Necip Fazıl’ın Eserlerinde Hadis isimli esere dair

Kâzım Albayrak’ın “Necip Fazıl’ın Eserlerinde Hadis” adlı çalışması, Üstad’ın külliyatındaki 2700 hadisi titizlikle inceleyerek bunların fikir, estetik ve aksiyonla nasıl bütünleştiğini ortaya koyuyor. Hadislerin Üstad’ın düşünce sistemindeki yerini ve hikmet merkezli yaklaşımını ele alıyor.

Abone Ol

Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde hem şiir hem de fikir mücadelesiyle yankı uyandırmış; bir sanatkâr, bir nizam kurucusu, bir aksiyon insanı olarak temayüz etmiştir. Onun "Allah ve Resulü" merkezli dünya görüşü, siyasî ve sosyolojik bir duruş olmakla birlikte, Kur’an ve sünnet temelli bir hayat anlayışının, bir iç dünya mimarisinin fikirde sistemleşmesidir. İşte bu büyük tefekkür mirasının en az işlenmiş ama belki de en temel damarlarından birini Kâzım Albayrak, “Necip Fazıl’ın Eserlerinde Hadis” başlıklı çalışmasında titizlikle ortaya koyar. Bu çalışma, hem bir akademik araştırma hem de bir anlamda manevî bir muhasebe örneğidir. Zira Albayrak, Üstad Necip Fazıl’ın yüz cildi aşan külliyatında yer alan yaklaşık 2700 hadisi tek tek taramakla kalmıyor, bu hadislerin hangi bağlamda nasıl işlendiğini, hangi fikir ve estetik örgü içinde yer aldığını da tahlil ediyor. Böylece kitap, bir kaynak taraması olmakla birlikte hadis-sünnetin bir sanatkâr-mütefekkir zihninde nasıl bir imana, nasıl bir aksiyona ve nasıl bir dile dönüştüğünün izini sürüyor.

Esere kısa bir giriş

Kâzım Albayrak, birinci bölümde Necip Fazıl’ın hayat seyrini hadislerle kurduğu irtibatın temel zemini olarak ele alır. Onun Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri’yle tanışmadan önceki dönemini bir arayış, sonrasını ise iman ve aksiyon dönemi olarak tanımlar. Bu kırılma, Necip Fazıl’ı fikir ve aksiyonu birleştiren, çileyle yoğrulmuş bir şahsiyet haline getirir. Albayrak’a göre Necip Fazıl yalnızca şair değil; düşünce, ahlâk ve aksiyonun birleştiği çok yönlü bir kurucu şahsiyettir. Büyük Doğu ise bir dergi olmanın ötesinde Kur’an-Sünnet temelli yeni bir medeniyet projesidir. Necip Fazıl, kavramları kendi diliyle yeniden tanımlar, teşhis ve tedaviyi birlikte sunar. Albayrak’ın eserde ele aldığı Necip Fazıl’ın çok yönlü biyografisi onun İslâm ahlâkı, ilim ve özellikle hadisle kurduğu derin bağın da bir göstergesidir.

Mesela Albayrak’ın aktardığı hatıralar, Necip Fazıl’ın sert görüntüsünün gerisinde son derece ince ruhlu bir insan olduğunu gösterir. Dostlarının anlattığına göre Üstad, kapısını çalan herkesi -çocuk da olsa- ayağa kalkarak karşılar. Para hesabı yapmaz; küçük bir işi halleden ustaya yüklü ücretler öder, misafirine değerli eşyasını hediye edecek kadar eli açıktır. Dostlarına büyük bir vefa besler. Avukatına “kazandığım sevaplar senin olsun” diyecek kadar kendinden vazgeçer, bir öğrencinin disiplin sorununa bizzat müdahale eder. Zaman zaman sert görünen tutumunun altında ise gösterişten kaçınan bir tevazu yatar. Gençleri ihmal etmez. Gece yarısı hasta dostlarını hastaneye götürür. Bu hatıralar, onun merhamet, cömertlik ve vakarını somut örneklerle öne çıkararak insanî portresini tamamlar. Eserde bu hatırlara genişçe ve farklı örneklerle yer verilir.

Necip Fazıl’ın tasavvufa bakışı

Necip Fazıl’ın tasavvufa bakışı “şekil ve taklitten ibaret” gelenekçi bir tavırda değildir. Ona göre “Allah Resûlü’nün zahiri şeriat, bâtını tasavvuf”tur, dolayısıyla hakikat zâhir-bâtın bütünlüğünde idrak edilebilir. Tasavvuf, belirli ritüellere indirgenmiş “kâl” değil, hayatın her alanında yaşanan “hal”dir; bu sebeple Üstad, tekkede içe kapanmak yerine şeyhi Seyyid Abdülhakim Arvâsî’den aldığı manevî cevheri aksiyon halinde meydanlarda, Büyük Doğu mücadelesinde işlemeye çalışır. İç disiplin ile toplumsal dinamizmi birleştiren bu kavrayışta tasavvuf yolu ile kalbi “vecd”le canlı tutarken fiili mücadeleyi de hikmete yönlendiren ana yoldur. Bu çalışmada Üstad’dan bazı kavramlar ön plana çıkarılmaktadır. Bunlardan biri “vecd” olup, Üstad’ın “vecd adamı” olduğuna vurgu yapılmaktadır.

Üstad’ın referansları

Albayrak, Necip Fazıl’ın temel kaynakları olarak İmâm-ı Gazzâlî, Muhyiddin İbn Arabî, İmâm-ı Rabbânî ve mürşidi Seyyid Abdülhakim Arvâsî’yi gösterir. Buna ek olarak Ebû Hanîfe’nin fıkıh mirası, Kastallânî’nin el-Mevâhibü’l-Ledünniyye’si, Fahruddîn Safî’nin Reşahât’ı ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Mârifetnâmesi de zikredilir. Albayrak, Necip Fazıl’ın bu klasik metinleri Kur’an ve Sünnet bütünlüğü içinde kullanarak Büyük Doğu fikriyatına dayanak yaptığını belirtir.

Üstad Necip Fazıl’ın eserlerine kısa bakış

Albayrak, Necip Fazıl’ın 112 kitabını (107 telif, 5 tercüme-sadeleştirme) fikir, edebiyat, din-tasavvuf ve tarih başlıklarıyla sınıflandırır; 1973’te kurulan Büyük Doğu Yayınları sayesinde Üstad’ın metinlerini sürekli revize ettiğini gösterir. Çile’nin ilk adının “Senfonya”, Çöle İnen Nur’un “O ki O Yüzden”, O ve Ben’in “Büyük Kapı” olduğunu; Başbuğ Velilerden 33 ile Veliler Ordusundan 333’ün de isim değiştirdiğini belirtir. İdeolocya Örgüsü’nde bölümlerin yer değiştirmesi, “İslâmı Yenilemek” faslının eklenmesi gibi düzenlemeleri “diri metin” yaklaşımı olarak yorumlar. Üstad, fikir hareketliliğini kitaplarına da yansıtarak eserlerini okura sürekli yeni kapılar açacak biçimde günceller.

Necip Fazıl’ın İslâm’ı anlama usulü

Kâzım Albayrak’ın eserine göre Necip Fazıl, İslâm’ı Ehl-i Sünnet çizgisinde yorumlar; fakat metinleri sadece dış anlamıyla bırakmaz, içindeki hikmeti ve ruhu da araştırır. Ona göre din, şekil ve mânâyı birlikte taşımalıdır; aksi hâlde cansız kalır. Bu yüzden fıkıh, ahlâk ve tasavvufu tek potada eriterek hem kişiyi olgunlaştıran hem toplumu düzenleyen bir bütün kurar. Tasavvufu da yalnızca zikir olarak görmez, kalbi eğiten ve sosyal hayata güç veren canlı bir kaynak olarak görür. Ayrıca “usul”ü, yani doğru yöntemi her şeyin üstünde tutar. Bu yüzden çağın sorunlarını tespit eder, sonra Kur’an ve Sünnet ışığında çözüm modelleri geliştirir. Amaç yüzeysel bir reform değil, İslâm’ı özüne sadık kalarak yeniden derinlemesine kavramak ve çağın diline aktarmaktır.

Büyük Doğu

Kâzım Albayrak, Büyük Doğu’yu bir dergiden daha fazlası, “teşhis ve tedavi” ilkesine göre modern bunalımı Kur’an-Sünnet ışığında çözen bir diriliş fikri olarak tanımlar; Doğu sözcüğünü de coğrafya değil yeniden doğuş anlamında kullanıldığını ifade eder. Necip Fazıl dergiyi on beş dönem boyunca sürekli yeniler, başlıklar ve fasıllar ekleyip çıkararak metinlerini diri tutar; bu canlı yapı “İslâmiyet’in emir subaylığı” ifadesiyle özetlenir. Büyük Doğu yalnız sayfalarda kalmaz, düşünce, sanat, örgütlenme ve siyasette kaldıraç görevi görür; Sezai Karakoç’tan Salih Mirzabeyoğlu’na uzanan etki zinciri bunun göstergesidir. Yüceler Kurultayı modeli, Altun Ordu subay modeli ve cami minaresiyle fabrika bacasını birleştiren ekonomi fikri gibi projeler ideolojiyi somutlaştırır. Sonuçta Büyük Doğu, aklı, kalbi ve eylemi birlikte çalıştıran; her baskıda tazelenerek “doğuş” niteliğini koruyan bir İslâm inkılâbı girişimi olarak resmedilir.

Necip Fazıl’da hadislerin hikmet ve işlevi

“Hadislerin Hikmet ve İşlevi” başlığı Necip Fazıl’ın rivayete değil dirayete (maksat-merkezli kavrayışa) odaklandığını vurgular. Üstad, “Resûl’ün sözü bütünüyle hikmettir” diyerek hadisi salt bilgi nakli değil “tasavvufun bâtın, şeriatın zâhir kanadıyla birleşen canlı ölçü” sayar; “Allah Resûlü’nün zâhiri şeriat, bâtını tasavvuftur” cümlesini bunun anahtarı olarak gösterir. Bu yüzden isnad tartışmalarına girmektense fıkhu’l-hadîse -metnin iç anlamı, toplumsal bağlamı ve aksiyon hedefi- yoğunlaşır; hadisi cemiyetin ihtiyaçlarına göre “hikmet, ölçü, kaide, kanun” gibi farklı etiketlerle değerlendirir.

Albayrak, Necip Fazıl’ın seçkisini üç özellikle tanımlar:

1- Zühd-tasavvuf ve irfan boyutunu besleyen sözler (“Hikmet mü’minin yitiğidir”).

2- Ahlâk-estetik ilkesini temellendiren hadisler (“Allah güzeldir, güzeli sever”).

3- Cemiyetin inşa-ıslahını hedefleyen emirler (“Bulunduğunuz hale göre idare olunursunuz”).

Necip Fazıl, kıyametle ilgili rivayetleri geri planda tutar; çünkü onun gayesi bugünkü -yukarıda saydığımız kavramlar üzerinden- sorunlara çözüm sunmaktır. Hadisleri, insanların hayatını düzenleyecek pratik adımlara çevirmeyi gaye edinir. Böylece hadis, kuru bir kural değil; güzel bir dille ezberlenen, her kesime ulaşan ve Büyük Doğu düşüncesinin “sorunu bul-çözümü uygula” şemasında temel malzeme olan canlı bir rehbere dönüşür. Nur Harmanı başta olmak üzere eserlerinde hadisleri verme üslubu da estetik bir dil olduğunun göstergesidir.

Necip Fazıl’ın eserlerinde Kur’an

Kâzım Albayrak, “Necip Fazıl’ın eserlerinde Kur’ân” bölümünde üç ana nokta belirler. Birincisi, Üstad’ın temel ilkesi: “Kur’ân mutlak hüküm; Sünnet, onun açıklaması ve pratiğidir” (İman ve İslâm Atlası). Necip Fazıl, Kur’ân’ın tercüme edilemeyeceğini, yalnızca meâl yapılabileceğini vurgular; gerçek tefsirin ise önce Resûlullah’a, sonra sahâbe ve tâbiîne dayandığını hatırlatır. İkincisi, Kur’ân’ı “aksiyon emri” olarak okuyuşudur. Bakara 2/30’u -“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım…”- eserlerinde ana eksen yapar ve aynı çizgide aksiyon-amele çağıran diğer âyetleri öne çıkartır. Üçüncüsü, âyetleri metin içinde işleyiş biçimidir: Albayrak, Üstad’ın 38 telif eserinde doğrudan yaklaşık 270 âyet kullandığını, tekrarlar ayıklanınca bu sayının 150’ye düştüğünü ancak bu sayıya işaret yoluyla olan âyetlerin dahil olmadığını tercüme-sadeleştirme beş eserdeki 200 ilaveyle toplam âyet sayısının 470’e yükseldiğini kaydeder. Tekrarsız âyet adedi 260 civarındadır; en yoğun kullanım Çöle İnen Nur (63 âyet), İman ve Aksiyon (27), Hazret-i Ali (27), İhtilal (19) ve Peygamber Halkası’ndadır (18).

Hazreti Peygamber Tasavvuru ve Temel Özellikleri

Albayrak’a göre Necip Fazıl, Peygamber’i varlığın sebebi ve Kur’ân’ın iniş gayesi olarak görür; “O ki varlık, O yüzden var!” cümlesiyle kâinatı tamamen Resûl’e bağlar. Onun adını anarken “Allah Resûlü”, “Kâinatın Efendisi”, “Gaye İnsan-Ufuk Peygamber” gibi unvanlar kullanır, “Muhammed” ismini bile hürmetten çekinerek telaffuz eder (ilk harfinden sonra 7 nokta ile yazar) ve ana kavram olarak “nur”u seçer: Resûl, yaratılış nurunun kendisidir. Bu sevgi, Türk-İslâm geleneğiyle birleştiği için millete can veren bir maya hükmündedir. Albayrak, “Necip Fazıl'da Peygamber sevgisi, akılla inanmak değil, kalp (aşk) ile inanmak olup dil ile edebiyatını yapmak değil, canıyla aksiyona geçmek şeklindedir.” der.(140) Üstad’ın Allah Resulüne olan sevgisini de şu şiiriyle Çile’den taçlandırır:

“Allah, Resul aşkıyla yandım, bittim, kül oldum! / Öyle zayıfladım ki sonunda herkül oldum.”

Necip Fazıl’ın sahâbeye bakışı

Albayrak, Necip Fazıl’ın sahâbeyi “iman mimarisinin kurucu nesli” olarak gördüğünü vurgular. Üstad, onları velî ve âlimlerin bile yetişemeyeceği bir şeref katına yerleştirir ve İmam-ı Rabbânî’nin “Velilerin en büyüğü, sahabîlerin en küçüğünün atının burnuna kaçan toz olamaz” sözünü sıkça tekrar eder. Bu konum, sahâbeyi hem Sünnet’in canlı taşıyıcısı hem de İslâm’ı yayan güven halkası yapar. Dört Raşid Halifeyi merhamet, adalet, edep ve ilim dört camı olan bir fenere benzeterek model kurar. Külliyatında seksen dört sahâbinin portresini verir, öte yandan konferanslarında “her sahâbi ebedî aksiyon yolcusudur” cümlesiyle bu dinamizmi öne çıkarır. Sahâbîye olan hürmet böylece Necip Fazıl’ın dünyasında bugünkü Müslüman kimliğinin ve içtimaî ıslahın olması gereken bir rol modeli hâline gelir.

Albayrak, Üstad’dan yaptığı şu alıntıyı da bu meseleye dahil eder ve örnek alınmasını belirtir: “Mayası tutmaya başlamış olan bu nesil kendisine örnek olarak sadece vecd ve aşktan, ateş ve lavdan, hikmet ve aksiyondan yoğurulmuş ‘sahâbi’ tipini ele alacak ve Dört Büyük Halife Devirlerini takip eden birkaç müsbet çığır ve örnekten gayri hiçbir devri ve nesli beğenmeyecektir.”(152)

Necip Fazıl'ın hadisleri anlama yöntemi

Albayrak, Necip Fazıl’ın hadisleri sened tartışmasına boğmadan “maksadı ve faydayı” öne çıkararak kullandığını aktarır; zühd, ahlâk ve toplum düzeniyle ilgili rivayetleri seçer, kıyamet sahnelerini ise geri planda bırakır. Aynı metin içinde bir rivayeti “hadis”, “ölçü”, “hikmet”, “kaide” ya da “kanun” diye adlandırması, sözü güncel ihtiyaca göre işlettiğini gösterir. Kaynaklarını “en emin menbalardan” aldığını belirtir; ancak sahihlik titizliğinden de vazgeçmez, “Benim ağzımdan söz uyduranın yeri ateştir” hadisi üzerinde durarak uydurma rivayete karşı uyarır. Hadis -nakledilen söz, fiil ve takrir- ile uygulamada kesinleşmiş sünneti ayırır; her hadis (örneğin kabak yemek rivayeti) bağlayıcı kural olmaz. Rivayetleri mana ve hikmet ekseninde işleyerek Büyük Doğu düşüncesinin yapı taşlarına dönüştürür. “Eşyayı zapt ve teshir eden insan” âyetini ve “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır” hadisini ana başlıklar yapıp eserlerinin pek çok yerine dağıtır.

Hadisleri hikmet temelli yorumlaması

Albayrak, “Hikmet Temelli Yorumlaması” başlığında Necip Fazıl’ın hadise bakışını şöyle özetler: Şair, rivayetleri sened tartışmasına gömülmeden, içindeki maksat ve yararı arayarak açıklar; âyet ve hadisleri “damıtılmış bal” gibi özü alınmış reçetelere dönüştürür. Bu yaklaşım “makâsıd-ı şerîa” ve “öncelikler fıkhı” ölçüleriyle hükmün ardındaki sebep-sonuç bağını açığa çıkarır.(170) Hedef, zamanın değer boşluklarını faziletle doldurmaktır. Albayrak, bu bakışın üç alanda işlediğini söyler: bilgi değerinde hadis sağlam bir referans üretir; estetik değerde kaba çevirileri reddedip sözü şiirle yüceltir; içtimaî değerde ise seçilen rivayetlerle toplum inşa projesi kurulur.

Hadisleri estetik temelli yorumlaması

Albayrak’ın “Estetik Temelli Yorumlaması”na göre Necip Fazıl, hadisi yalnızca öğüt kaynağı değil, güzel bir dil ve zarif bir üslup taşıyan sanat malzemesi sayar. “Pis borudan temiz su akmaz” diyerek kaba tercümelerin hem dinin ruhuna hem de dış etkisine zarar vereceğini söyler. Vaaz kürsülerinin sözü incelikle sunan hatiplerde olması gerektiğini vurgular. “Allah güzeldir, güzeli sever” rivayetiyle başlayan dizi, edep ve zarafeti öne çıkaran başka hadislerle devam eder. Çirkin çevirilere karşı makaleler yazar, metinleri hem anlam hem estetik yönden düzeltir; Nur Harmanı’ndaki “101 Manzum Hadis”te rivayetleri şiire dönüştürerek okuyucuya güzellik duygusu aşılar. Böylece estetik, onun hadis anlayışında süs değil, mesajın etkisini artıran temel bir unsur olur.

Necip Fazıl’ın hadis-sünnet, siyer ve hadis usulü alanında başlıca kaynakları

Albayrak, Necip Fazıl’ın hadislere, siyer-tarih ve hadis ilmi ve usûlüne ilişkin başlıca dayanaklarını şöyle sıralar: Hadis malzemesini doğrudan Kütüb-i Sitte’den ve Ahmed Naim’in dört ciltlik Tecrîd-i Sarîh tercümesinden alır; ahlâk ve aksiyonu önceleyen seçkilerde el-Münzirî’nin et-Tergîb ve’t-Terhîb’ini temel omurga olarak kullanır; isnad ve metin kontrollerinde et-Taberî, İbn Hacer, Suyûtî ve Aclûnî şerhlerine başvurur. Siyer bölümünde kaynak ekseni, Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiyâ’sı ile İmam Kastallânî’nin el-Mevâhibü’l-Ledünniyye’sidir; Necip Fazıl, ikincisini Gönül Nimetleri adıyla sadeleştirerek okura sunar. Usûl ve yorum kılavuzlarında İmam Gazzâlî’nin İhyâ’sı ve İmam-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ı olup “Kur’an ve Sünnet’ten sonra en büyük hazine” diye anar. Bu meyanda Abdülhakîm Arvâsî’nin er-Riyâzu’t-Tasavvufiyye ve Rabıta-i Şerîfe risaleleri fıkıh-tasavvuf dengesini kuran dayanaklardır. Hadis metodolojisine dair bölümlerde Kastallânî, Beyhakî, Hâkim, İbn Hibbân, Taberânî, İbn Mâce ve Tirmizî’nin müsned ve müʿcemleri de zikredilir. Albayrak, bu kaynak tablosunun Necip Fazıl’ın rivayetleri sahihliğe, estetik üsluba ve toplumsal aksiyona göre seçtiğini gösterdiğini kaydeder. Ve eserde bunları örnekleriyle detaylandırır.

Üstad’ın hadis, sünnet ve siret kaynakları

Albayrak, Necip Fazıl’ın rivayet dağarcığının “müteber menbâlar” üzerine kurulduğunu rakamlarla ortaya koyar. Kullandığı hadislerin yarısı Kütüb-i Sitte’den, yaklaşık üçte biri doğrudan Buhârî-Müslim’den, Müsned-i Ahmed, Muvattaʾ ve diğer derlemelerle birlikte bu oran yüzde 88,6’ya; ilk dönem siyer-tabakāt eserlerinin eklenmesiyle yüzde 97’ye yükselir, böylece metinler güçlü bir epistemik zemine oturur. Siyer cephesinde de aynı titizlik izlenir; Çöle İnen Nur başta olmak üzere biyografik metinlerde Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiyâ’sı ile İmam Kastallânî’nin el-Mevâhibü’l-Ledünniyye -Necip Fazıl’ın Türkçeye Gönül Nimetleri adıyla sadeleştirdiği eser- başat kaynaklardır; Albayrak, bu seçimin Ehl-i Sünnet omurgasını koruma ve “dipnota boğmak yerine metnin ruhunu taşıma” ilkesinden doğduğunu vurgular.

Hadislerin teknik ve muhteva değerlendirmesi

Kâzım Albayrak, üçüncü bölümde önce, Necip Fazıl’ın metinlerine dağılmış 1582 tekrarsız (2721 tekrar dâhil) rivayeti üç dairede tasnif eder: 40 ve benzer muhtevasıyla 60 “serlevha” hadisi içeren birinci halka, 142 hadisten oluşan ikinci halka ve geri kalan 1380 rivayetlik üçüncü halka. Her grup için sahihlik cetveli çıkarılır. Serlevha grubunda rivayetlerin yüzde 57,5’i sahih, yüzde 20’si hasen, yüzde 22,5’i zayıf -tamamı ahlâk–fazilet bağlamlı- olarak sınıflandırılır; mevzu rivayet bulunmaz. Genel kütlede (1582 hadis) sahih oranı yüzde 51,5, hasen yüzde 13,0, zayıf yüzde 29,1, çok zayıf yüzde 3,9, kaynaklarda hiç görülmeyen veya mevzu kabul edilenler ise sadece yüzde 2,4’tür. Albayrak, zayıf rivayetlerin çoğunun “ahlâkî teşvik” alanına ait olduğunu, iki farklı tarikle desteklenip hasen li-gayrihî derecesine yükselebileceğini hatırlatır. Necip Fazıl’ın Süyûtî çizgisinde bu esnekliği bilinçli biçimde kullandığını vurgular.

Necip Fazıl’ın hadislerin hikmetine yaklaşımı

Albayrak, Necip Fazıl’ın hadislere yaklaşımındaki “hikmet sırrı”nı ahlâk ve edep ekseninde temellendirir. Üstad için rivâyet, yalnız İslâmî bilginin hammaddesi değil, kalbi kemâle erdirecek mukaddes bir emanet, bu yüzden metne dokunmadan önce kalbin, ağza almadan önce dilin temiz olması gerekir. Albayrak bu tutumu, Necip Fazıl’ın eserlerinde tekrarladığı bir veliden hadise hürmet sırrını işaretlediği Ebu Şuayb kıssasıyla somutlaştırır: Yetmiş kez yaya hacca giden zâhid, susuzluktan inleyen bir köpeğe su verebilmek için bütün hac sevabını bağışlamaya hazırdır. Necip Fazıl, “hadisle muhatap olurken dahi aynı rikkat gerek” diyerek bu fedakârlığı rivâyete duyulan ihtimamın sembolü sayar.

Özetle, Necip Fazıl’ın hadislere hürmeti, metinlerde iki yolda görünür. İlki, kaynak sadakati: Üstad, sahih rivâyetleri “en emin menbâlardan” seçer, zayıf metne ise ancak ahlâkî teşvik niyetiyle ve menşei açıkça belirtilerek yer verir. Böylece sened tartışmalarını uzun uzun açmaksızın metnin itibarı korunur. İkincisi, üslûp titizliği: Kaba bir tercümenin dinin dış etkisini zedeleyeceğini söyleyerek hadisleri şiirleştirir, “101 Manzum Hadis” dizelerini hazırlar, farklı lafız varyantlarını “özleştirme” adını verdiği yöntemle tek maksatta buluşturur. Hadisi şiir-dil kumaşıyla sarmak, ona gösterilen saygının estetik yüzüdür. Albayrak’a göre bu iki ilke, Necip Fazıl’ın rivâyeti nakil olmaktan çıkarıp ruhu olgunlaştıran, toplumu mayalayan diri bir ölçüye dönüştürmesinin anahtarıdır.

Ketebe Yayınları’ndan Haziran 2025’te çıkan, 350 sayfadan oluşan ve 3 bölüme ayrılarak Üstad Necip Fazıl’ın hem şahsiyetini hem fikriyatını hem de hadis ilmine verdiği muhteşem alakayı bir araya getiren, bin bir emek vererek ince eleyip sık dokuyan Kâzım Albayrak, bu eserle Necip Fazıl’ın çok fazla fark edilmeyen hatta bilinmeyen, gözden kaçan bir yönünü de göstermiş oluyor. Bu zaviyeden eser, sadece hadisle iştigal edenleri değil, meselelere nasıl yaklaşılması gerektiğini bilmek isteyen herkesi ilgilendirmektedir.

Aylık Baran Dergisi 41. Sayı Temmuz 2025

{ "vars": { "account": "UA-216063560-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }