ŞİMDİ FİL SURESİNİ OKUMAK LÂZIM: Vasfiye anne bu sözü sarfettiği zaman iliklerime kadar dondum… Mekanik olarak, “Evet bence de tam zamanı!” gibi cevablar verirken, “söyleyene değil de söyletene bak!” cinsinden, söyleyenden çok söyletenle ansızın karşı karşıya kalmış, vahye ve ilhama mazhar olmuş bir insanın sarhoşluğunu yaşamıştım… Vasfiye Anne, NAKŞÎBENDÎ-Üveysî kolunun erlerinden HİLMİ Babam’ın, üç sene önce dünyasını değişirken bize bıraktığı emaneti, mirasıdır… Öyle nazarî olarak Kur’ân’a vakıf, ilim ehli değildir ama, annelik vasfına gerçekten haiz hizmet ehli bir gönül kahramanıdır… Biz, ahvâlin vahametini konuşurken, onun “şimdi Fil Sûresi’ni okumak lâzım!” demesini dergâhın bizlere bir himmeti ve ikazı olarak kabul ediyorum. Bizi bize, bizi kendimize bırakma Yarabbi… Geçen sene Hac ziyaretim esnasında, rehberimiz bizi gezdirirken bir bölgeye işaret ederek anlatmıştı: “EFENDİMİZ buradan geçerken, –ki şimdi oralar tabelayla belirli–, koşarak geçmiş; ASHAB da beraber. Sonra, O’na niye koştuklarını sorunca şu cevabı almışlar: Burası FİL Vakası’nın geçtiği yer, helâk olan EBREHE’nin ordusunun hâlâ leş kokuları geliyor!”… Hâlâ kokularının gelmesini düşünürsek, eşyayın kayıd almasının göstericilerindendir. Çok sırlar ve haberler yüklü Sûre’yi hatırlayalım: “O bunların düzenlerini boşa çıkarmadı mı? / Rabbi’nin fil sahiblerine ne ettiğini görmedin mi? / Üzerlerine sürülerle uçan ve yumurtlayan kuşlar gönderdi. / Ki, onların üzerlerine pişkin tuğladan taş atıyorlardı. / Nihayet onları yenik ekin yaprağı gibi yapıverdik.”… Hâdise malûm, EFENDİMİZ henüz âleme teşrif etmemiş, bir rivayete göre anne karnında. Arablar’ın rağbetini Beyt-ül Haram’dan, Yemen’de yaptırdığı ihtişâmlı Kilise’ye çevirmek isteyen EBREHE, başarılı olamayınca FİLLER’le teçhizatlı ordusunu KÂBE’yi yıkmak üzere harekete geçiriyor ve ARAB kabileleri ile savaşarak ve birçok esir alarak MEKKE yakınlarında bir yerde konaklayıp bir elçi gönderiyor. Şehir muhasara altında talan edilirken, Mekke’nin en güzeli, akıllısı ve lideri Allah Sevgilisi’nin Dedesi ABDÜLMUTTALİB’in de 200 devesi talan edilmişti. EBREHE ile başedemeyeceklerini anlayan Abdülmüttalib Hazretleri görüşmeye giderek, develerini istiyor. Ebrehe de, savaşmaya ve kan dökmeye değil, sadece KÂBE’yi yıkmaya geldiklerini söylüyor. MEKKE’nin lideri olarak, KABE’yi savunacak yerde onun sadece develerini taleb etmesine de hayret ediyor. ABDÜLMUTTALİB Hazretleri’nin cevabı çok hoş ve ilgi çekici; “doğrusu ben, develerin sahibiyim. Kâbe’nin de Sahibi var, onu korur!”… Ebrehe bunun üzerine, “O buna engel olamaz!” diyor… ABDÜLMUTTALİB Hazretleri, “işte O, işte sen!” deyip develeriyle geri dönüyor. Rivayete göre dillerinde bir şiir-dua: “Allah’ım doğrusu kul kendi yükünü koruyor, sen de Kâbe’yi koru. / Şübhesiz ki, onların gücü ve kudreti senin gücünü mağlub edemez. / Eğer sen onları bizim Kıblemizle başbaşa bırakırsan bildiğin gibi yap!”… Ve sonra bildiğimiz gibi, EBREHE filleriyle taarruza kalkıyor ve Fillerinin onca zorlamaya karşı kıpırdamadıklarını görüyor; nihayet Allah’ın ordusu harekete geçip, –Ebabil kuşları!–, ağızlarında taşlarla koca ordu ve filleri helâk ediyor.. Hadîs âlimleri ve toplayıcıları BUHARÎ ve MÜSLÎM Hazretleri, Mekke’nin fethedildiği gün ALLAH Resulû’nün şöyle buyurduğunu nakleder: “Yüce Allah filleri Mekke’ye girmekten alıkoydu ama, Resûlü’nü ve müminleri oraya gönderdi. Dün olduğu gibi bugün de oranın hürmeti iade olunmuştur. Dikkat edin, hazır olan, olmayana bildirsin!”… Düşünenler için bu hâdiselerde nice dersler var tabiî. Yıkılmasına izin vermeyerek, Allah u Tealâ’nın Kâbe’yi korumuş olması, bana KÂBE ile muttahit olmuş, Kâbe gibi vazife yapan kulları hatırlattı. Hâni baktığınız zaman size Allah’ı hatırlatan kullar… Toplum için de onların varlığı mutlak korunmayı gerektirir demek ki… FİL vakıasındaki keyfiyeti anladığımızda, aynı durum her zaman için geçerli!.. Toplum için de onların varlığı mutlak korunmayı getirir demek ki… Önemli olan, Allah’ın ordularını harekete geçirebilmek… O naz ve niyazda olabilmek. Gökler ve yerlerde olan Allah’ın orduları nedir? Tabiî ki tahayyülümüzle sınırlı değil… Peygamberler Tevhid mücadelesinde, zorda kalıb bunaldığında, “Allah’ın yardımı daha ne zaman” dediklerinde kalblerine SEKİNET indiriliyor. Allah’ın gökteki ve yerdeki orduları harekete geçirmesi, ayrıca kalblere SEKİNET indirmesi ân meselesi. Demek ki korunmak, orduları harekete geçirmek, SEKİNET’e nail olmak için bir kıymet, aidiyet ve sebat ifâde etmek gerek. BEDİR Harbi, vakıadır ama Allah savaşı kalblerde bitirip, matematikî olarak mümkün olmayan zaferi inananlara hediye etmiştir… FETİH Sûresi 4. âyet: “Müminlerin kalblerine, imânlarını kat kat arttırsınlar diye güven duygusu ve huzur indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir”… Kıymet ve kadrini hiç bilmediğimiz her hâlimizden belli olan Kur’an-ı Kerim de, bu önemli ve ibretli hâdiseyi anarak, gündemimizde tutan Rabbim, ikinci Âyet-i Kerimesi’nde onların bütün düzenlerini, teknolojik ve sayı üstünlüklerini boşa çıkardığını ilân ederek, bize de aynı lûtfu aslında vadetmiştir… En çaresiz kalındığı zaman, akla hayâle gelmeyen bir ordu ile düşmanı talan olmuş bir ekin tarlasına benzetmektedir. — (Handan Özduygu)
*
ÜSTADIM'ın “ikimizin şiirlerini yazıyorum, bayılacaksın!” dediği 1983 Ramazanı –için– Noktalamalarından KOŞU isimlisi: “Hakikat değişiyor daha bitmeden cümle, / Koşuyorum yetişmek için bütün gücümle!”… TEK-Koşma, seğirtme: 420: EBCEDİYAT-Ebcedler. Temel, asıl unsur… EBCED-Harflerin sayı değerleri ile kelime ve kelime topluluklarının hesablanması: 10: DAH-On sayısı, aşer. Hizmetçi, hadîm. Korkan… DİBAC-Atlas dedikleri kıymetli ipek bez. “Çatı. Külâh. Semâ. Takdim, önsöz”: 10: BAZ-“Yeniden oynatan, geri ve arka tarafa doğru” mânâlarına gelen, kelimelerin başına veya sonuna konularak kullanılan bir ek. (Geri ve arka; hem mazi, hem de görülmediğinden dolayı bilinmeyen istikbâl ve karanlığın öyle nitelenmesidir… Nitekim, On sayısının sıfır ve aynı işaretle “0” sıfatı, Batı’da –İspanyolca’da–, “Batı” kelimesinin kısaltılmasını ifâde eder… Batı; Rumî, Şâmî, gece, sırrî, gizli)… HUBB-Muhafaza ve imsak, tutma. Sevgi, muhabbet, dostluk. Hulus, lüzum, zarurî: 10: BİCAD-Allah Sevgilisi’nin Babası Hazret-i Abdullah’ın lâkabı. Çizgili olarak renk renk dokunmuş elbise. (KÂBE’nin muhafazası, hem Hazret-i Ebubekir, hem de Hazret-i Abdullah’ın doğrulanması, bu doğrulanmanın merkezinde de tabiî ki Allah Sevgilisi’nin gelecek olduğudur; Şeriat sahibinin… Doğum tarihi, Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmaya gelişinden 50 gün sonra: 571: Aşere-On. Sıfır)… BEVA’-Hazır etmek. Doğrulanmak: 10: EVC-Bir şeyin en yüksek derecesi. Zirve. “Topyekûn varlıkta ne varsa, ne olmuşsa, onun nefsinden ve onu doğrulayan zirve taşı. (İnsanın bâtını, Allah’ın bilinmez Zâtî sıfatlarından sureti üzere; insanın insanlığı Rabbi’nde gizlenmiş ve eşya kendisinden meydana gelmiştir. Bu mânâ, Peygamberler, Sahabîler, veliler ve sair, hepsinde dereceleri ve kıymetleri ile tecelli ederken, HAKİKAT-İ Ferdiyye’de tam ve tamamıdır. EBREHE ordusunun HÂLÂ leş kokusunu duyan O, o zamanı hatırlayandır; ve bu türlü tevatürleri gördüğümüz her büyükte, her şeyin bağlı olduğu Peygamber’den ve nihayet Allah Sevgilisi’nin nefsinden olduğunu bilmek esas… Malûm; “Kün”de gizli “Vav” O!)… Kıpçak Lûgatı’nda, TEK-Boş, sakin yer. (Tek tur: Sakinleşmek, susmak… Kıpçak Lûgatı’nda ayrı kelimeler hâlinde “tek”, şu mânâlara geliyor: “Sık, sık. Hızlı. Yalnız. Tek tek”… Tek’in, “koşma ve seğirtme” anlamı yanında “sükûn ve sekinet”i de görmek, Allah Sevgilisi’nin koşmasındaki hikmeti sezdiriyor): 420: TECDÎD-Yenileme. Yenilenme. Tazelenme.
*
HADÎM-Hizmet eden. (Aynı ebcedle, Haddam: Muvaffakiyetli kişi. Hizmetçi, hizmet eden… Hidam: Hizmetler, vazifeler. Ayak bilezikleri, ayak köstekleri… Hâdîm: Yıkıcı, yıkan. “Deberan”: 50: Nun harfinin ebcedi… Kamer menzillerinden “Deberan”, Heba mertebesi ve Allah’ın “Ahir” ismi tasarrufundadır): 645: VEHİM isimli Üstadım’ın bana ithafı 1983 Noktalaması’nın ebced toplamı. (Herşey kesik ve kopuk, zaman tutamaz lehim; / Mazi albümde hayâl, istikbâl kalbte vehim… Bütünlük, zamanı aşanda, ruhta, ruhîlîğin yüksek mertebesinde; o hâl, her şeyin tek bir ân’dan ibaret oluşunu yaşayanda… Vehim, “korku ve endişe” olarak, mevzuuna göre müsbet ve menfi tâbir olunur… İnsan faaliyetinin neticede “Zann” hükmünde olması, meselâ bunu içine alan fevkalâde bir ifade “şekk-i derin”de, kuvvetli ve delil hükmünde zanna işaret eder; “şekk-şübhe”, onda o kadar derinleşmiş ki, onu da aslî sahibi Allah’a bağlayarak, kelimenin dış yüz mânâsına nisbetle zıd, “şübhe çölünü aşan” yapmış. Hani Üstadım’ın, “şübhe çölünü aşabilecek olsaydınız, size onu tavsiye ederdim ki Allah’a inanasınız!” dediği… Vehm, yalnız “mübhem ve mânâsız korku” değil, kökü bilinmeyen bir sezgi olarak bir kuvvedir de; meselâ, yumurtadan çıkmış bazı hayvan yavrularının doğrudan suya yönelmesi, yahud hiç bilmedikleri hâlde ördek yavrularının havada yırtıcı kuşları görünce tehlikeyi farkedip korkuyla kaçışmaları gibi!)… HADMA’-Beyaz koyun: 646: KEŞÎŞ DAĞI-Bursa’daki Uludağ… İSTİFAKA-Hastalıktan kurtulup iyileşme, dertten kurtulma: 647: ZÜMH-Yüce ve büyük olma.
*
FİL-İ MAHMUDÎ-Kâbe’yi yıkmak üzere gelen ordunun fillerinin önünde yürüyen, “Cesîm bir fil idi” denilen file bu ismin verilmesinin sebebi, Kâbe’ye yakın bir mevzide iken yerine mıhlanması ve yürümemesi idi. (Hatırlatma, Fil-i Mengülûsî hakkında Mengülûs denilen yerde, iri ve beyaz filler yetiştirilirmiş. Divân şâiri Ahmed-i Daî, Çengnâme isimli eserinde atların iriliğine onlara benzeterek, “Salâbetde çün fil-i mengûlisi / Depinsem ürküdürdüm Engerusî” diyor… Salâbet: Metanet. Peklik. Sağlamlık… Engürüs: Macaristan): 240: KKM… ELİF-Elif, İnsanî hakikatin ne olduğunun yukarıdaki izahından da anlaşılacağı üzere, son takatla “Birden daha bir, şiddetli bir” anlamındadır ve bu yüzden “bir harf değildir” denmiştir. (Vâhid Allah ve Vahîd Allah Sevgilisi anlayışıyla olmak üzere bir harf deme mecburiyeti; cem ve topluluk MAKAMI, “Allah” ismi… O’na âit sıfat, “herşeyi var etmek ve ayakta tutmak, yâni kayyumluk”… Bütün mertebelerde görünür; ve hepsi Elif’indir… Elif’in tecelli ettiği mertebe, 6. mertebe; yâni “Küllî Cisim” mertebesi… Otoritesinin bitkilerde görünmesi, ilgide olduğu harflerin He ve Lâm olması… Küllî Cisim mertebesi; Allah’ın fiil isimlerinden “Zâhir” ile ilgili… He harfi, Allah’ın “Bais-Elçi gönderen” ismi ve “Levh-i Mahfuz” mertebesi… Lâm harfi, Allah’ın “Kahir-Herşey yüzüne karşı helâk hâlinde” ismi 3. Sema tabakasıyla ilgili ve Kamer menzillerinden “Avva-Bir yıldız kümesi” ile; 3. Sema’da İbrahim Aleyhisselâm ve Harun Aleyhisselâm mertebesi, vazifesi!): 121= 1120: FİL-(SE harfi, Allah’ın “Rezzak” ismi ve “Bitkiler” mertebesini gösteriyor… Başak Burcu, –Arabça Sünbüle–, unsuru toprak, tabiatı kuru-soğuk, yıldızu “Utarid-İkizler”, vücutta tesir yeri “Bağırsaklar”, Simya’da “Damıtma” safhası)… Önce FİL ile FİİL kelimeleri arasındaki, birinciyi ikincinin mecaz ve sembolü yapışına bakalım: Herşey, Allah’ın “Faal” sıfatı eseri, KÜN lâfzı da buna dair. Kâinat, bütün varlıkları ile, Semalar’ın hareketinden olmuştur; yâni fiil ve hareketin eseridir… Varlık, varlıkla anlaşılır; hareket onun eseri. Bunun yanında, hareket olmasa madde olmaz; bu lâfza giren ne varsa… İspanyolca, TOCHO, “büyük ve kalın bir kitab” anlamına gelir ki, Kâinat “okuyana, okuyabilene kendini veren bir kitab”tır, Allah’ın âyâtlarıdır… TOCHE: Aptal, ahmak… “İnsanın insanlığı Rabbi’nde gizlenmiş ve eşya ondan meydana gelmiştir”; topyekün Kâinat, kelimeler hâlinde Lûgat’ta toplu… Asgaran: Kalb ve dil… Derûnu kalbte olmakla bitki emsal bağırsakların “iradî değil gayri iradi” faaliyeti, bir yönüyle “akıl dışı” olmakla, akıllılık zıddı ahmak, diğer yönüyle de “akılla teslim olma”nın yerine doğrudan bağlı bir teslimiyeti ifâde eder –ki faaliyetinin muntazamlığı buna delildir!–, o zaman da ahmaklığı menfi bir mânâda değildir… Hani, “nur kendini idrak etmez, Allah nuru kime verirse, o onu onla idrak eder!” meselesi; DA’VA Cetveli’nde Nun harfi, Allah’ın “Nur” ismine işaret eder… Artık herhâlde, hayvan kelimesi’nin “hayat sahibi”nden geldiği malûm; Kâinat’taki herşey, Allah’ın ona mahsus olarak tecelli ettiği bir ruha, cana, gizliye sahib, yâni canlı… Bitki, hem maddeyi, hem de nefs sahibi hayvanı tanıyan berzah oluşuyla, Allah’ın Zât âlemi ile Halk âlemi arasındaki İnsan’ın Berzah âlemine de bir misâl… FİL, hem en büyük canlı-nefs, hem de ona bağlı “kuvve-fiil”i belirtmesi bakımından, cesamet ve kuvvet remzidir de; buna dair bir espri, Saint Eksperi isimli Fransız romancının, “Küçük Prens” isimli güyâ çocuklar için yazılmış ve içinde çizilmiş resimler de bulunan kitabında mevcut… Büyüklere inceden istihza eden bir sözü ve resmi: Resmi, beceriksiz bir elden, hem de çizen çocuk ya, bir şapkaya, yahud bir tepe resmine benzetebilirsiniz. Yanları da, hani biraz fötr şapka diyebileceğiniz bir taşkınlıkta… Çocuk: “Bu bir fil resmi, yere oturmuş ve şuralar kuyruk ve hortumudur. Siz bunu hemen anlayabilirsiniz, ama büyükler asla!”… O resim, beceriksizce veya sadece işaret edici ve hatırlatıcı, takke gibi kubbeye de benzetilebilirdi. Sema tabakaları ne ki… Şimdi: Nur-u Muhammedi’nin yaratılışından, evveli olmayan kadîm zaman Ezel’e, nihayet “İlk Akıl-İlk Kalem”den “Levh-ı Mahfuz”a, ardından tamamı 28 harfle ifâde edilen toplam yeri Berzah’ta topyekûn varlık; en ulvisinden en süflisine kadar… Hareket içinde hareketsizlik, Hareketsizlik içinde hareket; bu mesele içinde insanın, varlıkta en süfliden en ulviye kadar ilgisini, bunun yanında kavramları kullanırken umumiyetle tek yanlı bilinişini, dolayısiyle neyin neye dönüşünü anlamadan, asıl süflî ve ulvîyi birbirine karıştırıyoruz. Bu mesele bilinmediği zaman, derinleşelim derken, SEKENE bahsi de tam ters mânâda gürültüye gidiyor; tıpkı “Koşu-Tek” bahsinde olduğu, pek hoş olmayan koşuşturma ve telâşın, aslında “Sekene-Huzur ve sükûn”a tam mutabık mânâya gelişini, Allah Sevgilisi’nin “Fil Vak’ası”na tepkisinde idrak edişimiz gibi… Sekn: Kalın ve sert deri. “Deri, koruduğu mevcut için faydalı, darrî-zarar vericiliği de karşısındaki müessirle araya hail-perde oluşundan dolayı ona olan”… SAKİN: Hareketsiz, kendi hâlinde. Kararlı. Aslına bakılırsa herşeyin atomlardan oluşu hakikati çerçevesinde, hareketsiz olan sadece yer değiştirmeyendir ki, kasıd bu, onda da kendi merkezi etrafında bir dönüş sözkonusudur. Tam hareketsizlik diye bir şey yok… NECİS: Yavaş hareketli hayvan veya insan. Gizlenen şeyin “ifşa” oluşu. Bir nevi yeşillik… NECİS: Şifâ bulmaz derd. Pis, necasetli, murdar… “Şifa bulmaz dert”; beden bineğimiz yolundan olanlar da dahil, Kamer menzillerinden “Seretan”da ifâdesini bulandır ki, yaradılışımız Allah’ın “Bedi’ ” ismi ve “İlk akıl” mertebesi ile ilgilidir. “Allah güzeldir, güzeli sever” ölçüsü ve nihayetinde Allah’ta gizli oluşumuz; eksiklik ve hastalığımız, “hayâle pay bırakan tükenmez bir güzellik” idrakı, kısaca tekâmül ve Bâki kalışımız için zaruri olandır… NECİS’in, “Bağırsakla” ilgisi malûm… NECS: Yerden define çıkarmak. Kuyuyu ayıklamak. Nesl. Sadaktan ok çıkarmak… NESL: Soy sop. Mumsuz süzme bal. “Damıtma’yı hatırla!”… HADES: Yeni olmak. Sonradan olmak. Taze. Yiğit. Genç. Abdest almayı icabettiren hâl. Kazurat, necis, pislik… “Akan su pis tutmaz”daki kasıd, “necis” etrafında söylenenden belli… Hades’in “kazurat, pislik” mânâsını biliyoruz; sonradan olma yeni, sadece bu mânâya işaret etmez… İnsan, Allah’tan sonra ve O’nun yaratmasıyla vücut bulan; bütün kötülüklerin kaynağının “ademler-yokluklar” olması, her türlü eksiklik izafesinin kaynağının da belirtilmesidir ve her çeşidiyle neticede kulluğumuzdan, bunun hatırlanmasından, tekâmül için zarurî oluşundandır. Eksiklik vasfımızda Rabbe ihtiyaç duyuş için “gıdadan”, ruhî açlığa kadar herşey var… Anmanın yeri; Üstadım’ın bir Noktalaması’nda, “Ey nefs, senin gözünü kara toprak doyursun, / Soframıza açlığı besleyenler buyursun!” diyor. 1983 Ramazan ilâvesi… Uygur Lûgatı’ndan, ETİK: Kilitleme, kapama. Ahlâk. “Şiir bir gizleme sanatıdır!” sözü, ahlâkın şiiriyetini anlatmaya kâfidir… ŞİİR: 570: SİSTEM… Gerçek sistemin ferdî ve içtimaî anlamı, sayıların tükendiği –Elif– yerden gelen buyruklarda… MUNTAZAM-Haya hissinin doyurulması gereken bir his olduğundan maada, insanın topyekûn Kâinat karşısındaki tavır ve duruşunun ne olması gerektiğine kadar bütün mesele burada: 431: FURKAN-Hak ile bâtılı birbirinden ayıran. Kur’ân. Kur’ân’ın 25. sûresinin ismi… SEKN-Sakin olmak. Huzur ve güven. Allah’ın yardımı. Hâdim: 130: NİGİN-Yüzük. Mühür. Hatem… İspanyolca, MALVA-Hatmî. Ebegümeci. Eflâtun rengi. “Hatırda, rüyâda gelen mânâ: Babaannem ebegümecini çok severmiş”: 78: HAKÎM-Aynı ebcedle İBDA’… İspanyolca, MATRUNA-Ebe. Çocuğu doğarken alan, doğuma yardım eden: 698: MULUHIYYA-Ebegümeci denilen ot. “Hatırda, yine aynı rüya: Sapanca Gölü’nün dibindeki ebegümeci: Hind-Çin karışımı bir şehir kalıntısı Sapanca gölünde araştırılıyor. Sahilde, büyük bir tepe cüssesinde Meryem Ana heykeli; yan tarafına uzanmış vaziyette. Komiser, ebegümeci dediği marul benzeri bir otu koparıyor ve bunu Büyükannesi Hanife Hanım’ın çok sevdiğini ve bakacağını söylüyor. Komiser, baskın ve akın yapan anlamında, Enrayt isimli film kahramanı dedektif!”… MÜLUKİYYE-Ebegümeci. “Mül, şarap, hamr. Müla’, çok sihirbaz. Asgaran, kalb ve dil”: 111: ELF-Bin âdet –çok şey– vermek ve çok şeyle ünsiyeti olan. “FİL”… EFLATUNÎ-Eflatun rengine çalan: 187: İSLÂMA MUHATAB ANLAYIŞ. (Eflâtun: 176: Mehdî Salih İzzet Erdiş… Hubbazî-Ebegümeci: 620: Kureyşî… Tek hece, Türk: 620: Kürt)
*
EBABİL KUŞLARI’na gelmek üzere… EBYAZ-Beyaz. Parlak. Çok beyaz, çok parlak: 813: ZÜHUR-Su çok olmak. Irmak su ile dolu olmak. Büyük ve uzun olmak. “Su, şekil veren ama kendi o şekil olmayan Heba’dandır”… BİYZ-Parlak ve beyaz: 812: BEYZ-Yumurta. Kuşun yumurtlaması… DABİ’-Kül, ramad, ateş külü. “damar”. (Kül: 50: Gül… İspanyolca, Malva-rosa: Gül hatmi): 813: DABİ’-Yere yapışan. (Kıpçak Lûgatı’nda, Yak: Yakmak. Sıvamak, bürümek, yapışmak… Bürüdü: Bürde, bilmece. Mania. Sıfat)… İnsan hakikatinin Allah’ta gizli oluşu hatırda, BÎD-Biyz. Yok olma. “Bîd, söğüt ağacı”. (Sidret-ül Münteha denilen mevkide, Allah’ın Miraç dönüşü Allah Sevgilisi’nin oradan geçişi sırasında “Hayat ağacı”nı Hakk sıfatıyla bürünmesini hatırla!): 16: TAHA-Allah Sevgilisi’nin bir ismi. “Bulut. Arzı düzgün döşemek”… BEYZA’-Kasaba, köy. Güzel yüzlü kadın. (Üstadım’dan: Ateş çubuklarla kalbin mühürlü, / Bizim köyde ara pörsümeyeni… Yine o şiirden: Güzellik hep yeni, yenilik güzel!): 14: HUDRİ-Kara eşek. “İmâm-ı Nablusî, rüyâda görülen kara eşeğin hayrının anlatılamayacak kadar çok olduğunu söyler!”… HUDARA: Allah için, Allah aşkına… HUDARE: Deniz… HUDER-Kökü derin ot… MANİA da denilen MÜLK Sûresi’nden: “Üstlerinde kanatlarını açıp yumarak uçan ve yumurtlayan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman’dan başkası tutmuyor. Doğrusu o her şeyi görücüdür”… Peşine düşen otuz “kuş-can”la beraber “devlet, saadet, murad” menziline uçan ve varılan yerde her bir “kuş-can”ın kendisini o bulduğu SİMRUG kuşu teşbihi; tertib ve düzen veren yumurtasını havada yumurtlayan ve yumurta salimen yere inene kadar ona mukayyed olan, yerde besleyen, merhametini gösteren… YAK: Yakan. Yapışan. Bürüyen… MANİA’da geçen YAKBİZNE-Beyzavî, yapışan ve bürüyen: 962: İSTİKRAR-Sâkin olmak. Yerleşmek. Sekene. IZLAL-Gölgeler. Gölgeli olma, gölgelendirme. (Koruyan, korunan. Dinlenilen. Murad ve murad olunan): 962: İSTİŞRA-Satın alma. Satın almak istenen. “Talib, müşteri ve arz”… EBYAZ, Hüddamcılık’ta, “düşmanları öldürmek üzere” hizmete alınan, başvurulan bir melek ismi. Burada bahsine sebeb, Kâbe’yi yıkmak üzere gelen EBREHE ordusu ve fillerinin EBABİL kuşları tarafından telef edilişi ile ilgili… KÂBE-Beytullah: 97: DEVLETHÂNE… KABE-Yumurta. Ebyaz: 108: MÜSEDDİD-Tıkayan, sed yapan. Tıkanmış, sed yapılmış. Doğrultan. Doğru yola sevkeden… KABE-Usanmak, bıkmak. Kırılmak: 28: EKHEB-Gök renkli, mavi renkli. Keduret… VAHÎD-Allah Sevgilisi’nin bir ismi: 28: KÂZ-Makas. “Furkan”. (Kazz-Pire: 851: Ruhamî. Abdülhakîm Koltuğu)… HİDAYE-Çaylak kuşu. Hat, yazı: 28: ARAB alfabesinde harf sayısı… UZUN Firdevsî isimli Farisî, Hüddamcılık’la ilgili DAVETNÂME isimli eserinde yazmış: EBYAZ denilen melek, suret olarak insana benzerken, el ve ayaklarının sayısı fazladır. Üç başlı, altı eli vardır; ellerinde kılıç, yay, rebab denilen çalgı âleti, ibrik, hıyar ve külah tutar. Ebyaz, Güneş Akreb Burcu’nda iken, düşmanları yok etmek için çağırılır. Onu davet etmek için, –Fani’yi davet– dualar okunur, gerekli RİT malzemeleri hazırlanır şu-bu, sözkonusu meleğin emrindeki Cin’in resmi bir başka yere çizilir. Şayet “Fani-gelip geçici misafir” denilen onu iyi muhafaza etmezse, olmadık insanların başına iş açacakların eline geçer ki, bu hususta titiz olmak gerek… GELİP GEÇİCİ: Gece. Bilinmez. Gizli. Gelip geçici… ELİF harfi ile alâkalı olarak, onun “Küllî Cisim” mertebesine ilgisi işaretlendi; cisim, kemmiyet ve keyfiyet ifâde eder her şeyde, ona nisbetle bahsedilen. Bu çerçevede, lâtif ve suret ifâde eder her şeyi içine alır, neticede her şey hayâl maddesinden yapıldığına göre, –kasıd bu–, o da cisimdir… Cins; Cin-S… Cin, gizli, saklı, “Sin” onu açık etmiştir… “Gayb-Gizli”nin, hangi gayb, nasıl gayb şeklinde dereceleri nazara alınırsa, her şeyin kendisinden doğduğu menba “Gayb-ül Gayb”a kadar giden bir dava… SİN: İnsan. Bir harf. Bu harf, Allah’ın “Muhyî-Hayat veren” ismi, Su mertebesi ve Kamer menzillerinden “Nââim-Deve Kuşları” ile ilgili… HAYTA: Deve Kuşu… HAYT: Şefkatli. Merhametli… Allah’ın, bütün isimlerini ihata eden RAHMAN ismini hatırlayınız; kötünün bile varlık alanına çıkmasına, sırf rahmetinden dolayı müsaade eden… Bu çerçevede EBYAZ, davet edilen iş üzere ortaya çıkan, ona mahsus görünen bir “gelip geçicidir”; nasıl ki, zihnimizden gelip geçen düşünceler boyunca, ona mahsus suret, gelip geçenler. Hâni, “bir şey zihninde suret bulmazsa, onu idrak etmiş olmazsın!” davası… Varolan her şey, ona mahsus bir hayat içindedir; müştereklik, her şeyin Allah’ın vechine karşı helâk olmasında… Neticede, Allah ve Kul, VÂHİD ve VAHÎD sırrında… Ümmetlerden bir ümmet olan Hayvanlar, sonra cinsleri meselesi, kuşlar, Ebabil kuşları… Sahibi Allah olan KABE’yi koruyan Ebabil Kuşları’nın, bildik Ebabil kuşu olup olmaması, hâdisesinin gerçekleşmesindeki sırrı zedelemiyor; böyle bir harika karşısında, akıl yürütmelerin nihayetinde tükeneceğini, “rüyâ içinde bir rüyâ gören” insan hayatından biliyoruz. “Sonsuz büyükle, sonsuz küçük aynı şey”; akıl, eğer akıllıysa, buraya kadar anlar ve gerisi teslimiyetten ibarettir. Allah ve Resûlü, ne dediyse ve yaptıysa, hakikat o… ÜSTADIM’ın, “Bizim ruhçuluğumuz, hava tabakasının yeryüzüne mıhlı olması gibi, yeryüzünü ruhun tahayyüz sahası olarak bilir”; kuş-can’ların bürümesi gibi, kuşatanda mekân tutanlar örneği!..
*
ÜSTADIM’ın “Koşu” isimli Noktalaması’nın birinci mısraı — “Hakikat değişiyor daha bitmeden cümle”: 1880: İDADE-Kol bağı. “Kuşatan. Kuvvet”… HARF-Yemiş toplamak: 880: FERRUH-Mübarek, kutlu, uğurlu… FERH-Civciv. Kuş yavrusu: 880: ŞEFKAT… MAHREM-İki dağ arasındaki yol: 880: KALİZEM-Suyu çok olan deniz. İlim. Kuyu, gönül, vavî… KIZAF-Hızla gitmek: 881: TESBİHAT… KOŞU şiirinin ikinci mısraı: 2762: ZAT-ÜL HAREKE(T)- Zâtıyla hareketli, kendinden hareketli… FURKAN Sûresi’nin 53. âyeti-Berzah’la ilgili: 5761: NEŞİTAT-Meleklerden bir taife… Toplam ebcedi: 4642: MÜRETTEB-Tertib edilmiş, dizilmiş, yerli yerine konulmuş. Kasden oyun edilmiş. Tayin edilmiş. (KKM)… İHMAD-Ateşin alevini söndürmek, yanmamak. Hamid. (Kef harfi, Allah’ın “Şekür-Hamd ve şükürleri kabul eden” ismi, Kürsî mertebesi ile ilgili… Abdülhakîm Koltuğu’nun anılması gerek!): 645: HADÎM-Muradın vukuuna yardım eden tılsımlı. (KKM)
*
EBABİL Kuşları… Bir ilim dalında ihtisas yapmak, nasıl “gizlilenme-cinlenme” ise, sabit bir fikir etrafında dolanmak ve aynı şeyi yapmak da bir cinlenme; birinde derinleşmek, diğerinde monotonluk ve belki “saçmasapan”ın da bulunduğu bu hâller içinde, “cin-gizlilik”in çeşitlerini görebiliriz… Bir mucid’in “kafayı takmışlığı” ile bir muvazenesiz ve sebebsiz vehim içinde olanı birbirinden ayırmak fazla zekâ istemese gerek. Bolu’daki TELEGRAM’ın başlarında ben “Furkan Lûgatı”nda kelime ararken, her kelimeye “malûm” sunuşlarına uygun bir şey çıkar mı diye bakan NİMPALAR, “ihtisas” ve “cinlenme” arasındaki ilgiyi gösteren bir kelime’de, âdeta “sığınma kılıflarını” da buluyorlardı; benim kitab, lûgat ve ebced ilgimden dolayı kafayı yemiş ve “kendi kendine konuşan” olduğum zehabı ve “resmi” kanaati, kolayından kabul görebilirdi… 2005’den bugüne, Temmuz’da 9 sene dolacak… Hoş olmayan bir akşamda, “Ebabil Kuşları”na âit bu kısmı yazmaya başladım ki, yine nahoşluk cümlesinden olarak sözkonusu o kelimeyi hatırlatmak istediler; ben kelimeyi hatırlayamadım ve bulamadım ama, bildiğim mânâsı hâlime ve mevzuya tamı tamına uygundu, o mânâ içinde, okuduğunuz girişi yazdım. Niyetleri bu değildi, lâkin tahvil ettiğim fikir hoşlarına gitti; kendileri de buna âlet olmuşluklarından dolayı da… Bu arada, yazdıklarıma nasıl bakılması gerektiğinin niçinini de söylemiş oluyorum… Şimdi, EBABİL-Dağ kırlangıcı. Kuş sürüsü. Sürüler, bölükler: 46: MÜCAB-Duası, isteği kabul edilen… İLAHÎ-Allah’la ilgili, İlâh’la ilgili: 46: HATİME-Son söz. (Hazret-i Abdullah’ın Kâbe’nin korunması hususunda Ebrehe’ye söylediği: “Onu da sahibi korusun!” sözünü hatırla)… ULA-Birinci, ilk, evvel. “Âlâ”: 46: GÜZİDE-İlk, evvel… AGMA-Yıldız. Yıldız akması. Kur’ân’da, Allah Sevgilisi için de kullanılmıştır: 1046= 47: MÜHİC-Ruhlar, canlar… MEHAB-Dehşetli ve heybetli yer: 48: PADAM-Kuş tuzağı. Toplayan. (Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: Dikkat et o kardeşe ki kuş tuzağıdır!)… Bunları yazdığım şehri de anmak üzere, MEHD-Beşik. Yeryüzü. Kâr kazanmak. (KKM): 49= 1048: BOLÎ… SÜKNE-Kuş sürüsü. Boyna takılan muska: 575: AŞERE-On saysı. On. “Sıfır, bit, zirve”… DERVİŞ MUHAMMED-Mürşidi Allah olan, Allah Sevgilisi. Hacegân silsilesinin 21. büyüğü: 612: QUART-Fransızca, çeyrek. “Dörtte bir. Tag. Taşan. Arz, takdim”… Hollanda Lûgatı’nda, KWART-Çeyrek. Dörtte bir: 706: VARİS-Mirasçı. Her şeyin kendisine rücu ettiği, döndüğü mânâsında Allah’ın 99 güzel isminden biri”. (Aynı ebcedle, Fikir Kahramanı)… Kürtçe, ŞİVANXAPİNOK-Ebabil kuşu: 541: ALÂMAT-İz, nişân, işaret… MÜTESAHİB-Sahib çıkan, arka çıkan. “İstikbâl”: 541= 1540: MA’LAT-Derin ve yüksek fikir. Ululuk, şeref, itibar… EBABİL: E-BABİL… BABİL-Asurlular devrinde Irak’ta kurulan şehirlerden biri. Bağdat’ın aşağı tarafında bulunan ve büyücülerinden dolayı edebiyatımızda “Çeh-ı Babil” olarak yer alan, Tevrat’ın rivayetine göre 72 dilin doğduğu ilk çağdan kalma bir şehir. (Çeh: Kılıç ve hançer gibi kesici âletlerin kını, kılıfı… Çeh: Kuyu… Çeh-i Bâbil: 672: Telegram-Uzaktan haver ve görüntü… Çeh-i Babil: 72: Bâsıt-Mücerret olan. Açan, yayan, bürüyen, seren… Babel, “Okült-Kült sıfatı, bir şeyi saran mücerret oluş büyüsünün geçişi” mevzuunda, sıfır kültte, Güney yönünü ve Çarşamba gününü idare eden meleğin ismidir. İkinci Cennet’te yaşamaktadır… Babil Kulesi, Eski Ahid’te, büyük tufandan sonra Babil şehrinde inşâ edilmiş. Mezopotamya’da tapınma amacıyla inşâ edilen ve “ziggurat” adı verilen piramitlerin en ünlüsü. Tevrat’a göre, başı göğe erecek bir kule ile yanına gelmek isteyen Babillileri, ancak dillerini 72 kısma bölerek durdurmuş ve cezalandırmış): 64: TEDHİN-Dumanlanma, tütsülenme… MEHDİYYE-Mehdi’ye âit ve müteallik. Hediye, armağan: 64: ECİNNÎ-Cin taifesinden, gizli ve gizliliklerden bir ferd… MUŞ-Doğu Anadolu’da bir vilayet. Fare. Işık. İki renk üzerine dokunmuş elbise. (Mitoloji’de, Babil Kumaşı: İki renk iplikten örülmüş kumaş): 346: ALBAY SABRİ... İMÂM-I RABBANÎ: 345: MÜFEKKİRE-Düşünme gücü ve kuvveti… EBABİL: Elif-Ba-Bil… Elif-Ba: Alfabe. 28 harfli Arab alfabesi… Elif, Allah’ın “Bedi’-Yaratıcı” ismi ve İlk Akıl mertebesi… Ba harfi, Allah’ın “Lâtif” ismi, “Cinler-Gizlilikler” mertebesi… BİL: FİL-(Hayat ve fiil)… RAHMAN Suresi 19-20. âyetleri —“Meâli: Allah iki denizi salmış birbirlerine karışıyorlar, ama aralarında birleşmelerine engel bir perde var”. (Lâyabgıyan: Bulamamacasına arama… Nuh Aleyhisselâm’da tecelli eden “Subbuhî” hikmet, Allah’ı her türlü teşbihten arî bilen mübalagalı tenzih ve tesbihtir!): 3166: FİL-İ BABİL. (İngilizce, Matter: Madde. Cisim. İş. Mesele. Muhteva. Sebeb. Netice. Vesile. Aksilik. Dert. Yazılı şey… İngilizce, Subtance: Cisim: Önemli mesele. Asıl mânâ. Öz)… Kıssadan hisse böyle!..
*
SÜKNE-Kuş sürüsü: 574= 1573: BAİS-He harfi ve “Levh-i Mahfuz” ile ilgili Allah’ın “Peygamber gönderen, sebeb olan, icâb ettiren, yeniden yaratan ve öldüren, haberci gönderen” ismi. (Bais: Şiddet ve zahmete uğramış kul ve onu gidermeyi nefsine vacib kılmış Allah)… ŞİR’A-Suya giden yol. Şeria. Şeriat: 575= 1574: TASAVVUF… SÜKNE: 574: SÜLME-Çatlak. Gedik. Merdiven. “Gedik açma”. (Berzah, Rahman Suresi 19-20. âyetleri ve Abdülhakîm Koltuğu hatırda!)
Baran Dergisi 380. Sayı