Bazı mukaddes mekanlar olduğu gibi mübarek zaman dilimleri de vardır. Mukaddes mekanlar ve mübarek zamanlar birbirleriyle irtibatlıdırlar. Bazı hadisler zamana ayrı bir önem atfeder. İşte bu mübarek zaman dilimlerinden bir tanesi de Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen ve övülen mübarek Ramazan ayı ve bu ayda bulunan vakitler, gün ve gecelerdir. Bu mübarek aya mahsus farz, vacip, sünnet, nafile, bedeni ve mali ibadetler vardır. Adeta maddi, manevi bütün hayır ve bereketler bu ayda serpilmiştir. Ayrıca bu ayda bin aydan hayırlı “Kadir Gecesi” vardır. 114 sureden bir sure olan “Kadir Sûresi” bu geceyle alakalı bu gecenin faziletinden bahseden sûredir.

Kur’an-ı Kerim bu ayda nazil olmuştur. “(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır…” (Bakara Suresi 185. Ayet) Diğer peygamberlere verilen kitap ve suhufların da bu ayda nazil olduğu kaynaklarda bildirilmektedir.

Allâh-u Teâlâ tarafından görevlendirilen peygamberlerin peygamber olduklarını ve doğru söylediklerini teyit etmek için onlara harikulade, tabiat üstü maddi kanunlarının aksine cereyan eden ve başkaları tarafından bir benzerinin getirilmesinde beşerî, aciz bırakan mucizeler bahşetmiştir. Geçmiş peygamberlere verilen mucizeler hissi olup yani duyu organlarına hitap ettiğinden zamanla kaybolmuşlardır. Peygamber Efendimize ise hem hislere hem de akla hitap eden mucizeler bahşedilmiştir. Kur’an mucizesi akla hitap eden, dünya durdukça hükmü baki kalan, cennette de verdiği lezzet ve halavetinden dolayı cennet ehli tarafından okunacaktır. Kur’an, Allâh-u Teâlâ’nın bir benzerini getirmede beşeriyeti aciz bırakan “ebedi mucizesidir”.

Yüce ve mukaddes kitabımız Kur’an bu ayda nazil olmuştur

Efendimiz kendisine nübüvvet ve risâlet vazifesi verilmeden önce de “emin” adından başka hiçbir lakapla anılmamıştır. Mürûete münafi yani karakter ve güzel ahlaka aykırı hiçbir hal ve tavrından bahsedilmemiştir. O, bi’set’ten önce de korunmuştur. Koyunları güderken bir gün mal sahibinden izin alır, Mekkelilerin düğünlerini yaptıkları eğlence ve şarap mekânı olan yere düğüne katılmak için “Dar’ul Hanut”a gitmiş, oturduğu yerde gözlerine uyku girmiş ve uyuyakalmıştır. Efendimiz “ben uyandığımda güneş çoktan doğmuştu” diye o günkü halinden bahsetmişlerdir. Ramazan aylarında iki cihan güneşi bir aylık azığını alarak Kabe’ye yaklaşık 5 km uzaklıkta ve Mekke’nin kuzeydoğusunda bulunan Hira mağarasına çekilirdi. Burası onun için uzlet yeri, halvet ve tefekkür için en uygun mekandı. Araplar buna tahannüs derlerdi. Onun bu hali Mekkelilerin dikkatini çekmişti ve “Muhammed Rabbine aşık oldu” dedikleri nübüvvet delillerinden bahseden kaynaklar kaydetmektedir. Yine böyle bir Ramazan ayında halvet, uzlet ve tefekkür halini yaşıyordu.

Gökyüzünün emini Hazreti Cebrail yeryüzünün emini Peygamber Efendimiz ile buluşuyor

Bu müthiş anı merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur adlı eserinde kendi üsluplarıyla şöyle anlatıyor; “İnsanoğlunun ufku, madde gözüyle insanoğluna mahsus olmayan ufukların ötesindeki bu manzara karşısında ne hale gelmiştir. Birdenbire gökler bir perde gibi açılır ve arkasından sonsuzluk aleminin kadrosundan bir şahsiyet, bütün madde tezahürlerini yakıp kül edici cisim üstü bir cisimlenişle görünüverirse insan ne hale gelir? Melek, o ana kadar öteler alemini tanımayan fakat bütün alemlerin tacı ve efendisi olarak yaratılmış bulunan gaye, insan ve ufuk peygambere hitap etti. İKRA (OKU)… Alemlerin fahri, dehşetler ve haşyetler içinde cevap verdi; ben okuyucu değilim. Ne okuyayım? Sultan Melek ilerledi. Allah’ın Resulünü kucakladı, kuvvetle sıktı ve sonra bırakarak tekrar etti. OKU! Ve kendisinden yine aynı cevabı aldı. Bu hal üç kere tekrarlandıktan sonra melek Allah’tan aldığı ve Resulüne teslim etmeye geldiği ilk ayeti başından sonuna kadar okudu. Meali; OKU!.. RABBİNİN İSMİYLE BAŞLAYARAK OKU!.. O Rabbinin ismiyle ki, insanı uyuşmuş kandan yarattı. Kalem vasıtasıyla insanlara ilim veren bilmediği şeyleri öğreten ve yaratmak yalnız kendisine mahsus olan kerem sahibi Rabbinin ismiyle oku!..”

Kur’an-ı Kerim’de ilk inen bu beş ayette iki defa okumaktan, yazı vasıtası olan kalemden, insanın yaradılışından, yaratanın Yüce Allah olduğundan, Allâh-u Teâlâ’nın ismiyle okumaya başlamaktan ve Allâh-u Teâlâ’nın engin kerem sahibi olduğundan dikkatlerimizi çekmektedir. İslam alimleri ve mütefekkirleri iki defa oku denilmesinden maksadı şöyle açıklar:

A) Âlem-i Halkta bulunan Kitâb-ı Manzuru yani kâinat kitabını okumak, daha önce görülen, bizim gördüğümüz ve daha sonra görülecek olan Allâh-u Teâlâ tarafından yoktan yaratılan her madde kâinat kitabında birer satır mesafesindedir. Bu görülen şey ister en hassas aletlerle de olsa Yüce Allah okumayı, araştırmayı, incelemeyi, üzerinde düşünmeyi emretmektedir. Çünkü yaratılan her maddenin, canlı ve cansız her varlığın Yüce Allah’ın varlığının, kudret ve azametinin bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve kemal sıfatlarına sahip olduğunun delil ve kanıtıdır.

B) Kitâb-ı Mastûrdur ki harf ve kelimelerine sesler giydirilerek satırlar halinde yazılan, insanları doğruya, rüşde, hidayete davet eden Yüce ve Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’i okumak. Yani Âlem-i Emir’de Allâh-u Teâlâ’nın kelam sıfatının tecellisi Kur’an-ı Kerim’i okumak. Din ve fen ilimlerinin kaynağını okumak. İşte bu akla hitap eden mucize kitap Ramazan ayında indirilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’in tarifi

Allâh-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde özellik ve sıfatlarını bize bildirmiştir. Kur’an merkezli çok tarifler yapılmıştır. Ayrıca Peygamber Efendimiz Kur’an-ı Kerim’i nebevi ifadeleriyle bize tanıtmıştır. Burada biz Efendimizin Tirmizî’nin rivayet ettiği bir tariflerinden bahsedeceğiz; “Allah’ın kitabı! Onda sizden öncekilerin olayları, sizden sonrakilerin haberleri ve sizin de aranızdaki (çözemediğiniz meselelerle ilgili) hükmünüz vardır. O, hak ile batılın arasını ayıran kesin bir çizgidir, ciddiyetsiz bir söz değildir. Her kim kibirlenerek onu terk ederse Allah onu perişan eder. Her kim ondan başka hidayet ararsa Allah da onu saptırır. O Allah’ın kopmaz, sağlam ipidir. O hikmetli bir hatırlatmadır. O dosdoğru yoldur. Arzu ve istekler, onun sayesinde sapmaz. Diller onun sayesinde şaşırmaz. Alimler ona doymazlar. Onun çokça tekrar edilmesi bıkkınlık vermez. İnsanı hayrette bırakan yönleri tükenmez. O, cinlerin işittiği zaman, ‘‘Hiç şüphe yok ki hayret verici bir Kur’an işittik.” (Cin 72/1) demek zorunda kaldıklarıdır. “Her kim onunla konuşursa doğruyu söylemiş olur, kim onunla hükmederse âdil olur, kim onunla amel ederse mükâfat alır, kim de ona tutunursa doğru yolu bulur.”

Usûl alimlerince de tarifi şöyledir; “Fatiha suresiyle başlayan, Nas suresiyle biten, okunması ibadet olan, tevatürle bize ulaşan, mushaflarda yazılı olan, Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed’e Cibril-i Emin tarafından indirilen Allah’ın mucize kelamıdır.” şeklinde tarifi yapılmıştır.

Kur’an, alimlerin ve bilim insanlarının hayallerini süsleyerek amaçlarına ulaşmak için önlerine yeni hedefler koyar. Uçsuz bucaksız bu kâinat ile alakalı çok az bir bilgi dışında ileriye gidilememiştir. Kur’an, geçmişte mucize olduğu gibi şimdiki zamanda da mucizedir ve gelecekte de mucize olarak devam edecektir. İçindeki hakikatler zamanı gelince tahakkuk etmektedir. Kur’an bir hidayet kitabıdır. Aynı zamanda tefekkür ve tedebbür kitabıdır. Akla, vicdana ve ruha hitap eder. Her zaman ve her mekânda delilleriyle selim fıtrata hitap eder. Allâh-u Teâlâ bu mucize kitabın yüzde 20’sinde kâinat kitabından bahseder. İlk yaratılıştan bahsettiği gibi kâinatın ve hayatın dünyadaki sonucundan, kıyametten, mahşer gününde meydana gelecek hadiselerden tasavvur ve örneklerle insanlara haber vermektedir.

Beşeriyet, Kur’an’ı Kerim gibi insanların kalplerine bugüne kadar tesir eden bir kitapla karşılaşmamıştır. İnsanların akıllarına hitap eder, hem lügat yönünden, kelime yapısı yönünden, kâide ve kurallarını zorlar ve bu kuralların doğrusunu insanların önüne serer.

Tarih boyunca Kur’an’a karşı yapılan bütün hasmane çalışmalar sonuçsuz kalmıştır. Kur’an düşmanları; Müslümanların elinden Kur’an alınmadıkça onları yenmemiz mümkün olmadığı söylemleri bilinen bir gerçektir. Yüce ve mukaddes kitabımız gökyüzünden yeryüzüne indirilmiş, rabbani düsturları içinde bulunduran, fert ve cemiyetin önünü açan, kıyamet kopuncaya kadar hakikatleri değişmeyen bir hayat kitabıdır. Kur’an-ı Kerim Miladi 7. Yüzyılda cehaletin, sapıklığın, mükerrem olarak yaratılan ve Allâh-u Teâlâ’nın onlara bahşettiği ruhu taşıdıkları halde taştan, topraktan yaptıkları putlara tapmaları, insanın onuruna yakışmayan nesneleri tanrı edinmeleri, onların cehalet girdabından tepinip durdukları bir sırada beşeriyeti bu girdaptan kurtarmak için uzanan Allâh-u Teâlâ’nın habl-i metinidir, sağlam ipidir, gösterdiği yol sırat-ı müstakimdir ve dosdoğru yoldur. Kur’an-ı Kerim’in insanı dehşete düşüren her yönüyle mucize oluşu karşısında bulunan insanlardan iman edenler için göz aydınlığıdır. Okudukça imanları artar, hakiki imana kavuşurlar. İman etmeyen kimseler de Kur’an’ın ışığı karşısında yarasalaşırlar. Gözleri kapanır ve hakikati görmezler. Kur’an’ın ayetleri okundukça küfürleri katmerleşir ve kalpleri taşlaşır. Kur’an’ı Kerim’in eşsiz mucizesi karşısında fen ilimlerinin bütün keşifleri Kur’an’ı tasdik eder ve bugüne kadar Kur’an’ın beyanlarının hilafına bir şeyle karşılaşmamışlardır. Rakamlarla da Kur’an-ı Kerim’in bir mucize olduğunu ispat etmişlerdir. İşte kelâm-ı kadîm olan ve eşsiz mucize Kur’an-ı Kerim Ramazan-ı Şerif ayında nazil olmuştur. Ramazan ayı Kur’an ayıdır.

İslam’ın beş temel esasından biri olan orucun farziyeti Ramazan’a aittir. Oruç tutan ve Kur’an-ı Kerim okuyanlar için Kur’an-ı Kerim’in ve orucun şefaatçi olduğu hadislerde bildirilmiştir. Ahiret gününde alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’in bir tek şikâyeti olacaktır. O da Kur’an’ın diğer adı olan Furkan Suresi’nin 30. Ayetinde Yüce Allah bu şikâyeti bize şöyle bildirmektedir; Peygamber: “Rabbim! Şüphesiz kavmim bu Kur'an'ı ihmal edip büsbütün terk ettiler” dedi. Bazı müfessirler “Kur’an’ı okumayanlar, okuyup anlamayanlar, okuyup anladığı halde amel etmeyenler Kur’an’ı terk etmiş sayılırlar” demişlerdir. O zaman 10 Mart’ı 11 Mart’a bağlayan gece sahura kalkıp pazartesi günü oruçlu olmuş olacağız. Sahur Peygamber Efendimizin önem verdiği sünnetlerdendir. İhmal etmemek gerekir. Çünkü bizimle, bizden önceki kavimlerin oruçları arasındaki fark sahurdur. 

Bitmez tükenmez feyzlerle dolu olan mübarek Ramazan ayınızı tebrik eder, bu mübarek hayır mevsiminin İslam dünyasında özellikle Gazze’de, Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Afrika’da ezilen, üzülen, aç biilaç kalan kardeşlerimizin gerçek manada kurtuluşa ermesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.

Aylık Baran Dergisi 25. Sayı Mart 2024