Bugün kendini sol romantizme kaptırıp eşcinsellik sevdasına kadar düşen bazı DEM'lilerin Kürtleri temsil ettiğini düşünmek, hem Kürt halkına hem de hakikate yapılan bir haksızlıktır. Eğer birliktelik DEM üzerinden kurulacaksa, bu yapının içindeki yabancı unsurların tasfiyesi şarttır. Bu temizlikle birlikte gerçek temsil makamı Müslüman Kürtlere geçecek, halkın mayasındaki asıl ses yükselecektir. Zaten mevcut sistemde Kürtlerin sosyolojik ağırlığı ve nüfus itibarıyla merkezî konumu inkâr edilemeyecek bir seviyeye ulaşmıştı. Eğer mesele etnik kimlik üzerinden yürütülecekse, zaten birkaç yıl içinde iktidarın Kürtlere geçmesi mukadderdi.
Ancak mesele sadece sayı değil, ruh meselesidir. Devletin geçmişle yüzleşmesi, kendi nefs muhasebesini yapması; PKK çizgisindeki Kürtlerin de ABD ve İsrail eksenli kuklalıktan sıyrılarak bu topraklarla yeniden barışması, hem Kürt halkı hem de ümmet için hayırlı olacaktır.
Bugün kurulan üçlü ittifak -Türk, Kürt ve Arap unsurlarından müteşekkil- sadece bir siyasi denklemle sınırlıysa anlamı yoktur. Asıl mesele şudur: Hangi Türk, hangi Kürt, hangi Arap? Ayrımı bu sorular üzerinden yapmak zorundayız. Bu yeni tanımda "yerli ve milli" ifadesi, Müslüman olan ve olmayan diye yeniden tarif edilmelidir. Çünkü İslâm’dan başka hiçbir fikir sistemi insanı ve insan topluluklarını birleştirip tek bir hakikatte eritip diriltemez.
İslâm, fertte de toplumda da şahsiyet inşa eder. Kürt, kendi cemiyetini; Türk, kendi cemiyetini; Arap, kendi cemiyetini temsil ederken bu birlikteliğin ruhunu İslâm'dan almalıdır. Batı felsefesi, insanı "haklar" diyerek yalnızlaştırmış, bireysel benliğin kuyusunda bir canavara çevirmiştir. Oysa İslâm, insanı benliğin ötesine taşıyarak küllî bir ruhta bütünleştirir. Gerçek birlik ancak bu temelde mümkün olur.
Ben bir Kürdüm. Bu toprakların evlâdıyım. Bugün yaşanan kardeşlik arayışında Kürtlerin aslî meselesini ortaya koymakla mükellefim. Ne DEM'ciyim, ne Erdoğancı, ne Bahçelici. Ama Müslüman bir Kürt olarak üzerime düşen neyse, sahada yerine getirmeye ahdetmiş biriyim. Aynı sorumluluk, bu çatının altında birleşen tüm kavimler için de geçerlidir. Çünkü İslâm şahsiyet verir.
Mizacını, kültürünü, dilini kendi varlık hakikatinden almayan insan, şahsiyet olamaz. Hiçbir kavim İslâm’a şeref katamaz; ancak İslâm’la şereflenebilir. Müslüman olmayan hiçbir kavim de hakikî üstünlük vasfına ulaşamaz, çünkü insan olmanın tekâmülünü henüz tamamlamamıştır. Irkların iç cevheri, sadece İslâm ile açığa çıkar. Farklı mizaç ve yeteneklere sahip olan bu kavimler, İslâm’la birlikte büyük bir medeniyetin sütunları hâline gelir.
Türkler teşkilatçılıkta kuvvetlidir, bu sebeple tarih boyunca devletsiz kalmamışlardır. Ancak derin düşünce üretme konusunda zaaf taşırlar. Kürtler ise, Farsî mizaçlarıyla düşünce ve hikmet zemininde derinlik sahibidir. Araplar ise yalnızca hitabet değil, aynı zamanda yüksek bir isteme gücüne sahiptir. İstedikleri şeye tutkuyla yönelirler ve eğer bu yöneliş nefs merkezli değilse, en yüksek aksiyonlara yönelme potansiyeline sahiptirler. Her kavmin kendine has meziyeti, ayrıştırıcı değil, bütünleştirici bir unsurdur. İslâm, bu özellikleri ortak bir ruh içinde birleştirerek ideal ümmet yapısını kurar.
Bu birlik, ancak İslâm’a dayanan bir devlet modeliyle yeniden şekillenebilir. Türk, Kürt ve Arap; anlayış, kültür, tarih ve dil bakımından en sağlam temellere sahip üç sütundur. Bu birlik, doğudan doğan bir fikirle inşa edilmeli; Batı’ya uzanan bir köprüye dönüşmelidir. Ancak bu köprünün ayakları Anadolu’da kurulmalı, taşıyıcı sütunları bu toprakların ruhunda yoğrulmalıdır. Anadolu, tarih boyunca hakikatin sancaktarlığını yapmış, doğu ile batı arasında sadece coğrafi değil, fikir ve ruh bakımından da bir geçiş ve etkileşim merkezi olmuştur.
Mutlak Fikir İslâm'dır.
Aylık Baran Dergisi 42. Sayı, Ağustos 2025