Daha güzeli var mı?

Abone Ol

Yaz bitti. Okullar başlayacak. Köyden şehre dönme vakti. Göçmen kuşlar misali desem olmaz. Göçmen kuşlar sıcak mekânları kendine yuva edinmiş. Soğuk günler geldi mi sıcak yerlere göçüp gidiyorlar. Kendilerine huzur içinde yaşayacakları bir mekân buluyorlar. Bense öyle değilim. Ben de göçmen kuşlar misali bir yerden bir yere gideceğim. Lakin benimki göçmen kuşların tam tersi bir hâl. Gerçekten nefes aldığım, her nefeste huzur bulduğum yerden ayrılacağım. Gökyüzünün güzelliğine aşina olduğum, bulutların dansına şahitlik ettiğim diyardan bambaşka bir diyara gideceğim. Köyümden şehre gidiyorum. Toprakla temas etmekten mahrum olacağım. Yağmur yağdı mı toprak kokusunu içime hasretle çekemeyeceğim. Gittiğim şehirde kara renkli asfaltlarda içimi karartarak yürüyeceğim. Önümü kesecek yüksek yüksek binalar. Beni hakir görerek kibirle karşımda duracaklar. Gökyüzüme perde olacaklar. Beni kasvet dolu bir ortamla adeta boğacaklar. Yaz bitti. Hiç bitmesin dediğim günler ne çabuk geçti. Güzel günler su gibi akar derlermiş. Tıpkı onun gibi.

Köyümden kasabama indim. Otobüs biletimi aldım. Otobüsün gelip de kalkmasına daha yarım saat var. Hüzünlü ve durgunum. Başını göğsüne yaslamış güvercin misali hatıralarla baş başa oturmuş bekliyorum. Dalgın bir hâldeyken bir çocuk sesiyle irkildim. “Abi ayakkabını boyayım mı?” Daha ilkokul çağında bir çocuk. Ne de içli bir sesle seslendi. Kanatlarını açıp da uçan bir serçe oldu. Kalbimi ince bir dal eyleyip minicik yuvasını kurdu. Birkaç tahta bulup derme çatma çakarak kendine boya kutusu yapmış. Ayakkabı boyayarak para kazanmakta. Bu ağustos sıcağında elleri siyah renge bürünmüş, ter içinde. Yazın bu en sıcak döneminde güneşin altında adeta pişmekte. Fakat işine kendini öyle kaptırmış ki bunun farkında değil. Ayakkabıma baktım boyanmaya ihtiyacı var. Şehre cilalı gitmek gerek. Şehirde gösterişli olmalı. Yoksa şehirli sana hakir bakar. Köy başka şehir başka. “Tamam” dedim. Ayakkabım boyalı olsa da tamam dedim. Bu minik yavrunun para kazanmasına vesile olmak, onu mutlu etmek isterdim. Nasılsa otobüsün gelmesine daha zaman var. Biraz çocukla konuşur sohbet ederim. Hem de vakit geçer böylece.

Çocuk ben tamam der demez, gözleri parladı sevinçten. Şakayla karışık “bak güzel yap işini” dedim. “Yapmaz olur muyum abi” diye cevap verdi. Boyalı ellerle, yüzünden terler akarken işine dört elle sarıldı. Onun bu hali bana öyle güzel geldi ki. Seyrine dalıp gittim. Emek veren her insan hele bir de ter akıtıyorsa yüzümde güzelleşir. Bambaşka bir çehreye bürünür gözlerimde bu insan. Bu insan azizleşir ve yücelir gönül dünyamda. Hele bu bir de elleri masumiyet tüten bir çocuk olursa. Düşünün kalbimde nakışlanan bir dünyayı. Bir gün önce köyümde yaşadığım son akşam aklıma geldi. Köyümüzde herkesin saygı duyup, hürmet beslediği Salih Amca’nın evindeydim. Yaz dönemi boyunca sık sık yanına gittim. Sohbetine doyum olmazdı. Her sözünde yüreğinden hikmetler dökülürdü. Birinci Dünya Savaşı’nı yaşamış Kurtuluş Savaşı’nda bulunmuş biriydi. Öyle hatıralar anlatırdı ki kapılır gider zamanın nasıl geçtiğini anlamazdım. Nice kahramanlardan bahsederdi, kitaplarda adı geçmeyen. Nice zorluklar yaşadıklarını anlatırdı. Bu zorluklardan geçip hala nasıl yaşadığına doğrusu akıl sır erdiremezdim. Salih Amca’ya sorsam “güzel çocuk bu Allah’ın işi karışılmaz” derdi. “Oğul, sakın akıl her şeyi anlar, çözer sanma” diye her daim ihtar ederdi. Akıl akılsa yerini yurdunu bilecek. Nerde yürür nerde koşar nerde durur anlayacak. Sedir serili odasında duvara yerleştirilmiş eski bir radyosu vardı. Radyoyu iyi dinler günlük haber ve meselelerden her an haberdar olurdu. Altmışlı yıllarda Necip Fazıl’ın konferanslarını dinlemek için şehir şehir dolaşırmış. Büyük bir Necip Fazıl sevdalısıydı. Şiirlerinin hepsini ezbere bilir sık sık anlattığı meselelerde ilgili olduğu yerlerde okurdu. Böylelikle mevzuu zevken akıl üstü bir manada kalbime sirayet ederdi. Onun gibisi gelmedi derdi. Aldığı Büyük Doğu dergileri sandığında özenle duruyordu. Hepsini onun teşviki ve yönlendirmesiyle okumayı başardım. Anlamadığım bahisler oldu mu ona sorar ne muazzam mânâlara gark olurdum. Son gün yine neler neler konuştuk. İçime işleyen bir veli menkıbesini anlattı: “Bir gün bir âlim bir velinin yanına gelmiş. Mevsimlerden kış mevsimi. Veliye ait dergâh, cami falan filan var. Âlim, veliye “caminizde vaaz verebilir miyim efendim?” demiş. Veli sormuş “niçin vaaz vermek istiyorsun evladım?” Âlim, “insanlara hakikati göstermek için, onlara merhametimden dolayı efendim” demiş. Allah dostu bunun üzerine “peki evladım” demiş. “Namazdan sonra kürsüye çıkar vaazını verirsin.” Ezan, namaz derken âlim kürsüde. Büyük bir heyecan ve iştiyakla vaazını vermekte. O sırada üstü perişan bir halde biri camiye girer. Hastalıklı bir görüntü ve sesle “Üşüyorum, üşüyorum, aç ve susuzum. Ne olur yardım edin.” Bunun üzerine âlim kürsüden bir çırpıda inerek herkesin bakışları altında üstündekini camiye giren insana örter ve bir yere oturtur. Yemek ve ekmeği önüne koyduktan sonra tekrar vaazına devam etmek için kürsüye çıkar. Bu arada veli öfkeli bir sesle “in o kürsüden yalancı” der. Âlim de büyük bir şaşkınlık hali. “İn oradan! İnsanlara merhametimden dolayı vaaz vereceğim demiştin. Senin hakiki manada merhametin olsaydı cemaatten tez davranıp yardım etmezdin. Sevabı önce kendin almaya yeltenmezdin. Cemaatin yardım etmesini beklerdin. Baktın ki cemaatten ses ve seda yok o zaman yardımda bulunurdun. Sende merhametin hakikati yok. Sende ön plana geçip gösteriş yapma hastalığı var.”

İslâm, inceler incesi kılı kırk yarmanın yolu. Tasavvuf bu inceler incesi yolda ruh haritasının topoğrafyasını ortaya seren sözden öte hal rejimi. Sahte ile gerçeği avlayıcı bir anlayış mihrakı. Görünmezi gösteriyor. İnsanı derinliğin derinliğine sevk ediyor.

Bu düşünceler içinde yüzerken. Boyacı çocuğun “tamam bitti abi” sesiyle irkildim. Bir baktım ki ne de güzel boyamış. Cilası her şeyi yerli yerinde. “Aferin! Eline sağlık” dedim. “Borcum kaç para?” “Beş lira abi”. Cebime el attığımda beş lira yoktu. Elli lira vardı. Boyacı çocuğa elli lirayı verdim. Elli lirayı alan yavru cebine el attı paralara baktı. Bir türlü parayı bozup üstünü vermeyi başaramadı. “Abi bekle de şu büfelerden parayı bozdurup geleyim”. “Tabii ki”, dedim. Bu arada onun seri hareketleri, parayı bozdurma telaşesi ona olan dikkatimi daha bir artırdı. Ayakkabımı boyayınca elleri daha da siyahlaşmış işini yaparken boyalı eliyle terini silerken bu siyahlık yüzüne de yansımıştı. Başkaları için yürek burkan manzara benim için daha doyumsuz bir hale gelmişti. Boyacı çocuğa sımsıkı sarılıp öpüp koklayasım geldi. Bu arada güneş biraz daha tepemize çıkmış bütün gücüyle yeryüzüne yükleniyordu. Gözlerim ise her an çocukta idi. Büfeler çocuğun verdiği parayı bozmuyorlardı. Çocuk çaresiz gelirken otobüs gelmesin mi? Çocuğa uzaktan seslenip büfeden soğuk bir içecek al, dedim. Bu vesile ile parayı bozdurmayı ve sıcakta bir nebze serinlemeyi düşünüyordum. Nihayet çocuk içeceği aldı ve parayı bozdurmayı başardı. Bu arada bir duygu seli sardı beni. Bir anda derin düşüncelere daldım. Çocuğun bir elinde bozuk paralar bir elinde soğuk içecek. Kendi kendime bu minik yavrunun karşısında hele de böylesi bir sıcakta içeceği içmek doğru olmaz. Çocuğun içi çeker, nefsini kabartmış olurum. En iyisi içimden içeceği ona vereyim, dedim. Tam böylesi bir karar almışken. İçim içimi yedi. Vermiş olduğum kararımı yerle bir etti. İçimden bir ses yapmış olduğun hareketle belki de çocuğu dilenci hükmüne sokmuş olursun. Çocuk karşılıksız bu yardımla alınganlık yapabilir. İçimden başka bir ses başka bir fikri ortaya çıkardı. Çocukla kardeşçe, içeceği onunla birlikte içme fikri zihnimde yer etti. Çocuğa “Müminler kardeştir. Kardeşler yediklerini içtiklerini bölüşmekten mesut olurlar. Benimle içtiğimi paylaşıp beni mutlu etmek ister misin?” deyip içeceğin yarısını içip diğer yarısını ona verecektim. Bu fikri daha çok benimsemiştim. Ruhumu daha bir huzur kaplamıştı. Ne oldu nasıl oldu anlayamadım. Yine içim içimi yedi. Olmaz bunu yapamazsın. Yaptığın çok iyi bir davranış olmaz. İçimde yer eden bu yeni fikir bir önceki fikrimi birden alt üst etti. Sen içip yarısını çocuğa verdin mi ona artığını vermiş olursun. Minik çocuk bana artığını verdin diye bu hareketten hoşlanmayabilir. Ya ne yapmalıyım? Nasıl etmeliyim? İçimden gelen yeni bir ses hemen cevabı verdi: Önce ona ver. O yarısını içip sana versin. Evet, ilk başta bunu nasıl düşünememiştim. Bu fikir bana daha bir cazip geldi. Kalbime bir önceki düşüncemden daha bir huzur verdi. Anlaşılan huzurun da huzuru varmış. Çocuğa düşüncelerimi söyleyip içeceği ona verdim. Sıcakta öyle bir içti ki. Gözüme annesini emmekte olan bir kuzu görüntüsü geldi. İçtikten sonra bana öyle bir baktı ki, sormayın gitsin. Anlatılmazı nasıl anlatayım. Kelimeler yetersiz kalır. Kardeşten öte kardeş olmuştuk. İkimiz de birbirimize minnet dolu gözlerle bakıyorduk.

Ve otobüse bindim. Kapkara asfaltla yolları kaplı olan Ankara’ya doğru yola koyuldum. İslam inceler incesi bir görüş ve düşünüş. İslam kılı kırk kere yarmanın rejimi. Otobüste bir anda yine içim içimi yedi. Bambaşka bir fikir geldi aklıma. Yapmış olduğum hareketten daha güzeli ortaya çıktı. Ne mi bu fikir? Bu hikâyede bunu söylemeyeceğim. Onu da siz düşünün… İslam inceler incesi bir yol. İslam kılı kırk değil kırk bin kere yarmanın rejimi.

Aylık Baran Dergisi 10. Sayı, Aralık 2022

{ "vars": { "account": "UA-216063560-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }