Frankenstein ve Bir Adam Yaratmak

Shelley, Batı’nın seküler bilim anlayışını ele alır; insanın doğa üzerinde sınırsız hâkimiyet kurma isteğini sorgular, ama bunu yaparken sürekli çirkinin, dehşetin ve nefsin karanlık dehlizlerini karıştırır. Necip Fazıl ise aynı hakikati, insan ruhuna doğrudan tesir edecek bir estetikle, ilahî kudreti hatırlatır bir biçimde sunar.

Abone Ol

Mary Shelley’nin 1818’de kaleme aldığı Frankenstein, 19. yüzyılın gotik edebiyatına veya bilimkurgu tarihinin öncülerine ait bir eser olmasının yanında insanın “yaratma” tutkusunun sınırlarını ve Tanrı’ya öykünme iddiasının doğuracağı felaketleri gözler önüne seren felsefî bir uyarı romanıdır. Shelley, insanın doğa üzerindeki hâkimiyet arzusunu ve bu arzunun denetimsiz ilerlemesinin meydana getireceği sorunları işaret ederek, kendi çağının ötesinde günümüz insanına da güçlü bir ayna tutmuştur. Bugün teknoloji, biyogenetik, yapay zekâ ve iletişim gibi alanlarda insanlığın vardığı nokta, Shelley’nin “insan eliyle yapılan canavar” fikrinin modern karşılığıdır.

Eserin merkezinde yer alan Victor Frankenstein, bilimi insanlığın faydasına değil, kendi şöhreti ve kudret tutkusu uğruna kullanır. Ölü beden parçalarından bir canlı meydana getirerek Tanrı’nın rolünü üstlenmek ister; fakat bu teşebbüs, onu kendi “yarattığı” varlığın esaretine sürükler. Victor’un hikâyesi, günümüzde yapay zekâ algoritmalarından genetik müdahalelere, iklim mühendisliğinden biyoteknolojiye kadar uzanan geniş bir yelpazede insanın karşı karşıya kaldığı soruları sembolik bir dille hatırlatır. Bu noktada roman, bir bilimsel deneyin yanlış sonuçları olmaktan öte, insanın kendi eserine yabancılaşmasıyla alakalıdır. “İnsanın insana yabancılaşması” fikri, ferdin kendi elleriyle ürettiği sistemler karşısında mahkûm hâle gelmesini sembolize eder.

Modern toplumun geldiği nokta, Frankenstein’ın yaratığını gösterir niteliktedir. Başlangıçta hayatı kolaylaştırmak için ortaya çıkan teknolojik araçlar, iletişim ağları veya ekonomik yapılar, zamanla insanın ruhunu ve tabiatını kuşatan dev canavarlara dönüşmüştür. Dijital bağımlılıklar, insanın mahremiyetini yok eden sistemler, yıkıcı savaş teknolojileri, insan ruhunu maddeye esir eden teknolojik aygıtlar, Shelley’nin satırlarında ima edilen tehdidin günümüzdeki yansımaları olsa gerek.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in 1937’de kaleme aldığı Bir Adam Yaratmak, Türk edebiyatının en önemli piyeslerinden biri olarak hem estetik hem de fikrî boyutuyla derinlik arz eder. Eser, insanın varlık, ölüm ve kader karşısındaki çaresizliğini sahneye taşıyan hikmetli bir sorgulamadır. Roman yazarı Husrev’in etrafında gelişen olaylar, ferdin kendi yaratıcılık iddiası ile ilahî kudret arasındaki kapanmaz uçurumu gözler önüne serer. Üstad, bu eserinde sanatın ve insan iradesinin sınırlarını işaret ederek, hayatın mutlak hakikatinin yalnızca Allah’ın kudretiyle tayin edildiğini vurgular.

Piyesin merkezindeki Husrev, kalemiyle “yeni bir dünya” kurmaya, kâğıt üzerinde bir “adam” yaratmaya çalışır. Yazdığı eserlerde hayatı ve ölümü kontrol edebileceğini zanneder; sahnede “ölüm”ü canlandırarak kaderin sınırlarına müdahale etmeye kalkar. Ancak bu iddiası, kendi hayatıyla yazdıkları arasındaki çizgiyi bulanıklaştırır. Annesinin ölümü, vicdan azabı ve kendi iç hesaplaşmaları, Husrev’in yazarlık kudretini yerle bir eder. Kendi yazdığı satırlar adeta üzerine çöker, kalemiyle kurmak istediği düzen, onu kendi acziyetine mahkûm eder. Burada insanın “yaratma” iddiası, mutlak kudret karşısında beyhudeliğe dönüşür.

Piyes, modern insanın yaratıcı kudret vehmiyle Tanrı’nın yerine geçme çabasının beyhudeliğini sergiler. Husrev’in yaşadıkları, insanın yaratıcı olamayacağını, kendi sınırlarını aştığı her noktada ilahî kudretin karşısında acziyetini idrak edeceğini gösterir. Böylece eser, “yaratma” iddiasının insana bir üstünlük kazandırmadığını, tam aksine onu daha büyük bir girdap ve çıkmaz içine sürüklediğini ortaya koyar.

Mary Shelley’nin Frankenstein’ı ile Necip Fazıl’ın Bir Adam Yaratmak’ı, farklı kültürlerde doğmuş olmalarına rağmen aynı sorunun etrafında buluşur: İnsanın yaratıcı olma iddiası. Frankenstein’da bu iddia bilimin alanında ortaya çıkar. Victor Frankenstein, laboratuvarında yeni bir varlık meydana getirerek Tanrı’ya öykünür. Bir Adam Yaratmak’ta ise bu iddia sanatın ve düşüncenin sahnesinde belirir. Husrev, kalemiyle bir “adam” kurmaya çalışır; fakat yazdığı eserin ve hayatın gerçekliği arasında sıkışıp kalır.

Her iki eserde de insan, kendi sınırlarını aşmak isterken ürettiği şeyin esiri haline gelir. Frankenstein’ın canavarı, Victor’u ve sevdiklerini yok eden bir güce dönüşür. Husrev’in kaleminden çıkan “yaratma çabası” ise onu vicdan azabı, ölüm korkusu ve manevi çöküşle kuşatır. Biri bilimin canavarıyla, diğeri kendi ruhunun sanrılarıyla boğuşur. Ancak ikisinde de insan, Tanrı’nın yerine geçmeye kalktığında kendi eserinin altında ezilir.

Aradaki fark, iki eserin bakış açısında belirginleşir. Shelley, Batı’nın seküler bilim anlayışını ele alır; insanın doğa üzerinde sınırsız hâkimiyet kurma isteğini sorgular, ama bunu yaparken sürekli çirkinin, dehşetin ve nefsin karanlık dehlizlerini karıştırır. Frankenstein’ın canavarı, bir laboratuvarın ürünü olmaktan çıkar; insanın içindeki hoyratlığın, doyumsuzluğun ve Tanrı’ya öykünme iddiasının vücut bulmuş hâli olur. Bu yüzden Batı romanında “çirkin” ve “dehşet” merkezî bir unsurdur; okuyucuya insanın ne kadar korkunç bir varlığa dönüşebileceğini göstermek için sürekli olarak yüzeye çıkarılır. Batı romanının buradaki temel eğilimi, insana kendi karanlığını göstermek, onu ürkütmektir. Adeta bugünkü Batı’nın geldiği vaziyeti işaret etmektir.

Necip Fazıl’ın Bir Adam Yaratmak’ında ise aynı mesele bambaşka bir estetik zeminde ele alınır. Burada da “çirkin” vardır, fakat bu çirkinlik sahnede kaba bir dehşet unsuru olarak değil, hikmetli bir uyarı ve ilahî ihtar havası içinde işlenir. Husrev’in aczi, aslında insana doğrudan bir hakikati hatırlatır. Yaratan ile yaratılan arasındaki kapanmaz mesafeyi. Doğu romanının yahut İslâm estetiğinin ruhu, okuyucuya korku ve karanlıkla değil, hakikati hatırlatma ve güzelin işareti üzerinden seslenir, kendi nefsiyle yüzleşmeye zorlar. Necip Fazıl, Husrev’in ruhî buhranını işlerken aslında bir yandan “iyi, doğru ve güzel”in mutlak ölçülere bağlı olduğunu, insanın bu ölçülerin dışında bir kudret vehmine kapıldığında kendi kendisini tükettiğini gösterir.

Dolayısıyla Frankenstein ile Bir Adam Yaratmak arasındaki karşılaştırma, yalnızca insanın yaratıcı olma iddiası üzerinden değil, Batı ile Doğu estetik anlayışlarının farkı üzerinden de okunmalıdır. Shelley, insana nefsinin canavarlığını teşhir eder; Necip Fazıl ise aynı hakikati, insan ruhuna doğrudan tesir edecek bir estetikle, ilahî kudreti hatırlatır bir biçimde sunar. Biri, Batılı toplumların günümüzde hâlâ içinde debelendiği umutsuzluk, yabancılaşma ve karanlık halet-i ruhiyeyi öncelerken; diğeri, iyiyi, doğruyu ve güzeli empoze eden bir ufka işaret eder. İşte bu yüzden iki eser de aynı hakikati dile getirse de, Bir Adam Yaratmak insan ruhuna daha derinlemesine nüfuz eder ve bir çıkış yolu gösterir.

Aylık Baran Dergisi 44. Sayı Ekim 2025

{ "vars": { "account": "UA-216063560-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }