17 Aralık Pazartesi günü Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Amerika’da FBI, FETÖ’ye yönelik olarak çok ciddi bir soruşturma yürütüyor, hattâ New Jersey’de tutuklamalar başladı.” açıklaması daha kulaklarımızda çınlarken, gelen bir diğer haber artık bu kadar da olmaz dedirten cinstendi: “Virginia’daki federal mahkemede görülen davada, Bijan Rafiekian ve Ekim Alptekin hakkındaki iddianame açıklandı. İddianamede; Michael Flynn, Bijan Rafiekian ve Ekim Alptekin’in birlikte bir danışmanlık şirketini yönettikleri, “sade vatandaş” Fethullah Gülen’i itibarsızlaştırarak onun Türkiye’ye iadesini sağlamak istedikleri ve Türkiye’nin bu lobicilik faaliyetlerindeki rolünü gizledikleri belirtiliyor.”

Bu mevzu şimdilik burada dursun, sonra sırası gelecek.

Dışişleri Bakanlığı Ne İşe Yarar?
Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı çalışanlarının müşterek zihniyetini Cumhurbaşkanı Erdoğan “Monşerler” ifâdesini kullanmak sûretiyle sarih bir dille izah etmişti esasında... Aradan geçen zaman zarfında bu bakanlığın kadrosu içinden bir kısım FETÖ’cü kovuldu ve bunların yerine daha fazla “monşer” istihdam edilmek suretiyle bugüne dek gelindi.

Devlet-i Aliyye’nin son yıllarında Hariciye memurları arasında yabancı muhibbi/sempatizanlığının artması ve kendi aralarındaki yazışmalarında birbirlerine hitab ederken kullandıkları “Monşer” tabirini, günümüzde aynı zihniyetin artık “sempati”nin ötesine geçip “aidiyet”e dönüştüğünü vurgulamak maksadıyla kullanmıştı Erdoğan…

Erdoğan’ın bu ifâde ile dış misyon çalışanlarını haşlamasının ardından geçen sürede, bu zihniyette bir değişim/dönüşüm meydana gelmedi.

Devletin yüksek bürokrasi kademesinde görev yapan memurlardan yalnız dışişlerindekiler değil, diğer bakanlıklardakiler de aynı zihniyette müşterekler.

Hakikat bile olsa kendisine itiraz edecek kimseyi istemeyen üst idareci ve onun altında herkesin kendi menfaati merkezinde faaliyet gösterdiği bir devlet teşekkülü. Esasında böylesi bir devlet teşkilatının bugüne kadar nasıl ayakta kaldığına şaşmak gerek; fakat biz zaten biliyoruz ki bu memlekette devlet müessesesi, kendisini meydana getiren unsurların marifeti sayesinde değil de milletin dirayeti sayesinde ayakta duruyor.

Kemalist Çin ve Kemalist Yüksek Bürokrasi
Adnan Akfırat, Ergenekon Davası’nda yargılanan ve 101. duruşmada beraat edenlerden biri, Aydınlık Gazetesi yazarı ve Çin’e giden Türk heyetlerinin evvelâ kendisiyle görüşmek zorunda kaldıkları bir Kemalist... 8 Aralık 2018 tarihinde, Aydınlık Gazetesi’nde çıkan haberde, Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesindeki Müslüman katliamından üst düzeyde sorumlu Çinli bir memurdan aldığı ve yayınladığı beyanat şu şekilde:

- “Çin Komünist Partisi ortak hayallere sahip olmanın, ortak gelecek kurmanın, birlikte ağlayıp birlikte gülmenin ancak milletleşme ile sağlanacağını vurguluyor. Çin Halk Cumhuriyeti içindeki etnik halkların Çin milleti çatısı altında birleşmesinin yolunu arıyor. Bu birleşmenin Çin milletini hem kültürel hem siyasi hem de ekonomik alanlarda zenginleştireceğini ilan ediyor. Sincian Uygur Özerk Bölgesi’nde uygulamaya başlanan eğitim merkezleri de bu çabanın bir sonucu olarak uygulamaya konulmuş durumda. Çin yönetimi halkını gericiliğe karşı uyarıyor ve daha ileri bir toplumsal hayat kurmak için aydınlatıyor. Türkiye’den bu kadar çok tepki gelmesi anlaşılır değil. Biz Atatürk’ün yaptığını yapıyoruz. Atatürk gericiliğe karşı nasıl büyük bir aydınlanma seferberliği yürütüp başarılı olduysa, biz de aynısını yapıyoruz. Millet mektepleri, okuma yazma seferberliği, Halkevleri, Köy Enstitüleri, cahil ve yoksul Türk halkını aydınlatıp, kaynaştırdı. Çin’de olan da budur.”

Çinli memur doğru söylüyor. Kemalizm ne ise, onların Sincan-Uygur Özerk Bölgesinde izledikleri politika, İslâm düşmanlığı, Müslüman katliamı da odur. Her ikisi de aynı kaynaktan beslenmektedir. Buraya kadar bir sıkıntı yok; gavur gavurluğunu yapıyor. Sorun, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri’nin Çin ile olan ilişkilerinde bu şahsın önemli bir rol oynuyor olması. Şimdi siz diyeceksiniz ki, “Adnan Akfırat olmasa ne olacak? Sanki Türkiye Cumhuriyeti’nin üst düzey bürokratları, birkaç istisna hariç benzer konularda hepsi aynı şekilde düşünmüyor mu?” Zaten mesele de bu ya. Bütün yüksek bürokrasi İslâm’a karşı benzer fikir ve duygularla hareket ediyorsa, hepsi yabancı hayranı ve İslâm düşmanıysa, kuyrukçuluktan nemalanıyorsa, veled-i zinalarına yabancı pasaportu alabilmek için karnı burnundaki karılarını ülke ülke gezdiriyorsa, o zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan kaç senedir bize ne anlatıyor? Yok, Erdoğan’ın dedikleri doğruysa, bu millet düşmanlarını kim istihdam ediyor, besliyor? Hani iş bir yerden sonra “Kibar Feyzo” filmindeki ağa (Şener Şen) ile maraba (Kemal Sunal) arasındaki göstermelik diyaloğa karşı, marabanın takındığı istihza tavrına varıyor ve “Ağam eğlenir bizimle”ye dönüyor. Konuşulan, cereyan eden hadise ve neticesinde ortaya çıkan iş-eser arasında tutarlılık, bir bütünlük olmalı!

Meçhul Bürokrat da Haklı Esasında
“Yüksek bürokrat”a çok mu yüklendik acaba? Şimdi şahsiyetsizliğini ona sorsak ve o da dese ki; “Bize, bir ideal işaret edildi, o ideale varacak fikir manzumesi ortaya kondu da biz mi ona uymadık?” Buna karşı kim ne diyebilir? Yurt içinde Müslümanlara hayat hakkı tanımamak üzere kurgulanmış ve bunu da “Yurtta sulh, cihanda sulh” diye formüle ederek, kendi dışında cereyan eden hadiselerden kendisini tecrit etmeyi millî politika olarak benimsemiş bir anlayışın dışişleri bürokratı ne yapsın?

FETÖ’cü gidiyor, yerine onu doğuran Kemalist geliyor, olmadı bunların çevresi birtakım mezhebsizler ve İrancılarla süslenerek sanki İslâmîymiş gibi sunulmaya çalışılıyor. Yazık!

Komik Bile Değil
Başa dönecek olursak… Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, TBMM’nde Amerika’da FETÖ’cülere FBI tarafından operasyon yapılıyor dedikten birkaç saat sonra Amerika’daki Türk iş adamının FETÖ’ye kumpas kurduğu iddiasıyla hakkında iddianame hazırlanıp yayınlaması, komik bile değil.

Fırat’ın Doğusu
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarından sonra Fırat’ın doğusunu terörden arındırmak üzere Türkiye’nin yeni bir operasyon başlatacak olması gündeme geldi. Koridor hakkında ne düşündüğümüzü zaten defaatle ifâde ettik, dolayısıyla böylesi bir operasyonu her zaman destekleriz; fakat bizi rahatsız eden husus, bu operasyonun duyurusunu yapan Erdoğan’ın, meydanlarda yaptığı konuşmalarda, Amerikan askerlerine can güvenliği teminatı vermesidir. Akşam haberlerde hep beraber izliyoruz, PKK’lı orada mevzi kazıyor, Amerikan askerinin içinde bulunduğu zırhlı da onlara kendisini siper ediyor. Vaziyet bu iken, Amerikan askerlerine can güvenliği teminatı vermek nedir? Yarın o mevziden ateşlenecek bir kurşun askerimize değdiğinde, bunun müsebbibi yalnız PKK mı olacak? Bu açıklamalardan murâd, conilerden bir kaçı çatışmalarda mıhlanacak olur da, “biz size demedi miydik” diyerek mesuliyeti ABD tarafına atmaksa, tamam. Ama yok, gerçekten kast edilen buysa, sıkıntı çok. Bizden söylemesi…

“Deveye boynun eğri, demişler; o da nerem doğru ki, demiş.” Bu ülkenin Dışişlerinden tutun da diğer tüm müesseselerine kadar vaziyeti o hesab. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu zihniyetinin kaynağı olan Batıcı düzen; devlet, cemiyet, fert arasındaki muvazeneyi kuramadığı için her geçen gün adım adım iflâsa ve büyük bir yıkıma ilerlerken, aynı zihniyeti muhafaza etmek suretiyle buradaki üç kuruşluk menfaatini muhafaza edebileceklerini zannedenler var ya, onlar ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduklarını yakında görecekler.

Hakikisi Dururken Sunî Olanı Niye?
Seçim öncesinde seçmeni bir arada tutmak için sunî 2. Gezi yaygarası yapılacağına, Kemalist rejim ile hakiki bir hesablaşmaya gidilse olmaz mı? OLMAZ! Çünkü, kendisini hangi kimlikte tanıtırsa tanıtsın, siyasetçisinden belediyecisine, bürokratından sermayedarına, gazetecinden cemaatine, vakfından derneğine kadar etkili ve yetkili konumda bulunan herkes, bu düzenden nemalandığı için, kimse tezgâhı bozulsun istemiyor da o yüzden olmaz.

Bakın, bu ülkede ikinci bir Gezi kalkışması olmaz, olamaz; fakat aynı seviyesizlik, muvazaacı siyaset, günü birlik politik alışverişler sürecek olursa, vukuu bulması muhtemel hadise şudur; senelerdir Ak Parti’yi iktidara getirmelerine, yargı ve askerî darbelerden korumalarına rağmen kendisini bir türlü iktidar olmuş hissedemeyen ve hâlen belli bir kesim tarafından köpek muamelesine tabiî tutulmaya çalışılan bu toprakların öz sahiblerinin doğuracağı infiâldir ki, bu millî iradenin bizatihi tecellisi olacağından, karşısında duracak hiçbir güç de olmayacaktır.


Baran Dergisi 623. Sayı