YPG meselesi çözülmeden İsrail’e karşı adım atılamaz!

Bugün Türkiye, İsrail’in bölgesel yayılmacılığına karşı sert bir söylem geliştiriyor. Ancak bu söylemin gerçek güce dönüşebilmesi için önce güney hattındaki vekil tehdidin taraf yahut olmuyorsa son çare bertaraf edilmesi gerekir. Aksi halde, arkası açık bir cephede verilecek mücadele sahada kırılganlık üretir. Bu cephede en öne sürülen yapı ise YPG'dir...

Abone Ol

Suriye semalarında yankılanan her patlama, yalnızca bir cephenin değil, haritanın geleceğinin de sarsıldığını ihtar ediyor. Şam’a düşen füzeler, tek başına bir rejimi hedef almıyor; bölgedeki güç dengelerini, sınır tahayyüllerini ve güvenlik mimarisini doğrudan etkiliyor. Artık dillendirilmeyen ama herkesin farkında olduğu bir hakikat var: Bu savaşın yalnızca görünen aktörleri yok; sahada şekil veren mühendisleri de var. Tel Aviv’in haritalarında Süveyda’dan Fırat’a uzanan hat, güvenlik gerekçesiyle değil, ideolojik ve tarihî bir hedefin altyapısı olarak okunuyor ve bölgeye dikte ediliyor.

İsrail, Arz-ı Mevud sınırlarına yürürken yalnız askerî müdahaleye dayanan bir plan izlemiyor. Vekiller devşiriyor, etnik fay hatlarını jeopolitik araçlara dönüştürüyor, sahaya kalıcı şekilde yerleşiyor. Suriye’de otorite boşluğu derinleştikçe bu strateji de kurumsallaşıyor.

Şam rejimi, sembolik meşruiyetini sürdürse de, sahadaki hakimiyetini günden güne kaybediyor. Birlik sağlayacak düzenli bir ordu, adalet üretecek bir hukuk sistemi, halkı arkasında toplayacak siyasî meşruiyet zemininden yoksun. “Toprak savunması” söylemi, karşılık bulmayan bir yankıya dönüşüyor.

Amerika bu çözümsüzlüğün gölgesinde ikili bir oyun sürdürüyor. Caesar yaptırımlarında gevşeme sinyalleri verirken, İsrail’in Şam’a yönelttiği saldırılara sessiz kalıyor. Suriye sahasında ittifaklarla çelişkiler birbirine karışmış durumda. Washington’dan gelen her “dostane” açıklama, sahada yeni bir saldırganlığın önünü açıyor. Türkiye bu tabloyu acı biçimde tecrübe etmiş, 2011–2012 döneminde Hillary Clinton’ın uçuşa yasak bölge vaadiyle Ankara’yı oyalayıp ardından masadan çekilmesi, Türkiye’yi stratejik yalnızlığa sürüklemişti.

Bugün benzer bir oyun, sadece oyuncular değiştirilerek tekrar sahnelenmek isteniyor. Fakat artık Türkiye için temel mesele ne Amerikan çifte standardı ne de İsrail’in pervasızlığıdır. Esas tehlike, Suriye’nin kuzeyinde kurumsallaşan ve giderek daha derin bir vekil yapılanmaya dönüşen YPG’dir. Bu yapı, uzun süre bir terör tehdidi olarak ele alındı. Oysa bugün, yalnızca Amerika’nın değil, İsrail’in güvenlik mimarisine entegre olma yolunda ilerlemektedir. Tel Aviv'de dillendirilen YPG’ye destek çağrıları, bir yön tayinidir. Süveyda–Fırat hattında örülen yapının asli unsuru hâline getirilen YPG, Arz-ı Mevud'un kara gücü rolüne doğru ilerletilmektedir.

Türkiye'nin karşısında artık göz ardı edilemeyecek bir gerçek var:

YPG, Ankara'nın dış politikada birincil önceliğidir.

Suriye'de yeni anayasa yazılsa da, masa kurularak uzlaşı aransa da, bu yapı varlığını sürdürdükçe o dosya kapanmaz. Türkiye’nin dış politika mimarisi bu gerçeklik üzerine yeniden inşa edilmek zorundadır. Zira tehdit yalnızca bir örgütten ibaret değil; onu taşıyan jeopolitik stratejinin üreticisi, Yahudi Devleti’dir.

Burada Türkiye, kendi iç siyasî paradigmasını dışarıya olduğu gibi ihraç etme refleksiyle kendi ürettiği sınıra dayanmış görünüyor. İçerde anlamlı olan üniter devlet modeli, çok aktörlü ve çözülmüş bir sahaya aynen taşındığında çıkmaza dönüşüyor.

Kürtlerin İran, Irak, Suriye ve Türkiye'de yıllardır yaşadığı muamele ortadayken, onların Suriye’de yeniden inşa edilmek istenen üniter bir yapıya neden entegre olmak isteyeceği sorusunun sahada cevabı yoktur. Bu cevapsızlık, yalnızca YPG’yi değil, tüm Kürt topluluklarını dış güçlerin yönlendirdiği bir vakumun içine çekmektedir.

Bu noktada Türkiye’nin önünde üç stratejik yol açığa çıkıyor:

1. Kürtlerin tarihî kaygılarını gözeten, siyasî temsili ve güvenliğini teminat altına alan bir birlik zemini kurmak:

Bu yalnız söylemle değil, sahadaki aktörlerle kurulan yasal temeller üzerine inşa edilecek mutabakatla mümkündür.

2. Özerkliğe dolaylı ya da açık alan tanımak:

Bu seçenek, yalnız bir yönetim modeli tartışması değil, uzun süredir sahada tutunmayı başaran yapıların tahayyül ettikleri gelecek vizyonunu sahiplenmek anlamına gelir. Yani yıllardır belirli güç odakları tarafından “bir gün kurulacağı” vaadiyle elde tutulanlara, o idealize ettikleri yapının bir kısmını vermek ve onları kendi tarafına çekmek anlamına gelir. Bu adım, sahadaki gerçekliği inkâr etmeyen, ona müdahale eden ve onu lehine çeviren bir aklın ürünüdür.

Suriye’nin devlet modelinin üniter mi yoksa federatif mi olacağı, esasen Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir mesele değildir. Önemli olan, bu modelin Türkiye’ye yönelmiş bir tehdit üretip üretmeyeceğidir. Eğer üretecekse, ne kadar üniter olursa olsun karşı konulması gerekir; üretmeyecekse, ne kadar federatif olursa olsun değerlendirilebilir. Zira güvenlik, biçimden değil içerikten doğar. Burada esas mesele, Türkiye’nin kendi sınırlarının ve Suriye içinde gerçekleştirememesi mukadder askerî operasyonların güvenliğini hangi formülasyonun daha az maliyetli ve daha sürdürülebilir biçimde garanti edeceğidir.

Özetle mesele, sembolik ilkelerle değil, reel tehditlerle belirlenmelidir. Büyük güç iddiasında olanlar, böyle küçük teşebbüslerden korkmaz, çekinmezler.

3. Askerî müdahale:

Siyasî çözümler üretilemiyorsa, kırmızı çizgiler sistemli biçimde ihlal ediliyorsa, bu seçeneğin kaçınılmaz biçimde gündeme gelmesi gerekir. Maliyeti yüksek olsa da, stratejik kararlılıkla yürütüldüğünde caydırıcı sonuçlar doğuracaktır. Kararsızlık tehdidi büyütür. Geri çekilmek kuşatmayı derinleştirir. Tereddüt yalnızca karşı cepheyi değil, kendi yönümüzü de bulanıklaştırır.

Bugün Türkiye, İsrail’in bölgesel yayılmacılığına karşı sert bir söylem geliştiriyor. Ancak bu söylemin gerçek güce dönüşebilmesi için önce güney hattındaki vekil tehdidin taraf yahut olmuyorsa son çare bertaraf edilmesi gerekir. Aksi halde, arkası açık bir cephede verilecek mücadele sahada kırılganlık üretir. Bu cephede en öne sürülen yapı ise YPG'dir.

İsrail’le doğrudan hesaplaşma hedefleniyorsa, bunun ilk basamağı Suriye'nin kuzeyinde yerleşmiş bu yapının ya gönüllü bir entegrasyonla tasfiye edilmesi ya da doğrudan askerî müdahaleyle etkisizleştirilmesidir.

Bu artık sadece güvenlik değil; Türkiye’nin tarihsel pozisyonunu ve bölgesel sorumluluğunu belirleyecek bir eşiğin adıdır.

Ve bu eşikte beklenmez. Geçilir.

{ "vars": { "account": "UA-216063560-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }