-Gezi olayları ile başlayıp 17 Aralık ile devam eden süreç hakkında ne düşünüyorsunuz? Yani bugünden bakınca iki sene önceki tablo nasıl değerlendirilmeli?

Olayların yaşanmaya başlandığı günlerde değişik yorumlar mümkün olabilse de, bugünden bakınca aslında 7 şubat 2012’de birilerinin düğmeye bastıklarını ve o zaman başaramadıkları için Gezi Olayları’nı; o zaman da olmayınca, sonrasında da 17-25 Aralık’ı sahneye koyduklarını söylemek mümkün. Anlaşıldığı kadarıyla da hedef, artık kendi kararlarını kendisi almaya başlayan Türkiye’yi engellemek için o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ı saf dışı bırakarak, hükümeti söz dinler bir hale getirmekti. Tabii, bir şekilde söz dinlemeyenlerin devam etmesi ihtimaline binaen de, muhtemelen  kendilerinin uygun gördükleri isimlerden oluşan bir hükümet oluşturmak da hesapları arasındaydı.

Kısa şekilde ifade etmek gerekirse, 7 Şubat, Gezi Olayları ve 17-25 Aralık girişimleri, birer darbe denemesiydi ve şükür ki başarılı olamadı. Dahası, bizler kimlerle karşı karşıya bulunduğumuzu anlayabilme fırsatı da bulmuş olduk. Çünkü şu veya bu şekilde itirazlarımız olsa bile, bu yapının ortaya çıktığı halini öngörebilenlerin sayısı son derece azdı.

-Paralel Çete en son yaptığı operasyonlarda ne yapmak istedi ve neye dayanarak yapmaya çalıştı, ne umuyorlardı sizce?

7 Şubat’ın bir anlamda üstü örtülmüş ve Gezi Olayları’nda ise Paralel Yapı açıktan tavır almamaya çalışmıştı. Ancak belli ki bir son vuruş olarak düşündükleri 17-25 Aralık’ta yaptıkları ile her şey meydana çıkınca, artık açıktan savaşmaya başladılar. Ortaya çıkan üst düzey dinleme ve takip olayları, tapeler, montajlar, dublajlar, Dış İşleri Bakanlığının dinlenip You Tube’a servis edilmesi, emniyetteki insanları vasıtasıyla akıl dışı operasyonlara niyet etmeleri, yine yargıdaki elemanları vasıtasıyla yapmaya çalıştıkları hukuk dışı işler... Aslında bütün bunlar, elinde zannettiği bütün fırsatları kaçıran Paralel Örgüt’ün bir anlamda mecbur kaldığı için yaptığı kamikaze eylemlerdi diyebiliriz.

Onlar aslında 7 Şubat’ta önce MİT Müsteşarı’nı, ardından da hasta yatağında olacağını ümit ettikleri Başbakan Erdoğan’ı ‘vatana ihanetten’ tutuklamayı düşünüyorlardı muhtemelen, olmadı.

Gezi Olayları çok arzu etmelerine rağmen bekledikleri neticeyi vermeyince de, 17-25 Aralık’a hazırlanıp, son darbeyi vurmaya kalktılar. Yargı ağırlıklı olarak ellerinde olduğu için yapmaya çalıştıklarının hukuk dışı olduğunu kimsenin fark etmeyeceğini ve bu şekilde hükümeti devre dışı bırakıp, arzu ettikleri gibi bir hükümet kuracaklarını düşünüyorlardı, olmadı. Bundan sonra yaptıkları ve yapmaya çalıştıkları tümüyle kuyruğu dik tutmaya çalışmak içindir diyebiliriz. Çünkü oyunu kaybettiklerinin ve eninde sonunda köklerinin kazınacağını biliyor ve mümkün olduğu kadar bunu değiştirmeye, en azından geciktirmeye çalışıyorlar sadece.

-Son iki sene siyâsî bakımdan çok hareketli geçti ve bu hareketlilik hâlen devam ediyor; Türkiye’ye karşı içerideki belli kesimlerle aynı görüşe sahip dış baskılar da arttı. Buna karşılık milletimiz 80’li 90’lı yıllardaki suskun tavrından öte daha dinamik olarak hâdiselere tepki veriyor; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dirayetli bir politik tavır geliştirmesini bu sosyal değişimin mühim etkenlerinden sayabilir miyiz?

Bu sorunun doğrudan ve kısa cevabı ‘evet’tir... Türkiye’nin Eski Türkiye’den Yeni Türkiye’ye doğru evrilmesindeki en büyük pay, şüphesiz ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ındır. Geriye doğru baktığımızda, daha sakin olunması, daha yumuşak davranılması, insanların haklı olabilecekleri şeyler de olabileceği gibisinden söylemleri olan kişilerin dümenin başında olmaları durumunda neler yaşanabileceğini anlayabilmek çok kolay. Recep Tayyip Erdoğan’ın basiretli ve kararlı duruşu sayesinde, Türkiye hakikaten ciddi tehlikeler atlattı ve insanımız da kuzu postuna girmiş kurtlar hususunda daha ciddi bilgilere sahip oldu.

Düşünün, gelişmelerin her aşamasında birçok makul insan, aslında bu kadar da sert tavırlar almamak gerektiğini dile getirip durdular. Ama sonunda hepimizin geldiği nokta, yapılanların az bile olduğu noktasıydı.

Söylemek gerekir ki, insanımızın kahir ekseriyetinin yıllardan beri içinde bulunduğu sıkıntılardan sonra, bu memleketin gerçek sahipleri oldukları düşüncesine gelebilmiş olmalarının ardındaki itici güçlerden en önemlisi de yine Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dır.

-7 Haziran seçimlerinin ehemmiyeti nedir ve önümüzdeki dönemde Ak Parti açısından durumu değerlendirirsek, bundan sonraki süreç nasıl işleyecek? Seçim sonrası hâlihazırdaki kanunlarda yapısal değişiklikler yapılabilecek bir Başkanlık Sistemi’ne geçilebilir mi?

7 Haziran Seçimlerinin en önemli tarafı, Türkiye’yi dönüştüren kadronun genel başkan değişikliği sonrası yaşayacağı ilk seçim olması. Bu açıdan ciddi bir imtihan olacak seçimler. Bir başka nokta ise, 7 Haziran’ın, Yeni Türkiye’ye kesin olarak giden yolun taşlarının döşeneceği aşamaya geçişi mümkün kılacak ya da kılmayacak olmasıdır.

Türkiye’nin artık kendisine iyice dar gelen anayasadan kurtulup yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu gibi, sağlıklı bir idareyi mümkün kılmayan “parlamenterimsi rejim”den kurtulup, ülke açısından daha iyi neticeler sağlayabilecek Başkanlık sistemine geçip geçmeyeceği hususunda da önemli bir aşama olacak 7 Haziran. Gönül ister ki, artık rahata kavuştuklarını zanneden ve dolayısıyla heyecanlarını kaybeden ve armudun sapı üzümün çöpü muhabbeti yapanlar, 7 Haziran’ın önemini kavrasınlar ve seçime daha sıkı sarılsınlar. Çünkü kaybedilebilecek şeyler çok ve biz bunların tam olarak farkında değiliz. Kazanımların sağlam bir hale dönüşebilmesi için yapılması gereken çok şey var daha...

-“Çözüm Süreci”nin taraflarından birisi olan HDP olmasa süreç daha hızlı işleyecek gibi gözüküyor. Çözüm sürecinin geldiği noktayı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

HDP olmasa da olsa da Çözüm Süreci’nin neticeye ulaşacağını düşünüyorum. Çünkü gözüken ve gözükmeyen sebeplerle, terörün zamanı dolmuş durumda. Konjonktürel olarak bu böyle ve dahası AK Parti iktidarının attığı adımlar sayesinde, silahlı harekete kısmen de olsa haklılık payı kazandırabileceği düşünülebilecek argümanlar, artık yok. Dolayısıyla seçimlerden çıkacak netice HDP açısından ne olursa olsun, ben sürecin ilerleyeceğine ve netice olarak  başarıya ulaşacağına inanıyorum. Çünkü süreç HDP’den ve hatta sanırım PKK’dan bile bağımsız ya da onlardan çok etkilenme durumu yok. Belki de en önemlisi de şu: Ekonomistlerin deyimiyle, halk özellikle de Güneydoğu halkı süreci satın aldı bile. Bundan dönüş olması mümkün değil.

Basit bir şey söyleyeyim: Mesela Kuzey Irak petrollerinin Akdeniz’e akması gerek. Bunun için de Türkiye’den başka güzergah yok. Petrolün geçeceği bölgenin ise istikrar içerisinde olması önemli bir şarttır.

-Yakından tanıdığınız bir camia olduğu için özellikle cevaplamanızı istediğimiz, bu meseleye bakış açınızın kamuoyunu bilgilendirici bir tarafı olacağını düşündüğümüz bir suâl var. Saadet Camiası’nın son hâdiseler karşısında aldığı ve çokça eleştirildiği tavırlar karşısında sizin görüşleriniz nelerdir?

Bu konuda beni mazur görmenizi istirham edeceğim. Ama ille de bir şey söylemek gerekirse, Saadet partililer meseleye kendilerinin de bir siyasi parti oldukları temelinden hareketle yaklaşıyorlar sanırım. Bu da, bize garip gözükenin, onlara normal gözükmesine sebep olabilir. Gönül başka şeyler arzu ediyor olsa da, vakıa bu.

-Son yazılarınızdan birisinin başlığı ile sormak istiyoruz: Bu memlekette artık “Kim hancı kim yolcu?”

Milletimizle, inançları ile ve değerleri ile en ufak bir bağlantıları olmadığı halde, bulundukları konum gereği kendilerini bu ülkenin sahibi zannedenler yolcu, kendisini her şeyiyle bu ülkeye ait hisseden milletimizin fertlerinin tamamı ise hancı. Kestirme cevap bu. Şöyle de ifade edebiliriz belki... Memleketimiz ve insanımız üzerinden para kazanan ve sahip oldukları hayat standartlarını kaybetmemek için de sürekli olarak başkalarının emirleriyle hareket edip, gerektiğinde ülke menfaatlerini hiçe sayanlar yolcu, kalanların tamamı ise hancıdır. Yolcu güruhunun bariz vasfı ise, memleketin imkanlarını başkalarına peşkeş çekmek için çalışırlarken, kendilerini atılan kemiği yalamakla iktifa ediyor olmalarıdır.

Hancı olan bizlere gelince; bizler, farklılıkların barış içerisinde yaşatılması konusunda tarih boyunca benzeri olmamış bir yapının varisleriyiz. Bu sebeple, herkese ve  kendilerini hancı zanneden yolculara da tahammül edebiliriz...  Çizmeyi fazla aşmamaları kaydıyla tabii.

-Son olarak eklemek istediğiniz bir husus?

Teşekkür ediyor, hayırlı çalışmalar diliyorum.