Nakıslıklar diyarında tamamı aramak

Abone Ol

Bir sohbetinde hocam, “Nakıs olanın Kâmil olanı idrak etmeye gücü yetmez” demişti. Bu düstura binaen, dünya denen bu nakıslıklar diyarının tamam’a erdirmeye gücü yeter mi diye düşündüm. Bu dünyanın, hayırdan bile şer çıkaran; şerden hayırlara yol açan bir hikmetler mekânı olduğunu gördüm.

Burada kimse tam olmayı beceremezdi; kimsenin gücü tamam olmaya yetemezdi. Bundandır: her bakan görmez, her gören idrak edemez. Sırf bundandır insanın, aynaya bakınca değil de mümin kardeşinde kendini görmesi.

Kendini bilmeye bu kadar vasıta gereken insana, Rabbini bilmek direkt olur muydu? Burada yolunu bulabilsin diye, ziyasından bir damla verdiği göz denen çukurla cemalini temaşa etmeye gücü yeter mi? Kulakları, kelamını işitecek kudrette mi yaratıldı? Ya aklı, beyninin zayıf kıvrımlarıyla Rabbini bilmeye kâfi midir?

Peki ya insanı bulmaya gönderen Yüce Kudret, onu bu şiddetli fırtınalarla dolu vahada yalnız mı bıraktı? Rahmetinden yarattı, rahmetini tatsın diye yolladı ve yine rahmetini göstermek için rehbersiz bırakmadı. İşaret olsun diye yeri, göğü ve ikisi arasındakileri yarattı. Bunlarla yolunu bulamayanlara, kendine dost seçtiği peygamberleri gönderdi.

“Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim, kâinatı yarattım” manasından yola çıkarak; başta elçileriyle, sonra gözün izlediği, kulağın işittiği her nesneyle kendini tanıttı insana.

Bunca sanatı, birbirini tamamlayan zıtlıklar içinde yarattı. Yarattı ki siyahın manası beyazdan çıksın, güzel güzelliğinin tadını çirkinle kıyastan alsın. Madem bu dünyada zıtların birbirine işaret etmesi vardı, o zaman insan nakıslığını bildiği kadar Yüce Kudret’i tanıyabilirdi.

Vaktiyle bir şeyh, secdeye varmış müridine, “Secdede neyi düşünürsün?” diye sormuş. Mürid de, “Allah’ın azametini,” demiş. Şeyh, o aciz müridine şöyle demiş:

“Allah’ın azametini düşünme, O’nun azameti karşısında ne kadar aciz olduğunu düşün. Çünkü O’nun yüceliğini ancak böyle anlayabilirsin.”

Bu kıssadaki mürit, Rabbini bilmeye meyleden her kuldur. Kul her ne zaman bilmeye yönelse, kıssadaki uyarıcı gibi bir sesle karşılaşır. Bulmaya liyakat denebilecek, hazırlık sayılabilecek bazı aşamalardan geçer. Bazen mahluk, lisan-ı hâl ile; bazen de lisan-ı dil ile kula der ki: “Sen acizsin.” Ve bu acziyetin farkında olmak, O’nun yüceliğine açılan ilk kapıdır.

İnsana uzatılan her ip, onu önce kendine çeker. Her karşılaşma, kendi içindeki bir yönü gösterir. Yansımalardan oluşan bir aynalı koridordan geçer gibi, insan her temasla biraz daha eksik yanlarını görür. Aşkını bile dokundurmak istediği kalbi öncesinde bir Leyla ile yakar. Yakar ki o ateşi, İbrahimî bir yangına çevirsin. Hani ateşe “İbrahim’e serin ve selametli ol” demişti ya... Aşığın kalbine de “serin ve selametli ol” emri olarak Leyla’yı gönderiyor. Çünkü O’nun aşkı direkt insana dokunmuş olsa, arkasında kül bile bırakmazdı. Allah, kendini sevmeye bile yaratılanı sevdirerek hazırlar. Bu yüzden önce yaktırır, sonra serinletir.

Dış muhatapların yontmasıyla kul kendini bilir, çarptığı her mânâ onda bir eksikliği açığa çıkarır. Ve kul, “Kendini bilen Rabbini bilir” düsturuna binaen, topladığı bu nakıslıklarla kendini yeniden inşa etmeye başlar.

Eksikliklerini fark ettikçe acziyetini görür, acziyetini gördükçe olmaya başlar. Artık kendini tanıyan insan, mekânın da farkına varmaya başlar. “Semaya bakmıyorlar mı?” ayetine muhatap olur. Âlemdeki nizamı fark eder. Her şeyin bir ölçüyle yaratıldığını, her şeyin bir kudrete boyun eğdiğini görür. Ve bu boyun eğişin içinde bir aşkın dolaştığını sezerek hayrete düşer.

Sebepler diyarında aksini görmeye ayna gereken insan, Yaradan’ını bilmeye ise eserlerini düşünmekle; O’nu görmeye, sanatını temaşa etmekle başlar. Hayreti arttıkça acizliğini fark eder; acizliğini fark ettikçe, onu yaratan kudretin azametine şahit olur.

Bunca eserin işaret ettiği o güzel, öyle güzel gizlemiştir ki kendini; sadece güzel bakmayı bilenler görebilir O’nu.

Çünkü bunca sanat, sırf O’na vasıl olmak için rahmetinden damladı.

Bu muhabbet, yolunu şaşırır da maddeye verilirse akar gider, solar biter.

Mânâya erer ise kalır, yeşerir, büyür, çiçeklenir.

Aylık Baran Dergisi 42. Sayı, Ağustos 2025

{ "vars": { "account": "UA-216063560-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }