Ölüm Odası B Yedi

Ölüm Odası B/Yedi: İrfan Dağı - 198

Abone Ol

BEYİT: Ki bahr-i ilm u dâniş kûh-ı irfan / Burc-i zühd u takva mihr-i rahşân —(Mevlâna Hâlid-i Bağdadî)… “Ki, ilim deryası ve bilişin irfan dağı — Zühd ve takva burcunun parlayan rahmet ve muhabbet güneşi!”

*

HACEGÂN silsilesinin 33 en büyüklerinin büyüklerinden ve Şâh-ı Nakşibend ile İmâm-ı Rabbanî Hazretleri gibi büyük yol ağızlarından, kendisinden binlerce mürid ve birçok hâlife fışkırmış Mevlâna Hâlid-i Bağdadî Hazretleri’nin, “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum!” sırrını ne çapta belirttiği, bütün Hocaları gibi Abdülkerim Benzerci isimli bâtın kahramanı Hocası’na yazdığı gazelden de anlıyoruz; BEYİT, o gazelden… Devamı beyitte, “Büyük ahlâk elçisi –Allah Sevgilisi’nin– evlâdı ve âlemin önderi!” dediği, Abdülkerim Berzenci Hazretleri… Abdülkerîm: Kerîm, kerimenin kulu… KERÎM-Kerem ile muttasıf, her şeyin iyisi ve faydalısı ile muttasıf, ihsan ve inayet sahibi, cömert ve müsamahakâr: 270: SERİYY-Seri, hîz, coşkulu, hızlı geçen. Nefis, güzel, nefes, nefs. Kuvvetli. Kaptan, kumandan, üstad, reis. Küçük nehir, zirve kurban, ırmak. (Nehir: Irmak, ufalanmış kemik, gölge, kurban, tıbb… Şatt-Nehir: 309: Huş-Kalb… Kurta-Küpe: 309: Hurufiyye-Harflerle ilgili. Kültür, irfan.  Harf ilmi, yemiş toplama… Arvas-“Bir dağ ismi”: 308: Ashab-ı Bedr)… NUREDDİN Mahzumoğulları-“Şehîd” lâkablı, Halid bin Velid oğlu ve onun gibi külhan ve kabadayı anlamında Ebu Süleyman, yâni Horoz lâkablı, Mahzumoğulları’ndan Süleyman bin Halid’in torunu!”: 2270: YESR-Öldürmek. Canî, candan seven. (Katla-Öldürülmüş kimseler: 540: Ma’lat-Derin ve yüksek fikir. “Mus, müz”. Ululuk, şeref, itibar)… KÜRAN-Al renkli at: 271= 1270: AB-SÜVAR-Su üstünde yüzen. Sudaki kabarcık. Süvari. Gelip geçen. (Hub: Hoş, güzel, iyi… Cemad: Donmuş, katı cisimler. Yağmur yağmayan yer. Çöl, berzen. Sütü olmayan deve, nefs. Hakikati Allah’ta gizli insan nefsine gelen her şey, madde ve mânâda kuşatandır… Cemad: Cem-Ad… Cem: Topluluk, birlik… Ad: İsm… İsim, hem tanımaya dair bir kelime, hem de “günah” anlamındadır… Ölçü: “Allah Adem’e bütün isimleri öğretti!”… Adem Aleyhisselâm, İlk İnsan ve İlk Peygamber; ilk dil, ilk insanla vardı ve ilk insan ilk Peygamber… “Âdem’in hatası, topyekün mahlûkatta Efendiliği görülsün diye idi ve bu yüzden içinde bulunduğumuz âleme düşürüldü!”… Düşürülme, bu âlemde teshir ile mesele hâlline dair; nefse duyu organları - beden yoluyla gelenlerle, ruh’tan gelenler, birbirinden alıcı verici olmaları ve neticede ruhî kutbun tekâmülü ve kemâli için… Adem-Yokluk: 45: Cemd-Donmak… Donmanın muhtelif anlamları içinde, tecride mevzu “sabit, şekil, renk” anlamına dikkat; teşbih bir zaruret, çilesi çekilerek yerine getirilmesi gereken, bunun yanında nefsin hakikatine nisbetle –sırrı Allah’ta– tenzihi gereken… “Gelip geçiciliğe” dikkat; o da kullanıldığı yere göre mânâ alan… Allah’ın isimleri mutlak; mahlûkta ise, gölge varlığına nisbetle, nasıl ki gölge asla bağlıdır ve onda topludur, onun nezdinde bir yokluk nisbetidir, öyleyse yokluk eksiklik ve kötülüklerin de kaynağıdır… Doğrunun olmadığı yerde, “hoş, güzel ve iyi” yanıltıcı olabilir; yâni nefsin hoşuna giden, güzel ve iradî davranışımız ahlâk… MUTLAK FİKRİN GEREKLİLİĞİ davası… İnsan, Mavera-üt Tabia’ ve Mavera-üt tab’a dair nesneleştirmelerine isim yakıştırarak onları araştırma ve bilme marifetini edinmiştir; İRFAN da, “bilmeyi bilicilik” olarak bu… Allah, kendisinden hiçbir gizli olmayan “Âlim”dir; bu yüzden O’na “irfan sahibi” denemez… İrfan, “cüz’i-parça” bilgiden, içine “hayâl ve vehim” de girebilen bir marifettir; hani, “parça, bütünün habercisidir!” sırrı… Simurg ve Anka gibi “hakikati olmayan mahiyetler, tasavvurlar” ile, hakikatler… Mahiyetin hakikati: Hem gelip geçici, tahavvül edici ve inkılâb edici, hem yokluk, hem müsbet ve menfi olabilen, dolayısiyle hakikati bu olanlardır… Öyle veya böyle, son tecridte hakikatler, Allah’ın muradı ve mahlûktur… Muzî: Sürat, hız, geçerli, geçen, geçip giden, yürüyen. “Ayak, âmil”… Kıpçak Lûgatı’nda, Ayağ: Ayak. Kadeh. Beden… Cism: Cisim. Madde. Beden… Cism-i Lâtif: Beş duyu ile idrak edilemeyenler. Cinler, gizliler, melekler. “Melekeler”… Cism-i gayri muzî: Işıksız cisim. Müz olmayanlar… Kâinatta her şey, son tecridte ışık enerjisinden; demek ki, müzler, zihinde sureti belirdiği için idrak edilen derin fikirler…  Derin fikirler, suretler, tecelliler, aslında ve nihayetinde fikir öyle, zamanı aşkın mahiyette nurdur. Kasıd bu kuşatıcılıkta, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin sözü: “Bir şeyi görmek için, bir gören, bir görünen, bir de ışık lâzımdır!”… Vesilesiyle, Telegram: Elektro-manyetik dalgalarla, uzaktan zihin kontrolü. Beş duyu ile idrak edileni alan, beş duyuya tesir eden… İngilizce, Cinerin-Sinerin… Sin: İnsan. Mezar taşı. Şâhide... Kıpçak lûgatı’nda, Erin: Burun deliği. Dudak. Diş eti. Nehir, ırmak… Mezar taşlarını “hece taşı”na benzeten Yunus Emre Hazretleri: “Başları ucunda mezar taşları / Dökülmüştür kirpikleri kaşları / Ne söylerler, ne bir haber verirler!”… Hâl bu, ölmeden önce ölün derler; erin… İngilizce, Mine: Benim, benimki… İngilizce, Mine: Maden. Maden ocağı. Mayın. Mayın döşemek… Fransızca, Mine: Yüz ifâdesi, çehre, görünüş. “Tarih, maske, yansıyan hâl”… Benim, benimki; mayın patlayınca?.. Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri: “Bir veli, mevzuunu bulamaz ki ben desin!”… Yüzler: Müzler… İngilizce, Sinergy: Birbirini kuvvetlendiren fizikî veya ruhî enerji, kuvvet. Birlikte çalışma… İngilizce, Synergism: Sinerjizm. İlk ilâcın birlikte daha kuvvetli tesiri… İngilizce, Syneresis: Birleme… İngilizce, Cinerary: Kül ile ilgili… Cin: Gizli. Hayvanî bedenin, hayâl ve vehim gibi kuvvetlerine menba ve kaynaklık eden. Bu, hem gizlilik ve gizlilenme, hem de ateşten yaratılan düşünce sahibi varlıkların ismidir, gulyabanî vesaire de denilen… Erary: Nadir bulunan, nadide, seyrek… Nadirlik vasıfta… Telegram’ın karşısında, Telegr-Ram… Hollanda Lûgatı’nda, Telegr: Evlâd. Torun… Hollanda Lûgatı’nda, Ram: Koç. Koç Burcu… Fürfür-Koç: 566: Seyyid Abdülhakîm Arvasî, keremli pirlerin nazarları üstünde olan Büyük İrşad Kutbu ki, onlar öldükten sonra da müridlerini yetiştiren ve irşadlarına devam edenlerdir… Koç Burcu, unsuru ateş, tabiatı Sıcak ve Kuru, türü Hareketli, yıldızı Mirruh-Merih, vücutta tesir yeri Baş ve Beyin, tabiatı Erkek ve müessir, simyada Kül etme safhası… Kerime: Güzide, seçkin kıymetli. Kendine ikram edilmiş kimse. Şerefli. Kabul edici nefs… Kerim, Kur’ân’da iki defa Hakk kasdıyla da geçen… Hubub: Ab-Süvar. Habab. Su üzerindeki kabarcık. Taşkın. Muhabbet… Hubub: Tohumlar, taneler… Hubb: Muhabbet, bağlılık. Varlığı isbat edilene âit… Hubb: Hilekâr. Mekreden. Hud’a. Kurnaz. Bürd, bilmece. “Üstadım’dan: Ufuk bir tilkidir kaçak ve kurnaz / Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık. / Her gece rüyâmı yazan sihirbaz, / Tutuyor önümde bir mavi ışık!”… Hubî: Güzellik… Fizik ve tabiat kanunları, sebeb-netice ilişkisi şeklinde zorunluluk yükleyen kanunlardır; ahlâk ise, iradî seçme ile uyup uymama bu hürriyeti gösteren davranış kuralları… Allah’ın bir aşk ânında yarattığı Muhammedî Nur ve O nurdan yaratılan bütün varlıklar; İnsan, Allah’ın en büyük sırrı ve Allah da insanın… Hollanda Lûgatı’nda Weg: Yol. Yok olmak… Din, yol demek; ve malûm, “Aklı olanın, dini de olur!”… Demek ki, dinin hakikati İslâm olduğuna göre ve âyetle buyrulduğu üzere, “İslâm kalbin yoludur”, kalb basiretini temsil eden akıl… Sadece akıl, –mantık kuralları– işi tahdid ile tek bir esasa bağladığından kâfi gelmiyor; bu, hem İslâm dışı, hem İslâmî niyetli düşünceler için geçerli… İslâm, önce teslim olup, sonra “İslâma muhatab anlayış, ahlâk, hâl, irfan”la arama işi… Aşk da akıl gibi, bu ölçüye uyduğu kadar, hedefe mıknatısiyet bakımından makbul, erdirici… Kasıd, kendi kendinden ibaret bir güzellik şeklindeki aşkın idealize edilmemesi, Haya madeni Hazret-i Osman’a dayanan şecerenin de sahibi Mevlâna Halidî Bağdadî Hazretleri şöyle buyuruyor: “Gaye aşk değil, ibadettir!”… Kulluk etmek… Üstadım’a, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin buyurduğu: “Sende iki şey ifrat hâlinde: Muhabbet ve zekâ. Muhabbet inip çıkar, ama zekâya çare yok. Keşke bu kadar zeki olmasaydın!”… Üstadım’ın çektiği çileye şefkatini gösteren bir “keşke”… Sübut: Varlığı kat’i olarak isbat edilene âit olan. İsbat edilen, müsbet veya menfi… Meselâ felsefe, hikmet dostluğu, muhabbeti, mevzuu “aşk” da olabilir; İslâm’da ise Allah’a Resûlü’nün gösterdiği yoldan aşk ve muhabbet, hikmet sevgisi de bunun için. İlim dilden dile gelir, hikmet ise gaibten kalbe… Âyet meâli: “Allah ruhu, dilediğinden kullara ilk eder!”… Hikmet için hikmet de içinde: Hikmet sırdır… Sübt: Açıklık. Çıplaklık. Günah. Sarih… Mevzuuna göre değerlendirilmesi gereken… Şekspir: Hakikate aykırı bir söz söylemek mümkün değildir!”… Herşey BİR’den… Şiir bir gizleme sanatıdır; bu ayrı mesele… Adamına göre sarih veya değil, Orhan Veli’den: “Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda, / Gözyaşlarıma dokunabilir misiniz ellerinizle? / Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, / Kelimelerin ise kifayetsiz olduğunu, / Bu derde düşmeden evvel!”… Sübt: Hatmî –Ebegümeci– gibi bir ot… Babaanem’e, “Mem-u Zîn”den bir şey okumasını söyledim, Kürtçe birkaç mısra okudu; tabiî anlamadım… Anlattı(!): “Onlar hakikatli aşktı. Şimdikiler gibi değil!”… “Hakikatli aşk”ı anlayıp anlayamadığımı anlamadan, hâliyle de anlatamayacağından sustu; “şimdiki gençler” hesabı… Benim, onun niye anlatamadığını da anladığımı anlamadan!)… RENG-Renk. Suret, şekil. Oyun, hile, mekr. Bilmece. (KKM): 270: MIKNATIS-(Dünya’nın sanki merkezinde bulunan devasa bir mıknatıstan kaynaklanıyormuş intibaını veren bir manyetik alanı vardır. Dünya kendi ekseni etrafında dönerken, “magma-ateş” tabakasındaki erimiş madenler de hareket eder ve bir manyetik alan meydana getirir; kabaca, Kuzey ve Güney kutubları yönündedir. Kuzey kutbunda daha tesirli olarak. Manyetik alan, yer çekiminin de sebebidir; arz cazibe kanununun… Elektirik alan: Elektrik yüklü bir cisim, çevresinde bulunan elektrik yüklü cisimler üzerine ve bu yüklerin cinslerine göre, itme veya çekme şeklinde bir kuvvet uygular. Bu kuvvetin etkisinde bulunan mekân parçasına, “elektrik alan” denilir. Elekro-manyetik dalgalar? Hareketsiz duran bir elektrik yükünün sadece bir “elektrik alan” üretmesine mukabil, hareket hâlindeki elektrik yükü hem “elektrik alan”, hem de manyetik alan üretir… Dikkat: Elektrik ve manyetik alanlar, maddenin bir temel özelliğinin iki ayrı özelliğidir… Bir not: Renk bahsinin geçtiği yerlerde, Kuvantum –Atom altı parçacıklar– fiziğinde bahsi geçen, “Büyük Birleşik Teoriler”den “renk kuvveti ile elektrozayıf kuvveti birleştirme” meselesine bağ kurulmalıdır. Bütün temel parçacıkları tek bir teori altında birleştirmek isteyen “kuark-temel parçacıklar” teoremi, Hadron denilen “zayıf etkileşimlerin yanı sıra kuvvetli etkileşimleri de içine alan” diye tarif eder. Aynı şekilde “elektro zayıf” teorem, zayıf çekirdek kuvveti ile elektromanyetik kuvveti tek bir şekil altında birleştiren. Kuantum Renk Dinamiği ise, daha ağır temel parçacıklar oluşturmak için, “kuark-temel parçacıkları” birbirine bağlayan “renk kuvveti”nin keşfiyle ortaya çıkmıştır!)… Renk, hem sıfat, hem kuvvet olarak, “İnsanî Hakikatin Perdeleri” ve bâtında “renkler var hiçbir renge benzemez!” hakikatinde izlenebilmeli… ABDÜLKERİM Hazretleri’nin lâkabı, BERZENCİ-Sahra, çöl. “Zaman ve mekân”, nuru kabul eden. Suret kabul eden. Köşe başı, iki çizginin kesiştiği yer: 272: IR’A-Mıknatıs. (İ’ra: Çıplak bırakma, soyma. Tecerrüd, masivadan ayırma. Cezbetme ve itme… İr’a: Otlatma… İra: Parlama. Kıvılcım çıkarma. Cömertlik etme)… BERZ: Ziraat, ekim. “Kültür”… BERZE: Manzur. Yakışıklı, yakışmış, bakılan, nazik. Letafet, zarafet. Dal, budak. İpekli kumaş. “Feylak, büyük adam, dehma, felyesof”… BERZAH: İki âlem arasında perde. Sıkıntılı yer. “Kamer menzillerinden Kalb; ebcedi Taht ile aynı Te harfi, Allah’ın sıkıcı ve kısıcı anlamındaki Kâabid ismi ve Hebaî ilk madde Esir mertebesi ile ilgili. Esir ile Berzah’ta Esir mertebesi arasındaki farka dikkat!”… İRANÎ-Farisî. Doğu. Süvarî. Tabut. Neşeli olmak: 272: İKİ x KUTVANÎ ABA-(Kut-Yaşatacak gıda, rızk. Kuvvetlendirmek: 506: Nakşbend… Kuta’: Rüyâ tâbir etmek. Başka yere gitmek. Hicr’, basiret, tag, taşan, icâd, arz)… AİR-Göz ağrısı. (Üstadım’ın gözünün ağrıması ile ilgili Yevmiye malûm… Uhz-Göz ağrısı: 1301: Uhz-Sihir, efsun. Sır… Rasim-Akar su. Resim yapan, çizen. Suret kabul eden: 301: Mühürbend-Mühürlü. Hatmî… Huz-“Al” emri. Kabul etme. İşkence etme: 1300= 301: Miran-Beyler… Uhd-Medinenin bir mil kuzeyindeki kırmızı dağ ki, burada vukubulan muharebe ile meşhur olmuştur. Allah Sevgilisi ve ashabı ile, aralarında henüz İslâm’ı kabul etmemiş Kureyşliler arasında vukubulan bu muharebe, Ashab’ın savaş mevkii olarak Uhud’u tercihi ve Allah Sevgilisi’nin bu yüzden kabulü, orada geçmiştir. Halid bin Velid Hazretleri’nin süvarileriyle İslâm ordusunu bozması, sonra Allah Sevgilisi’nin savaşı dengelemesi ile iki taraf için de netice ortada kalmıştır. Burada, Kâinat’ta iyi-kötü ne oluyorsa, Allah’ın Malik isminin fertte tecellisi Malik hikmeti, Allah Sevgilisi’nde bir kere daha görünmüştür. Şehid olan ashab için de aynı şeyin kıdem farkı. Hadîs; “Ben Uhud’u severim, Uhud Dağı da beni sever!”: 13: Salih Mirzabeyoğlu): 272: NAİKAN-Cevza Burcu’nun iki yıldızı. (İkizler Burcu Lâtince Gemini, Arabça Cevza; unsuru Hava, türü Birleşik, yıldızı Utarid-İkizler, vücutta tesir yeri Akciğer ve “Kollar-Miran”, simyada Sabitleme safhası)… ENGAR-Zann. Tamamlanmamış, eksik kalmış iş. Roman, hikâye. Tarih. Çehre. (Yevmiye: Asıl ruhumun Kafa Kâğıdı’nı resimlendirmek isterdim!): 272: RUB’-Dörtte bir. (Erbaa-Dört: 278: Arvasî-Bir dağ ismi… Hollanda Lûgatı’nda, Kwart-Dörtte bir. Çeyrek: 706: Sevr-Boğa, öküz. Dünya’ya müekkel 4 büyük melekten birinin ismi… Fikir Kahramanı: 706: Aktör… Kutre-Avcılar kümesi. “Taraf, nahiye. Dairenin merkezinden geçip onu iki eşit parçaya bölen çap”: 706: Nahiye-Kamer menzillerinden biri; Hı harfi, Allah’ın Hakîm ismi ve “şekil-suret-renk” mertebesi ile ilgili… Üstadım’dan: “Bir sır ki aşikâre, / Avcı yenik şikâre, / Yalnız, yalnız sabırda, / Çaresizliğe çare!”… Allah’ın tecelli ve mahlukatı sırrına erme çabasından doğan hayrette, yine O’na sığınma… Yine Üstadım’dan: “Senden sana sığınır, senden sana kaçarım!”… Yevmiye: “Allah o yükü taşıyabildiğin için sana veriyor, sevinmelisin!”… Zel-Bu harfin sayı değeri, Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’ne göre: 707: Varis… Zel-Harfi, Allah’ın Müzill ismi, Hayvanlar mertebesi ve Kamer menzillerinden “Derece almak, mübarek, mübarek yıldızlar” ile ilgili: 707: Esre-Eski zamanlarda rivayet edilen hikâye ve bilgi… Aynı Gazel’de, Abdülkerim Berzenci Hazretleri: Kemâl mertebesine ermiş o Kutub, etrafında faziletli insanlar bulundukları hâlde Büyükayı Takım Yıldızı gibi Cennet’e girdi!)… DÜBB-Ayı. (İngilizce, Bear: Ayı: Bear-Taşımak. Yükseltmek. Üstüne almak. Lâyık olmak. Yaymak): 6 : DAĞ-Mühür. Hatm.

*

(SÜLEYMAN Sûresi de denilen Neml Suresi’nden: Bir de o dağları görür, sabit sanırsın. Halbuki onlar bulutlar gibi geçer. Her şeyi yerli yerince yapan Allah’ın sanatıdır bu. O şübhesiz yaptığınız her şeyden haberdardır… NAHL Sûresi’nin 15. âyet meâli: Sizi sarsmaması için sağlam dağlar koydu, yolunuzu bulmanız için de ırmaklar –yollar– yaptı… FUSSİLET Sûresi’nin 9. ve 10. âyeti meâlleri: De ki, siz Arz’ı iki günde halk edeni inkâr edip O’na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbı’dır! O yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve tam dört günde kıyamda duran mahlukat için fark gözetmeden gıdalar takdir eyledi)… Hemen hemen aynı mânâya gelen, başka sûrelerde de âyetler var; ve tefsirde, dağlar ile insan bedeninin birbirine kaim biçimde ele alınması… Böyle olunca, BE’DEN-Başlangıçta, ilk, önce, ilkin: 7: EBED… MEHDÎ Muhammed-(Mehd: Beslenip büyüyecek yer. Beşik. Yayıp döşemek. Kâr kazanmak. Hazırlanmak… Mehd, hem yeryüzü, hem bâtın olarak gıdalanılacak yer mânâsında… Mehdî,  hidayete ermiş, hidayete vesile olan, varlık onun için yaratılan; Allah’ın insana verdiği teshir gücü, onun için olan; Allah Sevgilisi… Hâdiye: Asâ, değnek, iktidar ve kuvvet sembolü. Su içinden sivrilerek yükselen kaya… Kayaların-Dağların, yeryüzünde olduğu gibi denizlerde de çalkantıya mânia teşkil ettikleri, bahsi geçen âyetlerin benzerlerinde işaret yoluyla var; yeryüzünde yükseklik ve alçaklık farkından dolayı akarken yol bulan suyun yola misâl olması gibi, denizlerde de yel tesiri beraber akıntı yollarının olması, bunun bereketleri malûm… İnsan bedeninde dolaşan kanın, damar yollarından oluşu… Bütün bu bedahatler, –doğru düşünce olmadan, doğru düşünce olmaz; ilk doğru düşünce İlk İnsanla vardı ve İlk İnsan İlk Peygamberdi!–, çok eski devirlerden ve felsefe olarak da belirtilmiştir… Hukukta da, Devlet’in doğuşu bahsi, doğrudan doğruya sözkonusu benzerliklerle “Biyolojik Nazariye” olarak… Tabiî, aynı unsurlardan yapılma birbirine zıd terkibler hususuna da dikkat çekmek lâzım!): 151= 1150: KUANT-Okunuşu “Kan”. Ne zaman? (Evveli bilinmeyen zaman: EZELL… Bu lâfız, KAOS yerine GİRİFT dersek daha yakışıklı, EBED boyu yaratılacak-yaşanacak olanın başlangıcı olmakla, İnsanın Allah’a erme cehdinde –tasavvufta– ayak kaymalarının çokluğundan  “zelil-sürçme, yanılma, horluk” kökünden bilinmiştir; “Ezel” denmesi bu yüzden… İnsan’da Ezel ile Ebedin birleşmesi, ARZ taşkını duran DAĞLAR’ı hatırlatıyor… Hani “önsözün, son sözden olması” gibi… DAĞ: 1005: HE harfinin ebcedi - “Allah” lâfzında He’nin, “Hu” şeklinde “kısaltılması”, Hu’nun Allah’ın varlık sıfat olarak “Hüviyet” anlamına gelmesi, insanın bâtınının Allah’ın bilinmez Zâtî sıfatlarından sureti üzere ve hakikatinin Allah’ta gizlenmesi. İnsanla Allah arasında Ezel, Ebediyen sır olan; Yaradılış sırrı, onun varoluş sırrı… İspanyolca, Mermar-Kısaltıcı. “Abdülhakîm Koltuğu’nun yan mermerleri, Mer’in ilim ve Mar’ın hayat oluşu hatırda”: 281: Fer-Işık. Dal, budak. Aslın neticesi. İkinci derecede olan. İki nizalı arasında denkleştirici olan; Allah’ın Zât âlemiyle, Halk âlemi arasında. Doğrudan Allah’la, O’nu O’nun bildirdiği yoldan bilmekle, amel arasında. Amel yekûnu ibadet, insan faaliyetlerinin imâna tebdilidir. İmân nuru, Allah’ın nurundan bir hisse, sırdır, sır idrakinin hakikatidir. Böylece, neyin neye göre “fer-parça” olduğu yanında, imâna nisbetle amellerin “fer” oluşu da görüldü. Asla bağlı olan. Kürsi, “Taht-Abdülhakîm Koltuğu-Kaide”, Allah’ın Kâinatı kuşatan su üstüne istiva ettiği Arş altında bir sema tabakası… ELİF harfi, Allah’a ve Kul’da Resûlü’ne işaret eden, kulda tecelli ederken yalnız Allah’a mahsus “Bedi’-Yaratıcı” ismi nazara alınarak, Ezel: E-Zel… Zel-Allah’ın “Müzill-Zelil kılan, hor eden” ismine ve Hayvanlar mertebesine işaret eder; beden, bedene, diri, canlı: 731: Abdülhakîm Koltuğu… Kef: Köpük. “Muhabbet”… Kefa-Sıkıntı, meşakkat, mihnet: 101: Gusto… Kefa’: Tersine dönmek… Kef: Avuç içi. Ayak tabanı. “Kader. Nur. Yürümek. He harfi, Levh-i Mahfuza işaret eder; olmuş ve olacak bütün hâdise ve varlıkların kaderinin yazılı olduğu Levha’ya”… Kıpçak Lûgatı’nda “Kan”lar: Hakan. Hükümdar. Maden, menba, kaynak. Kanmak, doymak… Kanat: Kan-At. “Kuş, can. Uçmak. Menba fikir. At kişnemesi, sahil, dalga sesi, fikir muradı, murad fikir”… Kan’ın kırmızı rengi, rengin “şekil ve suret” anlamıyla Mavera-üt Tabia’ hakikati Berzah’ta, “Asgaran-Kalb ve dil” olarak Kef harfi kısaltmasında; Kürsî’de… Ve, Esîr mertebesi kısaltması Te harfinde; Allah’ın “Kâabid-Kısıcı, sıkıcı” ismi tasarrufu ve Kamer menzillerinden “Kalb” ile ilgili… Arabça’da, bir terkib hâlinde “El-Havadis-ül yevm” şeklinde, Gün ile Havadis’in ilişkilendirilmesi ve havadisin “gelip geçen, yeni haberler” mânâsı, “Tak-ı Mukarnes: Gökyüzü. Süleyman’ın tahtı” denilen –Eşya ve hâdisenin kendisine tâbi olması ve tasarrufu tecellisi Süleyman Aleyhisselâm’da ve Rahmnî hikmet– yönünden bakılınca, Cism’in lâtif ve madde iki yüzü, suret ve maddeye tekabül eder… Madde ve tezahürlerinden tanıdığımız Arş’ın taayyünü zamana… Cisim, her tabakada, Semâların hareketinden meydana gelir… “Arz’ın iki günde yaratılması” böyle… Allah’ın “Hayat” sıfatı suya işledi; herşey hebaî sudan yaratıldı, demek ki herşey canlı, çifler hâlinde… Adem’in zuhur talebinden yaratılan Havva eşi gibi, Hebaî ilk madde Esîr: Ateş, toprak, hava, su… Bu dört unsur, topyekûn Kâinat’ın bütün maddî varlıklarının kendilerinden yaratıldığı; dağ ile ifadelendirilen gıda ve rızık. “4 günde yaratılan”… Dağların, yeryüzünde “magma-erimiş madenin de bulunduğu lâv tabakası” vesairenin sarsıntılarından koruyucu ve baskı ile yeryüzüne istikrar verici, rüzgâr yolları oluşu… Yunus Emre’nin, “Dağlar ile taşlar ile / Çağırayım Mevlâm!” demesi gibi, dağ ve taş, birbirini davet eden isimler… Seng: Taş. Vezin, ölçü. Tartı ve temkin. Sıklet. Ağırlık. Beraberlik… Cisim: Beden. Gövde. Madde… Cism-ı Azm: Kemik… Adla’: Kaburga kemikleri… Bedende kemiklerin, tefsirde taşa benzetilmesi, vücudun iskelet üzerine bina edilmişliği dolayısıyledir. Mecazın rastgele yapılamayacağına da örnek bir mesele… Kıpçak Lûgatı’nda, Tağ: Dağ… Tag: Taşkın. Köpek, iz süren, basiret, uçurtma, fatihlik, önder… Şahs: Acı çekmek… Müellem: Elemli. Keduret… Muallim: Bilen. Tâlim eden, öğreten… Firaset: Feraset. Siyaset. Ata tâlim veren… Şahs’ın, “kişi, karakter, hüviyet” anlamları, dağın niçin “şahsiyet”e mecaz olunduğunu gösterir… Arz’ın “takdim” mânâsı, “Arz taşkını dağ” ifademi, aynı zamanda mânâ nisbeti ata’ya da bağlıyor… Ata: Cedd. İzin veren… Arz taşkını Atî, hem hediye, hem istikbâl, hem “önder” anlamında… “İstikbal İslâmındır!”: Önder İslâm… İslâm: 132: Naslı-Han Kerime… Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’nin, neticede ilgisi Üstadım’a mektubunun bu ser başlığı, taşkın olarak –yine– Üstadım’ın beni takdim yazısında: KKM… Kan: Bir şeyin menbaı. Bir keyfiyetin bol olarak bulunduğu yer. Maden ocağı. Kuyu. Kaynak. Hükümdar, hüküm kapısı, hüküm veren!)

*

BEYTİN TOPLAM EBCEDİ: 3298: FİHR-Avuç dolusu taş. (Kueyş’e ismini veren, Allah Sevgilisi’nin babadan geriye 10. ceddinin ismi Fihr’dir!)… DÂĞ-Kızgın demirle insan ve hayvana tanınmak için vurulan damga, mühür: 6: VAV harfinin ebcedi… GAD-Gelen, gelici. “İstikbâl”: 1005= 6: DAHİR-Dağ başı. Dere. Vadi… ŞEŞ-Altı: 600: HI harfinin ebcedi. (Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin Harfler cetvelinde, Allah’ın “Hakîm” ismine işaret eder!)… HIZIR: 1600: TAALLUK-Alâkalı oluş. Bağlılık… TAKANNÜN-Değişmez hâlde kat’i olarak beliren. Kanunlaşma: 600: KAŞER-Çok fazla kırmızılık. Ziyâde kızıllık… ŞÜŞ-Karaciğer. Kemer bölgesi karın boşluğunda, midenin sağında, koyu kırmızı renkli, sert fakat kolay yırtılan ve zedelenen, iç organların en büyüğü olan, vücudun şeker deposu görevi yapan, safra çıkarmak, zehirleri zararsız hâle getirmek, demiri depo etmek gibi çok önemli görevleri bulunan organ. (İngilizce, Liver: Karaciğer… Live: Diri, canlı. Elektrikle yüklü, cereyanlı… Karaciğer: 1516: Piştar-Kumandan. Öncü. İz süren, takib eden. Live-R… Kıpçak Lûgatı’nda, Yaktu-Nur, ışık, aydınlık: 517: Yakut-Çeşitli renkleri olan kıymetli bir süs taşı. “İsrailoğulları”nın, bir tabutta kediyi andıran yakut ve zümrüt sihirli taşlarının, düşman üzerine tabut önde yüründüğünde kediye benzer bir ses çıkardığı ve onlar sustuğunda ordunun durduğu” bir esatir… Dağıstan-Kafkaslar’da bir bölge. Dağlık yer. “Dağ mekânı”: 517: Seyyid Fehim Arvasî): 600: FUSSİLET-Ayırd edilmiş, izâh ve tafsil edilmiş… EŞKAR-Mavi gözlü ve sarı tenli kimse. Yelesi ve kuyruğu kırmızı olan sarı at. (Sarı: Haste. Vücud… Kırmızı: İdrak… Hacı Musa Mirzabeyoğlu-Sarışın, çakır gözlü: 1441: Salih Mirzabeyoğlu… Vilâdet-Doğurmak: 441: Kısakürek): 601: MİSKAT-Su kovası… AMENE’R Resûlü’de, “Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez” meâlindeki âyet: 602:  ŞÜPÜŞ-Bit… BEYT’in Birinci Mısraı: 1168: BASIKA-Beyaz ve safi bulut. Taha. Sin… MÜFHİM-Delil ile susturan: 168: FEDFED-Büyük sahra. Yüksek mekân. Düz yer. Sığır buzağısı. (Rüyâ’da, gelen mânâ: Said-i Nursî Hazretleri’nin bir yazılı cümlesinde, “12 sığır yavrusundan biri, mucize beyanıdır!” deniyor)… KASH-Kuruluk, katılık. (Boğa Burcu, unsuru Toprak, türü Kuru ve soğuk, yıldızı “Zühre-Tarık”, simya’da “Katılaştırma” safhası): 169: KASAH-Sırtlan. (Sırtlan: 740: Mütefekkir… Kurt: 706: Fikir Kahramanı… Ezel, “zelil” anlamıyla, “sırtlan ve kurttan olan yavru” demek… Kurt’un çevreyi iyi bilen, iz süren ve Sırtlan’ın “ısrarla takib eden, kan kokusunu çok uzaklardan alan, çok doğuran”, her ikisinin de “tutan, ısıran, koparan, iş bitiren” vasıfları, “evveli olmayan zaman Ezel’in, Allah’la ebed boyu bitişmeyecek bir mesafe oluşu ve “İnsanî hakikatin Allah’ta gizlenişi” bahsi dikkate alınırsa, “ezel kadar eski” hatırası, başta Allah Sevgilisi ve Peygamberler, sonra en basit ferde kadar her fertte, rüyadan hakikat perdeleri boyunca “yaşayan”a kadar, bir suret veya dürtü şeklinde –mutlaka– hissedilir; bu böyle enine boyuna düşülmemiş olsa bile, her insanda mevcut “eski zamanlar” ve “gelecek zamanlar”, ezel ve ebed’e bir fıtrî bağ ifâdesinden, buna –şuurlu olmasa da– bir nisbet misâlinden başka ne ki… Allah’ın Zâtî sırrına eren Allah Sevgilisi; Allah’ın “isim, sıfat, fiil” ve her Peygamber’de her birine ayrı tecelli hâlinde bilinir olan varlık ve oluşunun hiçbirinin olmadığı, söz bitti, “mutlak meçhul”e “bir yay mesafesinde” yakın olmak?.. Topyekün Peygamberler’in getirdiğinin de “mutlak” isbatı mührü olan O, zaten onların her birince kendi zamanlarının Kitablarında da “geleceği müjdelenen”di; ve her biri, Miraç hakkında Kurân’da geçen “Gördüklerinin hiçbirini kalbi yalanlamadı” hükmünün hatırayı işareti, beden yaratılışında bu hikmetle O’nu bilendi –Ezelde olanı, –Kal-u belâ’da “Allah’ın ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna, “Evet Rabbimizsin!” dediler–, “hayvan-hayat, canlı” mertebesinin ufkunda bir sınırda bir suretle cereyan edenin merkezinde olan O’nu… Bahsedilen hatıra, dünya hayatında yaratılan formla, başlangıçta Adem Aleyhisselâm ve Havva anamız Cennet’de, beden diriliğine ruh üflendikten sonra, ruhu idrak eden nefsin ruhî kutbu, “akıl ve ruh” kıvamında tecelli eden “şuurlu varlık”la mesafeleri boyunca surete döndü… Dikkat: Allah’ın bütün isimlerinde, zâtı murad edilerek hepsi vardır, hepsini kuşatan da Rahman ismi ve tuğra ismi “Allah”… Malûm: “Suret olmadan mânâlar ebediyyen tecelliye gelmez!”… Ezelde kan, Berzah âleminde, “Hayvanlar mertebesi” ve bu mertebenin “Mübarek. Derece almak. Mübarek yıldızlar” Kamer menzilinde, topyekûn Kâinatı insan bedeninde toplayan bir suretle ve ruhî olarak ifâdelendirirken, bunun “hep ezele doğru-ezelden ezele” mânâsıyla “ezele mahsus suret” oluşuna daima dikkat, sırrı Allah’ta gizlenendir; hani “Allah, insanın bâtınını, kendi bilinmez Zât sıfatı suretinde yarattı!”… Sırrı, kendi sır kullukta, bir sır olarak bilen –sırrıbilen–, Miraç’tan gidiş gelişin insan mertebelerinde olup biteni ve Zâtî yakınlıktan sadece Allah’ın emirleriyle dönen Allah Sevgilisi’dir; anlatılabilir bir şey, sadece bu, o bir “sır”  yaşanandı… Kıpçak Lûgatı’nda, Sırtlan: Surtlan… Nefsin bu vasfı, “Suretlen” diye anlaşılırsa, suret de Allahtan; biteviye tekâmül… Kıpçak Lûgatı’nda, Süret: Sürdürmek… Sırt: Tepe, yükseklik… Sırtlan: Yüklen… Suret: Biçim, şekil, renk, yüz, surat, çehre… Allah’ın boyasıyla boyanmak: Sıbgatullah… “Allah’ın marifetine ermek üzere, eşya ve hâdiseyi teshir mükellefiyetiyle hâlife olarak yaratılmış olmak”… Not: Miraçta, arada melek hâliyle yok, doğrudan doğruya Allah’tan alınan âyet, Ayet-el Kürsî… AYET-EL Kürsî: 732: ABDÜLHAKÎM Koltuğu… İrtias-Küpe takmak. “Kurta-Küpe: 309: Haş-Kalb”: 732: Ahlâk… Bezl-Esirgemeden bol bol vermek: 732: Nüfha-Beyaz, yüce tepe. “Nefa”… Mütesabbır-Sabreden. “Altun. Taş”: 732: Müterabbıs-Bekleyen)… BEYTİN İKİNCİ MISRAI: 2130: KUL-“De, söyle, bildir” meâlinde emir… SENCİDE-Ölçülmüş, tartılmış, değerli. Tam yerinde söylenmiş söz: 132: NASLI-Han Kerimem… İSLÂM: 132: KALB.


Baran Dergisi 384. Sayı

 

{ "vars": { "account": "UA-216063560-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }