LEHVA: (…) Aralık 1984… Bir bit veya pire… Küçüklüğüne nisbetle misilsiz büyük bir şeyi altediyor… Bit veya pire mânâ imiş ve altettiği de mânâda!
*
ÜSTADIM’ın Kafa Kağıdı isimli eserinden: Konakta “Matmazel” diye anılan tatlı su Frengi… Annem bir gün onun üzerinde bit görmüş ve ihtarına şu cevabı atmıştı: “Bende pire bulunabilir; fakat bit, asla!”… Matmazel’in yıkandığını hiç görmeyen hizmetçiler arasında bu hikâye destanlaşmıştı.
*
ABDÜLHAKÎM KOLTUĞU: 732: KARTAL-(Üstadım’ın yine çocukluğundan kendi sesiyle: Yunus, mezar taşına “hece taşı” demekle ne kadar derine inmiştir. Evet, hayatı tek bir “ân” yaşıyor, sonra hakikatte kopuk bu “ânları” birleştirerek ahmak bir kemmiyet oyununa girişiyor, “3, 5, 90, 100”, yaşadığımızı sanıyoruz. “2 kere 2 ne eder?” suâline “dört eder!”
cevabını veren bir adamın bedahet güveniyle ve 2 kere 2’nin 4 etmediği, ne ederse 4’ün o olduğu sezişiyle söylüyorum ki, hayat bu tek ânların yapıştırma çizgisinden ibaret, girişi ve çıkışı azab iki nokta arası bir tüneldir; ve ne mutlu onun çıkış noktasından Güneşi batmaz aydınlığa geçebilenlere… Ve işte şimdi yaşım, 7-8, ileride başıma KARTAL gibi binecek bu hikmetlerin nota “solfeji”ni öğrenmeye çalışıyorum!)… Kıpçak Lûgatı’nda, SİN: Mezar, mezar taşı… Yine, SİN: Sinmek. Sokulmak. Eğilmek. Gizlenmek… Tekrar, SİN: Sen… Mezar taşının, mevtaya işaret ve sana bakan iki yönü… MUHAMMED-(Hadîs: Ben, ahlâkî yücelikleri tamamlamak için gönderildim!): 92: İKMAL-Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek… YAR-I GAR-Dostluk mağarası. Allah Sevgilisi’nin Hazret-i Ebubekir’e gizli zikri talim ile bâtın hayatını açtığı mağara: 412: AYAT-Ayetler. Deliller. Menziller. Mekânlar… BİT-Nokta. Sıfır. Zirve ve zirvenin bu niteliklerine nazaran mecaz olan minik hayvan: 412: BİT-Kut. Gıda… ON PİR: ONBİR… KANDALA-Beşik biti, mehd biti. (Kandal-Kocakafa. Üstadımın Bahriye Mektebindeki lâkabı: 184: Abdülhakîm… Sadsal-Asır: 185: Silsile): 187: İSLÂMA MUHATAB ANLAYIŞ… MORA-Doğu ve Batı. Gecikme, geciktirme. “Tehir-i Takdim”: 240: KKM… HAVERAN-Doğu ve Batı: 836: ESKİŞEHİR-BURSA. (Abdülhakîm Koltuğu’nun yan –kolluk– mermerlerinde yazılı iki şehir… İki kol: İki Kanat: İki İp: İki Delil: İki Kuşatan)… MEHDÎ MUHAMMED: 151: KAN-Kıpçak Lûgatı’nda, Hükümdar. (Rüyâda gelen mânâ: “Salih Mirzabeyoğlu Hükümdardır!”… Kıpçak Lûgatı’nda, Kan: Vücutta dolaşan kırmızı renkli sıvı. Maden, menba, kaynak. Kanmak, doymak, kanaat.)
*
(LEHVA: 19 Şubat 1988… Üstadım, Ülkücülerden tanımadığım birine, benim “İslâma Muhatab Anlayış” isimli eserimi imzalıyor… Yanımda Mehmed Tarakçı var!)… İSLÂMA MUHATAB ANLAYIŞ: 1187: EFLATUNÎ-Leylakî ve erguvanî arasında hafif mor renk. (Üstadım’a nisbetim, Sokrat’a nisbetle Eflâtun gibidir!)… VİFAK-Bir fikir üzerinde anlaşmak: 187: KAFZ-Sıçramak. “Pire”… NEFEZAN-Sıçramak: 188: HISAS-Hisseler. Nasibler. Kıssadan alınan paylar
BİNA: 63 YAŞ
LEVHA: (…) Mayıs 1983… Vapurla, şehir hatları vapuruyla, Üsküdar’dan karşıya geçiyorum… Camdan, muazzam ve insana hayret veren gökdelen gibi bir binanın büyüsüne kapılıyorum… Kalbimde, anlatılır gibi olmayan bir kamaşma, zevk ve lezzet!
*
VAPUR-Gemi. (İngilizce, Steamer: Vapur Steamer: Site-amer… Site, yunanca “Şehir”, bizde vilâyet ve “zâhir olma”, Süryanice’de “Su” demek… Site: Yer. Mevki. Arsa, arazî. Yerleştirmek. Yerli yerine mevzilendirmek. Oturmak, oturtmak. Vazife almak, yer almak… İç âlem düzeni için… Amer: Amr, emretmek, yönetmek. Ömür. İmâr etmek. İmaret. Beylik, yönetilen yer. Mamur etmek… A’mer: Yaşlı, pîr. “Bir”… Ezelî hayvan denilen nefs; ezelle ilgili beden): 215: ZEBUR-Kendisinde “Kâmil Vücud-Kâmil Halifelik” tecelli eden Davud Aleyhisselâm’a gelen kitab. Mektub… AHVER-Beyaz yüzlü ve güzel iri gözlü adam. Manzur. Akıllı. Müşteri yıldızı. (Balık Burcu, –Hut–, unsuru su, tabiatı soğuk ve nemli, türü birleşik, yıldızı Müşteri, vücutta tesir yeri ayaklar, simya’da “yansıtma” safhası… Yay Burcu, –Kavs–, unsuru ateş, tabiatı sıcak ve kuru, türü birleşik, yıldızı Müşteri, simya’da icâd ve ibda’ safhası): 215: TAVIR-Allah’ın Zât âlemi ile halk âlemi arasında Berzah, kader. Hareket, vaziyet, hâl. Suret, rüzgârda kurutulmuş et, fiil eseri. Bir kere, bir defa; Heba mertebesi ile ilgili “Deberan” menzili, “bozma-yapma” hatırlanmalı. Allah’ın Zât âlemi ile Halk âlemi arasında “hadd-i zât” ve fasıla… SAFİNE-Rüzgâr, yel. “Sefine, gemi”: 196: MA’FÜV-İstisna edilmiş, müstesna kılınmış… MESLUS-Deli, divane: 196: MUKIN-Yakîn sahibi… FÜSUN-Hayret verici güzellik, cazibe, büyü: 196: VEFİK-Kafa dengi. Uygun.
*
SURET, içte unsurlardan bağımsız var olabilen “şekil ve biçim”den, dış biçim, tarz, yol; iç ve dışa âit hâl ve tasvire kadar, o olmadan tecelli edemez mânâlara dair varlık ve ilimdir. Topyekün varlık sureti insanda, insan da Hakikat-i Ferdiyye nefsinde toplu; bâtını, Allah’ın bilinmez suret sıfatından yaratılan insan, Allah’ın merkez tecelli aynası, bir akis… Bu toplu mânâ, Peygamberler, Sahabîler, ermişler, ümmet mensubları ve inanmayanlara kader derecelenince, “zamanın posasını değil de keyfiyetini yerleştirmekten başka bir mânâ tanımaz zamanın kadans dedikleri ahenk helezonunun” daralan bir boynuza benzeyişi ve buna nazaran Kıyamet günü melek İsrafil Aleyhisselâm’ın çalacağı kalk borusu boynuzun, “tek tek fertlere âit bir oluş mu, toplu olarak ise nasıl bir şey?” sorusunun yeri kalmaz; suret’in çoğul mânâsı SUR, böyle anlaşılmalı… SUR: SÜVER… SÜVER: Sureler. Hem Kur’ân Sûreler –ki, Kur’ân, Allah Sevgilisi’nin nefsidir–, hem bütün varlıkların Allah’ın ayetleri (delil ve eserleri) oluşu anlaşılmalı: 260: SÜVAR-Ata binmiş. Süvari. Gemi kaptanı… SUR-Keş parçası. (Keş, “çekmek” fiilinin emir kökü… Parça, bütünün habercisidir; malûm!): 706: FİKİR KAHRAMANI-(Toplayıcı olmak anlamında ve toplu olmada Varis; Varis Allah’ın tasarrufunda olmakla, toplu Varisi… Topluluk, hisse meselesi!)… SÜVRE-Dişi sığır. (Arabça adı Sevr olan Boğa Burcu’nun unsuru toprak, tabiatı kuru ve soğuk, türü sabit, yıldızı Zühre, vücutta tesir yeri ense ve boğaz, cinsiyeti dişi, simya’da katılaştırma safhası): 1711: TELEGRAMMA-Uzaktan haber ve görüntü verme. Elektromanyetik dalgalarla “beyin kontrolü” de aynı isimle anılmada!
MEYNİ-Kıpçak Lûgatı’nda, “Beyin, Mey” mânâsına gelir. (Mey deyince akla gelen, sekr; sarhoşluk… Mey, “beyin” olunca, öncesi içgüdü olan, eşya düzeni ile beyin arasındaki akıl, nefsin ruhî kutbuna nisbetle ona muhalif olandır; sarhoştur. Allah’tan gelen her şey ruh’tur, ruh’un zıddı da nefs; böyle olunca, Üstadım’ın “Nefs isimli o kâfir!” sözü anlaşılıyor. Aklın da… Bed-Mest edilen, “kötü sarhoşluk, şaşkınlık” tâbiri, sadece şarabtan doğan mestliği değil, nefs ve akıl mestliğini de ifâde eder. İmâm-ı Rabbani Hazretleri, “Şeriat’ın hak olduğu şuradan bellidir ki, nefs onun tekliflerinden hiç hoşlanmaz!” buyuruyor… “Ruh ve nefs, ruhî ve aklî” zıdlıkları, son tecritte ruh ve ruhî, neticede ruhta toplanır; ruha irca olur. Demek ki, Allah’a inanmayan da, düşünmesini “ruhî çaba”ya borçlu; “su üstüne düşmüş Güneş görüntüsü”nün kepçe ile yakalanamaması neyse, cesed ürünü gösterilmeye çalışılan can da o. Ruh, bu canda irade sahibi Vâli olarak, bedeni, zâhirî ve bâtınî yönüyle iradeye memur; “tefekkür aklın iliğidir!” buyrulması da, ruh ve ruhî çabanın asıl oluşunu göstermek üzere… Mesele: Veli, “kendinde olmak küfür, kendinden geçmek imân!” der. Onun kasdında “kendinden geçmek!”, hayatı ibadet ve Allah ve Resûlü aşkından doğan “vecd” eseridir; yâni, herhangi bir vecd ve kendinden geçme de değil. Her müslüman, imân sahibi olmakla, yalnız bu hâli, hissesi ne olursa olsun akıl şaşkınlığını aşmıştır; veli, idrak mesuliyetini doğurur, kendi ve emsalinin hâlini ifâde de yüzde yüz haklıdır. Onun sözünde geçen “kendinden geçme”yi aslın aslı bilerek, şarab sarhoşluğu ile aklı geçen haram işleyici ile Allah’a inanmayanın da, ayrı ayrı zıd yollardan o sözü tersinden doğruladıklarını söyleyelim. Herhâlde ifâde ettiklerimiz içinde, mey ve mest’in mecazî kullanımları meselesi de anlaşıldı!): 111: ELF-Çok şeyde ünsiyet eden. (Elif harfi yerine kullanılan Hemze, Allah’ın “Bedi’ ” ismine, “İlk Akıl-Kalem” mertebesine ve Kamer menzillerinden “Seretan-Kanser”e işaret eder… Bedi’: Süryanice’de İBDA’ demek. Güzel. Ruhî değer… Hadîs: “Allah güzeldir, güzeli sever!”… Doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur; tek başına güzel, şaşırtıcı da olabilir… Hasta, haste kökünden; istenen demektir… Şifa, Allah ve Resûlü’ne bağlı oldukça gelen tekamüldür; teslim olmuş imân aklı ile!)… KONTROL-Hâkim olmak, dizginlemek, teftiş: 892: ZUHRUF-Altun. Gümüş. Bezemek. Süslemek. (Zu-Huruf)
*
MEYNİ KOTROL-Beyin kontrolu. “Zihin Kontrolu”. Telegram: 903: TEŞABÜR-Kavga etmek için karşı karşıya gelmek. Karışlarını ölçmek. (Karış, baş parmak ile serçe parmağının dışa açıklığı ile meydana gelen… İbham: Mübhem. Baş parmak… Kaluc: Serçe parmak. Küçük parmak. Haber… Kuş: Can. Haber… “Amerî-Can” tâbirinde, ömür canı, beden diriliği kasdı açık; aklın öncüsü insiyaka dair ve bunun mübhemliği de… Diğer tarafta, Melekut: Allah’ın mutlak müessirliği. Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münasib ruhu, canı, hakikati. Bir şeyin iç yüzü. Ruhlar âlemi. Hükümdarlık. Saltanat… Melekut mutlak ve her insanla varlığa şâmil; buna imân ve teslimiyet de, karşı fikirlerden farklı. Telegram ve İmân, kendilerini tarif eden veri tabanları eserleri ile karşı karşıya; mesele, hususen cihazı kullanan irâde, kim diğerini ne kıymette teshir ile kendine irca eder!)… KABIZ-Kabzeden. Tutan. (Te harfi, Allah’ın “Kâbid-Sıkıcı, kısıcı” ismine, Esir mertebesine ve Kamer menzillerinden “Kalbe” işaret eder… İmâm-ı Azam Hazretleri, bir insanın tartışmaya katılmadığı bir meselede bile, o sözün kalbinde tesiri olacağını söyler; demek ki, kabul veya nefye mevzu olandır… Halli, ferahlık; müslüman veya inanmayana göre değişen!): 903: TİŞRAB-Şarab içme. (Beden ve nefse, dışarıdan gelen!)… İŞTİRA’-Müşteri, kabul etme, satın almak: 903: BEŞARET-Hüsn, güzellik, Cemâl. Müjde, hayırlı haber. Yeni çıkan acîb, hayret uyandıran şey. (Olması istenen, istenmesi gereken!)
*
CAM-(Üstadım’dan: Nesin sen, hakikat olsan da çekil, / Yetiş gözlük, yetiş takma gözde cam, / Otursun yerine bende her şekil, / Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!): 44: DÜM-Kuyruk. (Dum: Sabit ve sakin olmak)… LEDA-Beden: 44: ALBAY-(Zâbit: 812: Şah-ı Nakşibend… “Bize ne geldiyse zelillik hissinden geldi!” buyuran)… MÜRETTEBAT-Tertib edilmiş olanlar. Bir iş için hazırlanmış kimseler. Gemide çalışan kimseler: 44: BİGAL-Mızrak, kargı. (Bagal-Koltuk: 1033: Bel-İki dağ arasındaki kavis. “Şeriat ve tasavvuf”. Abdülhakîm Koltuğu)… LEVHA-Görünen ibretli manzara. Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük. Seyredilen yerin çizili sureti. Âyet, hadîs ve büyüklerin ders verici sözleri. Şimşek çakmak. Çalıp almak, ilhâm. Zâhir olmak. Susamak. (Gayn, susamak, bir harf: Allah’ın Zâhir ismine, Küllî Cisim mertebesine, Kamer menzillerinden “Re’su’l Cevza-Resen hareket eden ikizler”e işaret eder; hüküm çıkaran!): 44: DİL-Tat alma ve konuşma uzvu. Zeban, lisân. Lûgat, kâinat nizamı. Kusto.
*
BİNA-Yapı, ev. Yapma, kurma: 54: AHMED. (Allah Sevgilisi’nin, İmâm-ı Rabbanî Hazretleri’nin ve Üstadım’ın küçük ismi oluşu malûm!)… BİNA-Gören, görücü, göz: 63: ŞİMDİKİ Yaşım. (2013)… BİN-Kelime sonlarına gelerek, “gören, görücü” mânâlarına gelir. (Dürbin-Uzaktan gören. Dürbün. “Telegram”: 272: İranî-Farisî. Doğu ile ilgili. Süvarî… İran, hem memleket ismi, hem “tabut ve neşeli olmak” demek… Tabut: 809: Berzah… Kâinattaki her şey, neticede ışıktan, elektrik enerjisinden yapılma; Telegram, “beyin kontrolü” cihazı da, en lâtifinden “elektromanyetik” dalgalarla bedenî cismi hedefleyen… Beynimde bir nevi, Cisim ve Berzah, Batı medeniyeti özü ile Peygamber diyarı Doğu medeniyeti özü cengi… İranî-Farisî. Süvari. Kaptan. “BD Kaftanı”: 272: İki Kutvanî Aba. “Hadîs: Mehdi’nin sırtında iki Kutvanî aba bulunur!” buyuruyor.): 62: MEHDÎ… CAMGÜL-Külhanbeyi: 1080: FE harfinin ebcedi. “Hemen, sonra” mânâlarına gelir ve mecaz olarak Vav harfi yerine de kullanılır… KES-İnsan. Şahıs. Şahsiyet: 80: SEHAYA-Beyin zarları. (Seha: Dokuma hatası. Hatalı bez. “Hasta”… Sadece akıl yetmiyor; “aklı olanın dini de olur!” buyuruyor Hazret-i Ömer. Din, yol demek; aklın iliğinin hakikati de İslâm’da!)… SEG-Köpek. İnsiyak: 80: CU’AN-Acıkmak. Açlık… MİL-Sivri dağ tepesi. “Pire, bit, zirve”: 80: MEVLİD-Doğma. Dünyaya gelme. Doğulan yer ve zaman. (Üstadım: Beşikteki çocukla, yataktaki ihtiyar aynı yaşta!)
*
İngilizce, BUİLDİNG-Bina: 1112: HADİS-I Şerif… VAHŞUR-Peygamber, nebi: 112: HİLÂFET… VELİYULLAH: 112: VİSAYE-Vasiyet etmek… BENS-Tehir etme, geciktirme. Tehir-i Takdim. (İngilizce, Ben: İç oda. “Has oda”… S, İngiliz dilinde 19. harf ve okunuşu: Es… Kıpçak Lûgatı’nda, Es: Akıl. His. Rüzgar esmek… Üstadım’dan: Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes / Ey deli rüzgâr ne yandan esersen es!): 112: SALİH İzzet Erdiş.
MİSAFİRLER
LEHVA: 20 Mart 1985… Bizim eve benzeyen bir evde, misafir dolu… Sanki kokteyl veriliyor… Üstadım’ın kızı Zeyn-âb da orada… Eskişehir’deki sokaktan MUZAFFER ile okula gitmek için ayrılırken, Üstadım’ı görüyorum… Sakalsız ve mütebessim; sevinçli ve mesut… İki defa birbirimize sarıldık ve öpüştük… Gözlerinin iyi görmediğini düşünüyordum ama, gözlerine bakınca çok iyi gördüğünü anlıyorum… Muzaffer’e, “haydi okula gitmeyecek miyiz?” diyorum… İki palto var… Kahverengi… Onları giymek üzere alıyorum!
*
MİSAFİR-Ziyaretçi. Gelip gidici: 381: KAYSERÎ-Büyük Hükümdar. Büyük deve. “Büyük Gemi. Büyük Yıldız”… AMELİYYAT-I KAYSERİYYE-Hekimlikte: Gebe bir kadının karnı yarılarak çocuğun kurtarılması ameliyesi, “cesarien-sezaryan”; meşhur Roma İmparatoru “Cesar-Kayser”in böyle bir ameliyatla dünyaya gelmiş olmasından dolayı bu isim verilmiştir: 961: MÜŞAREKET-Karşılıklı anlaşma. Birbirine ortak olmak. (Kayser amelleri, işleri. Kayser bilgisinin, iş olarak tatbiki)… ATAŞA-Susamış olanlar, susuzlar: 381: EFKÂR-Fikirler, düşünceler… FARIK-Tefrik etmek, fark eden, ayıran. Farkolunmasına sebeb olan alâmet: 381: ŞEGAF-Yürek kabı. Yüreği çevreleyen zar. Bir nesneyi çevirip kaplamak, farkolunmasına sebeb. Delicesine sevmek… EFRAK-Ayrılmış. Çatal ibikli Horoz. “Ebu Süleyman”: 381: ŞAYİ’-Herkesçe bilinmiş. Ortaklar arasında taksim olunmamış mal… EZYAF-Misafirler: 892: İNGIMAZ-Göz yumulma. (Bir rüyaya nazaran, Efendi Hazretleri)
*
MİSAFİR: MİS-AFİR… MİS-Hakas Lûgatı’nda “Beyin” demek: 100: SİM-(Salih İzzet Mirzabeyoğlu’nun kısaltılması… Sim: Gümüş)… MİS-Bakır: 100: KELKEL-Göğüs, sadr… İspanyolca, COBRE-Bakır: 216: AVRUPA-(Yunan mitolojisinde Europe, Zeus’un aşkıdır)… MUKAYESE-Kıyas etme. Ölçme. Karşılaştırma: 216: İTARE-Uçma, uçurulma… İspanyolca, COMETA-Uçurtma. Kuyruklu yıldız: 451: SALİH Mirzabeyoğlu… İspanyolca, COMETER-Yapmak, işlemek, icra etmek, kalkışmak. Teslim etmek. Emanet etmek. Hata etmek. (Beyin; hatalı bez’i hatırla… İsti’lan-İlânını isteme: 612: İhta’-Hataya düşme veya düşürülme. “Zelillik hikmetini idrak ettirmek, aratmak üzere”… Yevmiye: İstikbâl İslâmındır hakkında, “Önce, Kaptan Kusto Müslüman’ı vereceksin, Gongu çalacaksın!”… Derviş Muhammed-Kaptan Kusto Müslüman’ın noktasız harflerle aynı ebcedte: 612: Quart-Fransızca, “çeyrek” demek… Hollanda Lûgatı’nda, Kuvart-Çeyrek: 706: Fikir Kahramanı): 651: ÇOCUKTA uçurtmayla göğe çıkmaya gayret. (Üstadım’ın Çocuk isimli şiirinin beyti tamamlayan mısraı: Karıncaya göz atsa, “nasıl, niçin” ve hayret)… İspanyolca, COMETİDO-Özel vazife: 470: SERÎR-Taht. Kürsî. “Abdülhakîm Koltuğu”… İtalyanca, RAME-Bakır: 246: MUASEME-Hıfzetmek, korumak… MUR-Karınca: 246: MAKLU’-Sökülmüş, kökünden çıkarılmış. (Bütünüyle elde edilmiş)… RAM-İtaat eden, boyun eğen. Bağlanmış: 241= 1240: KKM.
*
AFİR-Çok kötü niyetli: 351: AFAR-İfritçe, şeytanî… AFUR-Zaman. (Zeman: Zaman… Zemane: Belâ. Musibet. Afet… Kişi, üzerinde bulunduğu işin zamanı içindedir): 350: Karn-Zaman. Devre. Asır. Boynuz. Suret… NAKİR-Gadablı, kızgın. (Hazret-i Ömer: Hiddet, dönüp dolaşıp ümmetin hayırlılarını tutar!): 350: KAREN-Çatık kaşlı olmak, düşünmek. Basiret. Ok mahfazası. Ok. Kılıç. Yakınlık… MERSEN-Burun: 350: ARF-Güzel koku. Yüksek yer. Altın yelesi. Horozun ibiği… Asker-Urdu dili, şehir dili. Medine dili: 350: MEŞİ-Doğru yola giriş. Yürüyüş. Gidiş… AHŞAM-Bir büyük zâtın yakınları, taraftarları: 350: RAKÎM-Yazı yazacak levha. Ashab-ı Kehf’in bir ismi. (Hadîs: “Ashab-ı Kehf, Mehdî’nin yardımcılarıdır!”… Ashab-ı Kehf: 4413= 417: Necib Fazıl Kısakürek)… MUAMMER-Uzun ömürlü, bahtlı. Ömür süren: 350: İNHİSAR-Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Hasr olunma. Bir elden idare. Tekel. Bir işin idaresinin bir kişiye bırakılması.
*
MEN ENE?-Ben kimim? (Büyük ebcedle): 524= 1528: MEN NE?-Beyin ne? (Kıpçak Lûgatı’nda, Men, hem “ben”, hem de “beyin” demek)… DEDEKTİF-Hafiye: 523: Salih İzzet bin Muammer Erdiş… SADREDDİN KONEVÎ-Muhyiddin-i Arabî’nin üvey oğlu büyük Veli: 533: MÜSTECEL-Belirli bir vakte kadar geciktirilen… MÜNTECİM-Yıldızın doğması: 1533: MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu. (Cometa-Uçurtma. Kuyruklu yıldız: 451= 1450: Tevlid-Doğurmak. Doğurtmak. Çocuğu doğarken almak. Sebeb olmak. Beslemek. Terbiye etmek… Ahmed-i Farukî-İmâm-ı Rabbanî: 450: Abdülhakîm, büyük ebcedle)… İngilizce, WHO am I?-“Ben kimim?”: 60: SİN-İnsan.
*
KOKTEYL-Karışık içki veya meyve suyu, yahud içki ile karışık meyve suyu. Toplantı: 647: Hayyale-Fikir sahibleri… İNAK-Birbirinin boynuna sarılmak, kucaklaşmak: 221: ISTINA-İstediğini seçmesini teklif etme. Adam seçme. Ayırma... MUZAFFER-Zafer kazanan. (Zafer: 1980: Şeriat… Mütera’rı’-10 yaşını geçmiş olan: 980: Müteşemmir-İşe hazırlanmış olan… Aynı becedle; İstikbâl İslâmındır): 1220= 221: MÜSLÜMAN… 2 x PALTO: 896= 1895: FÜTUHAT-Fetihler, zaferler. (Fütuhat: Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin büyük eseri… Yevmiye: “Fatih’te bir Albay Sabri Bey vardı, aşkımın hedefi!”… Üstadım’ın “Çocuk” isimli şiirinden: “Fatihlik nimetinden yüzünde bir nurlu mühür, / Biz akıl tutsağıyız, çocuktur ki asıl hür!”… Akl: İp. Ölüm.)
*
MÂÇ-Öpüş: 44: LEDÜD-Hastanın ağzına dökülen ilâç. (Eczahâne: 668: Gromota-Belge, delil. İcazet)… GÖZKAPAĞI: 44: ALBAY… DÜM-Kuyruk: 44: MED-Uzatma. Yayma ve döşeme. Çoğaltma. Yar ve yaver olmak. Nihayet, son… İngilizce, ROBE-Kaftan. Cübbe: 213: DÜBAR-İki kat. Kat kat. Katmerli… ROBE-Kaftan: 209: BADPER-Uçurtma. Uçma… HER-CA-Her yer. (Naslı-Hân, her yerdedir!): 209: MESKAT-Doğum yeri. Düşecek yer, mesele halledecek yer… BERJ-Kuvvetli kasırga. Su girdabı. Anafor: 209: ZİBR-Mektub. Kitab… ROB-Soymak. Tecrid: 203: GARB-Batı. Sığır derisinden yapılan kova. Atıldıktan sonra bulunamayan ok. Gözyaşı. (Halley Kuyruklu Yıldızı’nın doğumu, sabit yıldızların doğumu gibi, garbtan şarka doğru; kuyruk vasfedilen arkanın yönü garb-batı!)… ROB’un okunuşu, RUUB-Tecrid. Fikir: 214: HUKUK… TURRA-Padişah damgası. Kumaşın etrafındaki nişan ve işaret. Mühür: 214: BUBÜRD-Bülbül. (Bu’-Bir şeyi kucaklayıp çekmek: 78: Hakîm… Bürd: Hırka. Bilmece… Bülbül-Hakîm hırkası, hakîm bilmecesi: 28: Harf sayısı)… HAKÎM Salih Mirzabeyoğlu: 529: KUYRUKLU YILDIZ… MİFTAH-Açan âlet. Anahtar: 529: MEHDÎ Salih İzzet Mirzabeyoğlu.
KUYRUKLU YILDIZ
Hadîs-i Şerif’te, Mehdi’nin alâmetleri hakkında şöyle anlatılmıştır: “Şark tarafından bir kuyruklu yıldız doğup aydınlık verecektir!”… 1986 yılında, yâni Hicrî 1406 yılında görülen kuyruklu yıldız, hem Hadîs-i Şerif’te bildirildiği gibi parlak bir yıldızdır, hem de seyri Doğu’dan Batı’yadır. Yine Mehdî’nin çıkış alâmetlerinden olan Ay ve Güneş tutulmalarından (1981-1982: Hicrî 1401-1402) sonra doğmuştur. Dünyadan 76 yılda bir geçen bu yıldız, asır başında beklenen Mehdî’nin alâmetlerinden olarak, asır başlarında görülmüş oluyor. Tarih boyunca onun geçtiği zamanlarda, Müslümanlar için çok önemli hâdiseler meydana gelmiştir: Nuh Aleyhisselâm’ın kavminin helâkı, Hazret-i İbrahim ateşe atılması, Hazret-i Musa ile uğraşan Firavun kavminin yok edilmesi, Hazret-i Yahya’nın öldürülüşü… Bu yıldız geçtiğinde; Hazret-i İsa’nın doğuşu, Allah Sevgilisi’ne ilk vahy’in gelmesi. Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesine çıkışından sonra, İstanbul’un fethi zamanı yine aynı yıldızın görülmesi. (Bu yüzden Papazlar, “Müslümanların yıldızı doğdu!” diye, kendileri için hâllerine uygun olarak uğursuzluk saymışlardır!)… MÜDDESİR Suresi: “Ey örtünen – Kalk ve korkut, uyar” diye başlar… Sözkonusu sûrenin 30. âyetinde, kâfirler için fitne ve müminler için bir rahmet diye yorumlanan 19 sayısı ile ilgili şu ifâde: “Üzerinde –zebanilerden– ondokuz”… HALLEY Kuyruklu Yıldızı, 76 yılda bir geçtiğine göre, 19’un dört katı; Kuyruklu Yıldız’ın 1406-1986’da geçişi, Allah Sevgilisi döneminde görünüşünden 19 defa sonra oluyor!
*
HALY-Altundan ve gümüşten süs eşyaları: 48: KEVKEB-Yıldız. Parıldamak… BOLÎ-Şehir. Zahir olma: 48: Bİ-HİMA-O ikisi, o ikisiyle, o ikisinden. (Bitlis: Bit-Lis, bit yakalayan. Fely, bit ayıklamak, şiirin ince mânâlarını çıkarmak. Keskin kılıç: 512: İki Nur… Musa Mirzabeyoğlu ebcedi, hem Üstadım’ın, hem benim ismime tevafuk eder… Mutki-Musa Mirzabeyoğlu Bey’in aşireti: 556: Takvim-Düzeltme. Kıvamına koyma. Eğriyi doğru tutma. Bir şeye kıymet takdir etme… Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Necib Fazıl Kısakürek: 1983: İzzet Erdiş)… KEVKEBET-ÜL MÜZENNEB-Kuyruklu yıldız: 1271: GIRAMÎ-Ulu. Büyük. Muhterem. Belgeli, icazetli… HÜKÜMDAR: 273= 1272: İHTİRA’-İBDA’, evvelce bilinmeyen bir şeyi keşfetmek… SEYYİD ABDÜLHAKÎM ARVASÎ-Necib Fazıl Kısakürek-Salih Mirzabeyoğlu: 566+1417+2003= 3986= 989: SOVYETLER Birliği’nin dağılışı tarihi… 1990, Körfez savaşı… 1991, Cezaevi’ne ilk girişim; Bayrampaşa Cezaevi… STERKA BİDÛV-Kürtçe “Kuyruklu Yıldız” demek: 790: MÜNŞEAT... STERKA DÜMDAR-Kürtçe “Kuyruklu Yıldız” demek. (Dümdar: Ordunun geriden gelen emniyet kuvveti. Son zamanlarda gelen büyük evliyaulllah… Mehdi’yi hamil 10 süvari, en başta İmâm-ı Rabbanî Hazretleri ve en sonda Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Üçışık): 1012: İBT-Koltuk.
*
AMUD-İ NURANÎ-Nurani sütun “Kuyruklu yıldızın doğumundan önce görülen”: 438: DABBET-ÜL Arz… Kıyamet alâmetlerinden olan mahlûk… DABBE, debbeden; “zat-ü hareke” denen, zatıyla hareketli her şey, canlı ve cansız bu tâbirin içindedir. Robot’tan, yâni makineden, tabiî ki maddeden, bitki hayvan ve insanın ruhî ve nefsî vasıflarına kadar, zâtiyle hareket görülen her şeyde bu mânâ… Arabça kullanımı, hayvanlara mahsusmuş… Beyzavî Hazretleri ve bazı tefsircilerin, bunu CESSASE-CASUS diye yorumlamaları… Casus, “aramak, araştırmak” demek; hafiye malûm… Diğer bir Hadîs’te; “Dabbet-ül arz, Musa’nın asası ve Süleyman’ın mührü yanında çıkacaktır. Asa ile kafirlerin burnunu kırıp mühür ile müminin yüzünü parlatacaktır!”… SÜLEYMAN: 191: SAKAL-Riş… Aynı ebcedle, ÜFULE: Vazife görev… HAZRET-İ ALİ, Dabbet-ül Arzı, “sakalı olan bir canlı” diye tarif etmiş. (Tag: Kurt, köpek tilki. Koku alan. Öncü. İcad. Kemer. Taşan… Ebu Halid: Kurt, canavar. Çevreyi iyi bilen… Cometa: Kuyruk. Kuyruklu yıldız. Özel vazifeli… İngilizce, What am I?-“Ben Neyim?”: 457: KUYRUKLU)
İMAM-I RABBANİ HAZRETLERİNDEN
MEVLÂNA Ebu’l Hasan’ın getirdiği pek değerli oğlumuzun mektubu sürur verdi. Mükerrer olarak Şark tarafından doğan “Amud-i Nuranî”den sormaktasınız. Bilesin ki, ashab’ın verdiği habere göre Resûlullah Efendimiz şöyle buyuruyor: “Vaad edilen Mehdî’nin zuhur mukaddimelerinden olan Abbasî Melik Horasan’a vardığı zaman Şark tarafından iki “diş-sin”li münevver bir Boynuz çıkar!”… Bu rivayetin yapıldığı hâşiyede yazıldığına göre, o sütûnun iki başı vardı. Bu sütunun ilk doğuşu, Nuh Aleyhisselâm’ın kavminin helâkı zamanı oldu. Aynı şey, İbrahim Peygamber’i ateşe attıkları sırada da oldu. Firavun ve kavminin zamanında da doğdu. Bir de Yahya Aleyhisselâm’ın katledildiğinde… Her kim görürse, fitnelerden Allah’a sığınsın. Şark tarafında meydana gelen o beyazlık, önceleri nurlu bir sütun hâlinde idi, sonra bir eğrilik geldi ve Boynuz şeklini aldı. İhtimâldir ki onun için “iki başlı” isminin verilmesi şu itibara göre ola: Her iki tarafında da incelik olup, dişe benzerler, bunun için her iki tarafa da “baş-zirve” derler… Kardeşim Şeyh Muhammed Tahir Bedahşi, Confor’dan geldi. Şöyle anlatıyor: “O sütunun üst tarafında da iki başı var; iki dişe benziyor ve ikisi arasında da kısa bir aralık var!”… Bu MÂN teşhisi, sahrada oldu; aynı haberi başka toplulukta verdi… Halbuki bu doğuş, Mehdî’nin zuhuru zamanında olacak zuhur değildir; çünkü onun zuhuru YÜZYIL BAŞLARINDA olacaktır. Şu ânda yüzyıl başını 18 sene geçmiştir. Hadîs-i Şerif’te, Mehdî’nin alâmetleri hakkında, “Şart tarafında bir kuyruklu yıldız doğup aydınlık verecektir!”… Bu yıldız da doğmuştur, ama o mudur değil midir? Bu yıldıza “Kuyruklu Yıldız” isminin verilmesi ihtimali, şu hususa dayanıyor: “Sabit yıldızların seyri, Garb’ten Şark’a doğrudur!”… Bu yıldızın seyri de öyle; yüzü Şark cihetine, arkası da Garb tarafınadır. BU UZUN BEYAZLIK DA ONUN ARKA TARAFINDADIR. Bu mânâ icâbı olarak KUYRUK isminin verilmesi doğrudur. Bu kuyruklu yıldızdan önce doğan NURLU SÜTUN’a gelince… Onda bir zulmet ve karanlık görülmedi. Görünürde hayırdan başka bir şey zuhur etmedi. Kuyruklu yıldız’a gelince, onda sıkıntı şaibesi vardır. Ama anlatıldığı gibi değildir. Elbette fayda veren ve zararı meydana getiren Subhan Allah’dır. Bir şahsın doğumu, ölümü ve hayatı ile yıldızların bir işi yoktur. (Kader ve vesile rastlaşmasıdır!)
Baran Dergisi 376. Sayı