nüfusunun yarısının insanca hayat şartlarının çok altında yaşadığını gösteriyor. Özellikle Sahra Altı Afrika ve Güney Asya bölgeleri, aşırı yoksulluğun en yoğun hissedildiği alanlar olarak öne çıkıyor.
Bu yoksulluk, sömürü düzeninin mirası
Ancak bu tabloyu yalnızca ekonomik performans eksikliğiyle açıklamak mümkün değil. Bugün bu bölgelerde yaşanan aşırı yoksulluk, tarihî olarak şekillenen bir sömürü düzeninin mirasıdır. Afrika, Asya ve Latin Amerika’da birçok ülke, sömürge döneminde ekonomik olarak Batı’ya bağımlı hale getirildi. Doğal kaynakları çıkarıldı, yerel sanayi gelişimi engellendi ve halk üretim zincirinden koparıldı. Sömürgecilik resmen sona erse de, ekonomik vesayet biçim değiştirerek devam etti. Çokuluslu şirketler ve uluslararası finans kuruluşları, bu ülkelerin kalkınma politikalarını borç ve yardım mekanizmaları üzerinden yönlendirmeye başladı.
Bugün birçok Afrika ülkesi, dış borçlarını ödeyebilmek için sağlık, eğitim ve altyapı yatırımlarından feragat ediyor. IMF ve Dünya Bankası’nın borç karşılığı dayattığı kemer sıkma politikaları, halkın refahını artırmak yerine yoksulluğu derinleştiriyor. Afrika ülkelerinin toplam dış borcu 1 trilyon doları aşmış durumda ve bu borçların faiz ödemeleri, kamu harcamalarının büyük bölümünü tüketiyor.
Yolsuzluk ve kötü yönetim gibi içsel faktörler de bu düzenin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Zira sömürge sonrası dönemde birçok ülkede Batılı devletler, kendi çıkarlarına hizmet eden yerli elitleri iktidara taşıdı. Bu elitler, ülke kaynaklarını halka değil, dış güçlere ve kendi çevrelerine aktararak ekonomik eşitsizliği kalıcı hale getirdi. Böylece yolsuzluk, halkın değil, sistemin ürettiği bir mekanizma hâline geldi.
Tarımsal kırılganlık da yoksulluğu besleyen yeni etkenler arasında yer alıyor. Sahra Altı Afrika’da halkın büyük bölümü geçimini tarımdan sağlıyor, ancak kuraklık, sel ve verimsiz topraklar üretimi sürdürülemez hâle getiriyor. Nüfusun hızla artması, kaynak paylaşımını zorlaştırırken genç işsizliği tehlikeli boyutlara ulaşıyor.
Güney Sudan, Yemen, Burundi ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkeler, doğal kaynak bakımından zengin olmalarına rağmen halkı açlık sınırında yaşıyor. Çünkü bu ülkelerin petrol, altın, uranyum ve maden yatakları; başta ABD, Fransa, İngiltere ve Çin olmak üzere küresel güçlerin kontrolündeki çokuluslu şirketler tarafından işletiliyor. Bu kaynaklardan elde edilen kazanç, yerel halkın refahına katkı sağlamadan bu dış güçlerin kasalarına giriyor; böylece Afrika ve Asya’nın zengin toprakları, Batı’nın ekonomik sömürü düzenini beslemeye devam ediyor.