Milletimizin tarih sahnesine damgasını vurduğu Malazgirt Meydan Muharebesi, İslâm’ın Anadolu’daki istikrarının ve Anadoluculuk davamızın temel taşlarından biridir. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun ifâdesiyle Anadoluculuk kahramanlarımızdan Sultan Alparslan, Bizans İmparatoru Romen Diyojen karşısında iman dolu bir yürek, aksiyon ve stratejiyle milletimizin kaderini tayin etmiştir.
Sultan Alparslan’ın Duası ve Aksiyonu
Malazgirt harbi öncesinde Sultan Alparslan’ın ordusuna yaptığı dua ve hitap, zaferin imanla kazanıldığının vesikasıdır:
“Ya Rabb'i! Seni kendime vekil yapıyor; azâmetin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Niyetim hâlistir; bana yardım et...”
Ardından askerlerine, sultanlık makâmını bir kenara bırakıp saf bir mücâhid gibi seslenerek “Ben de içinizden biri olarak savaşacağım” demesi, İslâm’ın aksiyoner ruhunu en berrak hâliyle ortaya koymuştur.
Malazgirt Zaferi ve Bizans’ın Çöküşü
Bir gün süren şiddetli muharebede Alparslan’ın 50 bin kişilik ordusu, 200 bin kişilik Bizans ordusunu hilâl taktiğiyle bozguna uğrattı. İmparator Romen Diyojen esir alındı. Sultan Alparslan, esir hükümdara hükümdar gibi muamele ederek anlaşma yaptı; Bizans’a ağır şartlar kabul ettirdi. Ancak Bizans Senatosu Diyojen’i tahttan indirip hapse attı ve öldürttü.
Anadolu’nun İslâm Yurdu Oluşu
Malazgirt’ten sonra Türkler Anadolu içlerine ilerleyerek kısa sürede Ege ve Marmara kıyılarına ulaştılar. Bu fetihlerin neticesinde Saltuklular, Mengücüklüler, Danişmendliler, Artuklular ve daha nice beylik ortaya çıktı. Malazgirt, Anadolu’yu yalnızca bir coğrafya olmaktan çıkarıp bir fikir, bir ideal, bir İslâm yurdu haline getirdi. Fatih Sultan Mehmed’in i'lây-ı kelimetullah gâyesi de Malazgirt’in rûhundan doğmuştur.
Anadoluculuk Davası
Bugün de Malazgirt zaferinin işaret ettiği yön aynıdır: Anadoluculuk. Mirzabeyoğlu’nun ifadesiyle, “Anadoluculuk, çıktığı yerden dört kıtaya Peygamber sancağını dikişinden büzüldüğü hâneye doğru kaderini yaşamış ve yaşıyor.” Anadolu’yu nefsimize ve devletimize hâkim kılmak Müslümanların görevidir. İslâm 500 yıl boyunca kılıcını Anadolu’da tutmuş, bozulma da buradan başlamıştır. Öyleyse düzelme de buradan başlayacaktır.
Necip Fazıl’ın Gözüyle Anadolu
Üstad Necip Fazıl, Anadolu’yu “şehitler toprağı, gaziler bucağı, velîler ocağı” diye tarif eder ve ona bir “büyük fikir hamlesi”nin yurdu olma misyonunu yükler. Anadolu, Müslüman milletimizin hem sığınağı hem de yeniden dirilişinin mekânıdır. İdeolocya Örgüsü’nde Anadolu için şunları söylemektedir: “Bozkurdun bir dere kenarında gümüş sulara dalıp gözlerindeki tılsımlı ateşi seyrede ede, içli ve mütevekkil bir söğüt ağacına istihale ettiği (mübarek) diyar; Türkün, gerçek ruh ve muhtevasını bulur bulmaz seyyarlıktan sabitliğe geçtiği, kıt’alar arası tarihî hesaplaşmaların geçit meydanı, medeniyetlerin sergi evi, mahrem ve muazzam Asyanın, Avrupa’ya bakan cumbası; tarih boyunca cihanın en büyük mâna ve madde imparatorluğuna dayanak vazifesini gördükten sonra, dört asırdır öksüz, mazlum, harap ve mahrum yaşayan; bir asırdan beri de ihanetlerin en acıklısına uğrayan, derken ananevî tahammül ve tevekkülünün üstünde ruh eşkiyasının çatı kurduğuna şahit olan misilsiz çile ve işkence arsası, halbuki Anadolu; şehitler toprağı, gaziler bucağı, velîler ocağı, nihayet Anadolu, her taşında bir Yunus Emre’nin oturduğu, her yolundan bir Yunus Emre’nin geçtiği, hak âşıklarının yurdu ki, minareleri, evleri, rüzgârları, ırmakları, kağnıları ve kalbleri hep “Allah Allah!” sesleriyle uğuldamakta... Böyleyken, Anadolu; suları bile “Allah deyu deyu” akarken, tam 65 yıldır kendi iradesiyle başa geçtiğini iddia eden istismar idarelerinin esiri olmak gibi, hayal ve efsaneye sığmaz bir gözbağcılığının, hokkabazlığın zebunu... Anadolu’nun yine 65 yıldır beklediği, böyle bir Anadolu görüşü…” olarak tanımlar ve Anadoluculuğu “Ona, kendi kendisini, kendi uktesini, kendi kökünü göstermeye, kendi özünü ve yemişini kuvvetlendirmeye, sırlarını çözmeye ve dostlariyle düşmanlarını tanıtmaya memur, büyük fikir hamlesi…”
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Kaleminden Malazgirt ve Anadoluculuk
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Ölüm Odası’nda Malazgirt’e dair şunları dile getirmiştir:
“MALAZ: Sürülmemiş toprak… Hani MALAZGİRT… Ne dersiniz? Aile bir bedahet, aileden çıkan kollar ve akrabalık da, derken aileler arası hısımlıklar da, aynı aşiret, aynı köy, aynı bölge(?) içinde olanların topluluğu da, şehirler ve bölgeler de, ülke sınırları addettiğin de, dil de… Bütün bunları ANADOLU ve ANADOLUCULUK gayesi etrafında hâkim bir İSLÂMÎ renk düşüncesinin temin edici unsurları olarak belirtirken, kestirme bir ilgi hâlinde ŞAMANLIK’la İSLÂM Tasavvufu arasında sanki bir geçiş ve tekâmül farkından başka bir şey yokmuş sananlara cevab vermenin güyâ “özünden ayrılma” işi sanılmaması için de söylemiş oluyorum…”
Bugüne Düşen Miras
Malazgirt, bugün de bize yön veren bir pusuladır. Anadolu, İslâm’ın kalbinin attığı yerdir; bu kalbin damarları ise Büyük Doğu–İbda’dan başkası değildir. Bizim yolumuz belli: Anadoluculuk… Bu topraklarda, Sahabîler devrinin örnek toplumunu yeniden ihya etmek, devlet ve cemiyetimizi Mutlak Fikir zemininde diriltmek bizim omuzlarımızdaki misyondur.