Levha 12 Şubat 1985... Ben, Zeyn-âb, Üstadım’ın eşi Neslihan Hanım ve oğlu Mehmed... Kâzım Albayrak’ın dükkânının bulunduğu Sanayi Çarşısı’nın oradaki geniş sahadayız... Neslihan Hanım, “işte geliyor!” diyor... Gelen, Üstadım... Elini gözlerinin üstüne siper ederek seçmeye çalışıyor... Mehmed, karşılayıp elini tutuyor... Ben yanlarına varınca, Üstadım’ın elinden tutuyorum, yanaklardan öpüşüyoruz ve fazladan, bir kere daha elini öpüyorum... Elele yürüyoruz... İçimden, “keşke abdestli olsaydım!” diyorum ve Kelime-i Tevhid’i tekrarlıyorum... “İçimi okuyordur!” diye düşünüyorum... Dikkatle yüzüme bakışından bunu anlıyorum... Oturuyoruz... Milyarlık bir yer satımından bahsediyor... Ben de bir yer satıp parasını ona vermeyi düşünüyorum ama, tereddütlüyüm... Bu yüzden de biraz sıkıntılıyım!.. * İstişraf: Ellerini güneş ışığına siper etme: 1042= 43. Mütesakkıb: Ortası delik olan. (Farz: Bir şeyi delmek, gedik açmak. Bir kimseyi bir vazifeye tâyin etmek veya maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi nefsine âid iken başkasına hibe ettiği muayyen bir şey. Takdir veya beyan eylemek. Bir şeye esas kılınan husus. Din hususunda icrası zaruri ve terki günah olan husus. Kur’ân veya Hadîsle sabit olan Allah’ın kat’i emri... Abdülhakîm Koltuğu bahsini de hatırlayınız.): 1042= 43. Ulü: Sahibler. Bir şeyin ehli olanlar: 43. Cüllâ: Büyük emir: 43. Lüccî: Büyük deniz. (Hadîs: Denize bakmak ibadettir... Deniz: İlim.): 43. Beliğ: Belâgatlı kimse. Kâfi derecede olan: 1042= 43. Dırgam: Arslan, esed, gazanfer, şîr, haydar: (Şîr: Süt): 2041= 43. Izmar: Kalbte gizlemek, belli etmemek: 1042= 43. Müterettib: Tertib eden. Sıra ve tertibe giren. Meydana gelen. İcab eden: 1042= 43. Pehlev: Şehir, belde. Yiğit, kahraman. (Bolu. Zâhir olmak.): 43. Vahhabî B.D-İBDA: 44= 1043. Bedr Muharebesi: 1044= 2043. Vahab: Çok fazla ihsan eden: 14. Salih Mirzabeyoğlu: 1013= 14. * Vahhabî Salih Mirzabeyoğlu: 480. Mehdî Necib Fazıl Kısakürek: 1479= 480. Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 2480. Dostî: Dostluk: 480. Aşik: Aşık: 480. Milliyet: 480. Tamam: Bitme, bitirme. Tam, eksiksiz. Münasib, uygun: 481= 1480. MERMER: Ruham: 480. HAKKARİ BEYLERİ’NDEN MÜŞTAK BABA Gerçek ismi, Muhammed Mustafa Müştak’tır. Anne tarafından Abdülkadir Geylânî’ye uzanan bir soyu, babası da Seyyit’tir. 1758 senesinde Bitlis’te doğmuştur. Tahsilini, Bitlis civarında yapmış, Amcası Hacı Mahmud Hoca’dan ders almıştır. Hafızlıkta, kıraati üst seviyede ve hattattır da. Hakkarî beylerinden olan amcası Müştak Kadirî’nin nüfuzu altında, 22 köyü varken, diğer amcası Hasan Şirvanî’nin sohbetleri ile bâtın yoluna düşmüş, malı mülkü ve beyliği görmez olarak ondan ayrılamamıştır. İleri talebelerinden ve icazetli. Sonra Bağdat’a, Seyyid Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin kabrini ziyaret; mânevî iltifatlarına kavuşma... Bir şiirinde, bu ziyaretin mânevî bir davetle olduğunu yazmıştır. Orada “Nakib-ül Eşraf; Seyyid ve Şeriflerin işleri ile ilgilenen makam”dan icazet aldı. Bağdat’tan, Hindistan’a; Serendip bölgesindeki Adem Aleyhisselâm’ın makamını ziyaret etti. Ardından Hicaz’a gelip, Hac vazifesi ve Peygamber kabrini ziyaret etti. İstanbul’a ve sonra Trabzon’a geçti, büyük alâka gördü. Üçüncü Selim’in Sadrazam’ı Yusuf Ziya ile gazaya katıldı. Kudüs, Şam; 1790-1814’de İstanbul Eyüb Sultan semtinde, SELÂMİ Efendi dergahında ikamet eyledi... İstanbul’da iken, Mevlevî Hoca Neş’et Efendiyle, Hadîs ve Mesnevî üzerinde sohbet etti; ardından Konya’da Mevlâna Hazretleri’nin türbesini ziyaret... Mesnevî okuttu... Tekrar İstanbul’a döndü ve oradan Muş vilâyetine... İlim öğrenmeye devamda... Bu arada Erzurum’a, bir çilehâne’ye gitti. Müştak Efendi, uzun boylu, geniş göğüslü, nuranî yüzlü, elâ gözlü, muntazam burunlu, heybetli, hoş sohbetli ve fakir fukaraya yardımı seven bir zât olarak tanınmıştır. HAKKARİ BEYLERİ’nden olmasına rağmen, Baba ve akrabadan kalma 27 köydeki mal ve geliri terkederek, tasavvuf yolunu ikmâl ile Kadirî tarikatinin önde gelenlerinden olmuştur. Elini ne zaman cebine soksa, avuçla altun çıkardığı söylenir. Muş’ta, namaz kılarken, “itikadı bozuk”lar tarafından boğularak şehid edilmiştir. 75 yaşında vefat eden Müştak Baba, şehadetini dostlarına önceden haber vermiştir. Cananı buldu hasta gönül canı istemez Bir hastadır ki çare-i Lokman’ı istemez Zencir-i zülf ile Pabend olan gönül Bağ-ı cinanda sünbül ü reyhanı istemez Ehl-i kemâle nazim bildirdi kendini Müştak eğerçi şöhret ile şânı istemez * Müştak: Arzu ve iştiyak gösteren: 841. Ruham: MERMER. (Ruhamî: Mermerden yapılmış, mermerle ilgili... Ruhama: Rahim olanlar.): 841. Hammar: Meyhaneci. Mürşid, şeyh, kılavuz: 841. Ketkat: Kelâmı çok olan: 841. Erham: Başı beyaz olan at. (Hayırlı akıl): 841. Hımar: Kadınların başlarına sardıkları bez: 841. Mezak: Tad. Lezzet. Tad duyma. Zevk. (Gusto): 841. * Müştak Baba: 846. Dünya Çapında Bir Hâdise: (Takdimimde, Kaptan Kusto Müslüman başlığının altındaki alt başlık): 846. Müverrah: Tarihi konulmuş, tarihli, tarihi belli: 846. Müverrih: Tarihçi, tarih yazan. Ebced hesabıyla tarih düşüren kimse: 846. Gamıza: Maruf ve açık olmayan hesab. Kolay anlaşılmayan ince ve derin mesele: 1846. Emza: Çok tesirli olan. Hükmü çok geçen. Kat’i, şübhesiz: 846. Fırat ve Dicle: 847= 1846. * Muhammed Mustafa Müştak: 1161. Yasin Sûresi, 58. âyet: (Meâli: Hak katından inananlara selâm vardır): 162= 1161. Umman: Okyanus. Büyük deniz: 161. Ninan: Balıklar: 161. Salvele: Allah Resûlü’ne okunan salavât ve dua: 161. Sinyal: (Fransızca): Kararlaştırılmış bir haberi verme işareti, işaret: 161. Akademi: Yüksek mekteb. Eflâtun’un talebelerine ders verdiği mekân: 161. * Müştak Baba’nın çizilen ruhî ve fizikî portresi, bize tacını ve tahtını yele veren, Sultan İbrahim Ethem Hazretlerini hatırlatıyor. Allah yoluna herşeyi terkten sonra, bir gün elbisesini deniz kenarında yamarken, oradan geçmekte olan Vali, O’nun niye bu hâle düştüğünü içinden geçirir; İbrahim Ethem Hazretleri, başını çevirmeksizin elindeki iğneyi denize atar ve “balıklar, getirin!” der. İğne, bir balığın ağzında, ona iade. İbrahim Ethem Hazretleri’nin (dilinden) şu sözler dökülür: “İşte bu yüzden!”... Müştak Baba, hayatı gibi mizacı da onu andırıyor olmasından olsa gerek ki, sevgisi oğluna İbrahim Ethem ismini vermesinden belli. Allah’ın Zât ve sıfatlarına âit bütün kemâlleri kendinde toplayan ilk beliriş mertebesi - VÜCUDÎ Zâtî sıfatlarındandır... Vacib-ül Vücud varlık için varlığı zorunlu olan Zorunlu varlık! Davud Aleyhisselâm’da vücudî hikmet - HALİFELİK O’nda özel - bu Âdem Aleyhisselâm’dan farklı! Davud: 15. B.D.-İBDA: 15. Nebilik ve Resûllük İlâhî ve hususi mazhariyet şeriat kurmakla vazifeli olanlara çalışmakla elde edilebilecek birşey değil kulun - hizmet karşılığı değildir peygamberlik! İstidlâlî - fertten umuma hüküm çıkarma amelî yoldan nazariyata –pratikten teoriye– * DAVUD: 15: B.D.-İBDA gerçekleşseydi şeriat Allah’a ne gerek... “KÜN-OL” sözüyle oldu varlık vahy ve ilhâm Allah’tan ilk DİL ilk İNSAN’la böyle var oldu kültür ve medeniyet... Allah Allah’tır - kul da kul önce kelâmı ayır ondan sonra bahset sana mahsus pratikten teoriye teoriden pratiğe ki Allah kelâmından gayrı ona nisbetle pratik doğrusu - eğrisi ve aykırısıyla... Ayan-ı sabite yâni mahlûkların ezelî Allah bilgisindeki suretleri vücud kokusu almamışlardır... Peygamberler onların âit oldukları ayân-ı sabite’de tasarrufunda oldukları İlâhî isim maddi varlık alanına çıkınca da onları tasarrufta O İLÂHÎ İSİM BOL NİMETLER BAĞIŞLAYAN - VAHHAB İSMİNDEN BAŞKASI DEĞİL... Âyet’te buyuruldu: — “Biz Davud’a kendi katımızdan üstünlük verdik!” belli ki O’ndan bir karşılık istenmedi Allah zikrettiği fazilet ve üstünlük nimetini O’na hizmet karşılığı verdiğini - söylemedi... VAHHAB ismiyle gelen buna çok dikkat edin aman Peygamberlere - mertebelere böyle gider... Pek keskin keratalar — “kaynaktan yapmalıyız!” bu kafa gide gide Peygamber sözünü bile redde... * Vahhab - Peygamberlere Vahhab - sahabilere Vahhab - velilere Vahhab - âlimlere Vahhab - müminlere Vahhab - bütün insanlara Vahhab - bütün varlıklara Var olmalarından başlayarak! V AHHAB mevzuu kime - ne - nerede? Takdir etmez misin ki bedenin - ruhun - aklınla çalışmayla kazanılmamış bir şeye sahibsin... VAHHAB - Peygamberlere VAHHAB - Velâyete... VAHHAB - Peygamber bâtını velilere - Allah’ın ihsanı bâtın hissesiyle zâhirde görünen mezheb imâmları... Ya sen? seni dinleyene nisbetle sen? dinlenecek olan mısın? dinlenen misin? o hâlde lidersin garib - liderliği kabul etmiyorsan kabul ettirmeye çalıştığın fikir ne? garib - liderliği kabul ediyorsan nasıl kabul etmezsin sende olmasa da - velâyeti? mezheb imâmı ne demek bildin mi? bütün bunları anlamadan nasıl olursun ALLAH’IN VELİ KULU? Allah ezelî inayetine mukabil amel ve şükürü doğrudan Davud’dan istemedi - kavminden istedi ezelî inayet sahibi büyükler kendi yakınları ve ümmetleri arasında karanlıkta yanan bir kandil feyz ve ışık alanlara düşen - şükür! * Günlük hayatta bile - nimet bildiğin şeyde vesile olana teşekkür ederken ya O’nlardan dolayı Allah’a şükretmemek düpedüz dil uzatmak? var kıyas et O’nlara: — “Ruhu dilediğimden kullara veririm...” buyuran Allah’ın ilhâm sahibi kullarına eşeklik etmek? * Allah şükrü Davud’un kavminden istedi: — “Ey Davud kavmi şükür ile amel ediniz benim azdır MÜBALÂĞA ile şükreden kullarım...” Peygamberler - bu nimetten dolayı en çok şükür ve en çok amel eden halbuki bu Allah tarafından onlara emredilmiş değildi kendilerinin sunduğu bir hediye nasıl ki RESÛLLER RESÛLÜ geçmiş ve gelecek günahlarının affı bizzat Allah tarafından bildirildiyse de mübarek ayakları şişinceye dek kalmadı amelden - geceleri kıldığı namaz... — “Ey Allah’ın Resûlü Allah geçmiş ve gelecek günahlarınızın affını haber verdi nedir bu mübarek nefsinize cefâ?” — “Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu Peygamber muhal farz - olmasaydı Cennet ve Cehennem yine de var olma şevkiyle kulun hakkı şükür - ibadet görmez misin ki her türden kâfir bile şuurunun derinliklerinde bu mânâ geri durmuyor hâlâ tersinden gerçekleştiricilikten mümine vesile hikmet ibret alıyorsa - ne âlâ! Görmez misin ki bütün putlar ve putlaştırılan makineye kadar ruhu ve ruhçuluğu iptale dair olup biten işler - sahte ruhçulukla beraber kendilerini vardı iptale altından çıktı İslâm - ruhçuluğun hakikati bu gayret nasılsa olacak olandan payını al: — “Allah nurunu tamamlayacaktır!” * Davud Aleyhisselâma verilen bir diğer nimet O’na verilen isim: — “DAVUD dal - elif - vav bu suretle Allah O’nu mücerret olarak âlemden ayırdı!” İNSANÎ HAKİKAT’in perdelerinde O’nda tecelli eden - RUH GAYBI günlerden Çarşamba ve renklerden sarıyla alâkalı... Dikkat - dikkat - dikkat — “Allah Sevgilisi’nin ismi bitişik harflerden müteşekkil ALLAH O’NU ÂLEMDEN KENDİ ZÂTIYLA BİTİŞTİREREK AYIRDI!” insanî Hakikat’in perdelerinde O’nda tecelli eden hikmet GAYBIN DA GAYBI - bitişmek bu günlerden Cuma ve renklerden yeşille alâkalı... Allah Sevgilisi’nin mertebesi Davud Peygamber’e nisbetle görüldü O’ndan daha hususi oluşu belli isminden: — “AHMED ismi de böyledir - hususi bitişir ve bitişmez harflerle...” Allah Sevgilisi’nde - Allah’la hem Zâhir’de hem Bâtın’da bitişme Davud Aleyhisselâm’da ise iki türlü mazhariyet yok... Âyet meâlleri: — “Biz O’na dağları musahhar kıldık –teshir edilmiş, fethedilmiş, bağlanmış– akşam sabah O’nunla birlikte zikrederlerdi kuşları da teshir eyledik toplanıp hep birden O’nun tesbihini tekrar ederlerdi...” * — “Biz O’na demiri yumuşak kıldık...” — “Biz O’na fasl-ı hitabı verdik...” — “Ey Davud - biz seni yeryüzüne halife kıldık...” Ameller Davud’a mahsus olmak için dağların ve kuşların zikri... O’na KUVVET ve KUDRET verdi demir eridi... O’na HİKMET ve FASL-I HİTAB VERİLDİ FURKAN - haklıyı haksızdan ayıran... Ve O’nu diğer peygamberlerden ayıran HALİFELİK ki - bunu âyetle bildirdi O’ndaki hususilik! * Âdem Aleyhisselâm hakkında da hilâfet hususunda sarih NASS ama DAVUD Aleyhisselâm’ınkine benzemez: — “Adem’i yeryüzüne halife kılarım...” denmedi - sadece meleklere söylendi: — “Muhakkak yeryüzünde bir halife nasbederim...” İbrahim Peygamber hakkında da: — “Ben seni halka imâm kılarım...” dedi - imâm da halifedir ama umumî mânâda! Davud Aleyhisselâm’ın hususiliği: “HÜKÜM HALİFESİ...” Âdem Aleyhisselâm’ın hilâfeti sanki kendinden önce hilâfette olanın yerini tutmak gibi hüküm halifeliği ise doğrudan Allah’ın nasbettiği bu bakımdan Davud’a dendi: — “Halk arasında hak ile hükmet...” VÜCUD hikmetinin DAVUD’a nisbet edilmesi bu sıfatın bütün kuvvet ve kemâliyle O’nda tecelli etmesi kuvveden fiile çıkması... * Bütün Resûller yeryüzünde Allah’ın nasbettiği halife - bugün ise halife Resûl’den gelmekte * Allah’tan değil Resûl’ün şeriatiyle hükmettiği için nasıl ki hadîs’te buyuruldu: — “Ümmetim’in âlimleri Beni İsrail Peygamberleri gibidir!” Allah Sevgilisi’nden sonra Halife ancak O’nun getirdiği şeriatle hükmeder bunun dışına çıkamaz ya O’ndan nakil yoluyla ya O’ndan rivayet edilen içtihadla –içtihad müessesesi hadîsle sabit– bir de inceler incesi bir mesele: — “doğrudan Allah’tan HALİFE - tâbi Allah Resûlü’ne ve getirdiklerine bunun yanında Allah’tan alır bâtınî ve ledünnî hakikatleri...” Son Resûl’ün buyurduğu: — “Allah’la sizin aranızda ne işlendiğini bilemem...” O bildirmedikçe! Bir misâl - nüzul ettiği zaman hükümde zâhiren Allah Sevgilisi’ne tâbi İsâ Aleyhisselâm bunun gibi - doğrudan Allah’tan alan aldığı bilgide İlâhî iktisa(b) sahibi — “giyinme - bürünme - toplama” hani Yunus’un — “Al rengine boyandım - solmazam artık!” Resûllerin kurmuş oldukları şeriatten bugün de devam eden hükümler biz o hükümleri yerinde tutmakla Peygamberimiz’den önce gelen şeriatlere değil onların Peygamberimiz tarafından da kabulü neticede - Peygamberimiz’e uymuş olduk halifenin ondan aldığı şeyin aynını Allah’tan alması da böyledir: — “KEŞİF LİSÂNİYLE ALLAH’IN HALİFESİ ZÂHİR DİLİYLE ALLAH RESÛLÜ’NÜN HALİFESİ...” BU SEBEBLEDİR Kİ - ALLAH SEVGİLİSİ HALİFELİK MAKAMINI DOĞRUDAN ALLAH’TAN ALAN KİMSELER OLACAĞINI BİLDİĞİNDEN HİÇ KİMSEYİ HALİFE TAYİN ETMEDEN BU DÜNYADAN GİTMİŞTİR halife olacak zât şeriate tâbi olmakla beraber Allah tarafından nasbedilir bu hâle göre - Allah tarafından mahlûkları arasında halifelik vazifesi devam ettirilmektedir! * eğer sabit olsaydı onunla hükmederdi çünkü - HADÎS’E AYKIRI İÇTİHAD OLMAZ... İndirilmiş olan bir hükümde iki imâmın anlayışı bir olmadığı zaman VAHY inmiş olsaydı şübhesiz birine uygun düşerdi şu hâlde en uygun düşen HÜKÜM ancak İlâhî hükümdür - velâyetle gelen bundan başkaları her ne kadar Hak yönünden rahmet cümlesinden yerleşmiş olsa da ancak ümmetten darlığın kaldırılması ve hükmün genişlemesi için koyulan içtihada dayalı mevzuattır... Hazret-i İsâ nüzul edince - kaldıracaktır içtihadla yerleşmiş olan şeriatten birçoğunu sadece Allah Sevgilisi’nin kurduğu şeriat şekli çünkü O - Resûl! HALİFE - Allah Sevgilisi’nin söylediği ana hükümler üzerinde değil sadece içtihad üzerinde yerleşen hükümlere bir şey ilâve veya tenzil - edebilir bazen halifede HADÎS’e aykırı bir söz bunun belki de bir içtihad olduğu sanılır halbuki imâm nazarında o hadîs keşifte Nebi’den doğrulanmamıştır Hazret-i Davud’un demiri yumuşatması şiddet ve korku ile katı kalbleri yumuşatmanın remzi demiri yumuşatmak güç değildir çünkü yumuşatır ateş demiri taşı çatlatır - kireç gibi yapar ama katılıkta taştan beter kalbleri? Allah Davud Aleyhisselâma bir şeyin kendi nefsini yine kendi nefsiyle koruyabileceğini gösterdi muharebede demirden zırhlar yapmasını buyurarak * kılıç ve demirden yapılmış ok uçlarından mızraktan vesaire korunmak imkânı demiri demire kalkan yapma misâli: — “Yarabbi sana sığınırım!” bu - demiri yumuşatma nüktesinin ruhu: — “Allah - MUNTAKİM rahmet verici başarılı kılıcıdır!” Allah’tan yine O’na sığınmak beşerî sıfatlarını İlâhî vasıflarla eritmek yahud O’nun Celâl sıfatından Cemâl sıfatına sığınmak gibi... O’ndan gelenden yine O’na sığınmak nefsinde yine O’nu bulmak... Bilgem’in Noktalaması: — “Bu yük senden Allah’ım çekeceğim naçarım senden sana sığınır senden sana kaçarım!” Baran Dergisi 209. Sayı