Şeyh Mustafa İsmet Garibullah Efendi Hazretleri Silsile-i Zeheb(Altın Silsile)in meşhur veliler zincirinin 31. ferd-i kâmilidir.

Yunanistan sınırları içinde bulunan Yanya'da (Arnavut) Hicri 1216'da dünyaya teşrif etmiştir. İsmet Garibullah Efendi, gençlik yıllarında Yanya şer'i mahkemesinde katiplik yapmıştır.

Abdullah-i Mekkî Hazretleri de Mevlana Halid-i Bağdadi'nin, Mekke-i Mükerreme'deki halifesidir. Şeyh İsmet Garibullah Efendi Hazretleri, Abdullah-i Mekkî Hazretleri'nin dergâhında yetişmiş, bizzat ona intisab etmiş ve ondan ders almıştır. Şeyh Efendi'nin vefatı sonrasında irşad için Anadolu'ya gelen İsmet Garibullah Efendi, ilk olarak Edirne'de, Sultan Camii'nde görev almış ve ardından İstanbul'da müritlerinin çoğalması üzerine önce Koca Mustafa Paşa tarafında, sonra da Fatih Çarşamba'da İsmet Efendi Dergahı'nı kurup hayatının sonuna kadar da orada hizmete devam etmiştir. 1872’de (H.1289)vefat eden Mustafa İsmet Efendi'nin yanında medfun bulunan halifelerinden Hacı Nurullah Efendi, Muhammed Şerif Efendi, Dâhiliye Nazırı Memduh Paşa, kayınpederi Şeyh Hüseyin Efendi, Yozgatlı Miralay Muhammet Ârif Efendi bulunmaktadır. Kabri şerifleri de Balat'ta bulunan Ali Haydar Efendi Hazretleri'nin Tekkesi İsmailağa Camii'nin alt tarafında Patrikhane’nin karşısındadır.

İsmet Garibullah Efendi'den günümüze emanet kalan büyük bir eser var. Bu eserin ismi “Risale-i Kutsiyye”dir. Bizzat kendisinin de dediği gibi, mânâ aleminden zuhurat yoluyla yazdırılmıştır. Eserde hangi sene ve hangi ayda yazdığına dair şu beytler yer alır:

- “Sene 1271 idi/ Muharrrem’den dahi gün on bir idi/ Budur galip o günlerden biri idi/ Gece idi gönülde dert bir idi/ Dediler “gel aziz hakka gidelim/ Cemali ba-kemali seyredelim.

Mânâ alemine ilk yolculuk, heyetin “gel” demesiyle başlar. Mânâ aleminden gelen heyet, aşıklar için bir eser yazmasını ister. Derler ki “yazacağın eser Allah yolcularına feyz ve muhabbet olsun. Ariflere yadigâr olsun. Hatta eseri okuyanlar Allah derdi ile boyansın ve içi dışı nur olsun.”

Risale-i Kutsiyye'de bunun vezni şöyle geçer:

- “Dediler bir eser yaz aşıkane/ Ola feyz-u muhabbet salikane/ Hem olsun yadigarın arifane/ Okuyan derdi Hak ile boyane/ Bu dert ile aziz hakka gidelim/ Cemali ba-kemali seyredelim.

Mânâ aleminden gelen heyet bu isteğin ardından yazılacak eserin “Türkçe olmasını, beyanının ise vezin yani şiir kalıplarına göre olmasını” ister. Tabiî İsmet Garibullah Efendi bu istek üzerine tereddüde düşerek Yanyalı (Arnavut) olduğunu, lisanının fasih olmadığını ve şiir de yazamayacağını söyler. Heyet de, vezinleri ve lisanı iyi bilmese de kaba bir şekilde yapabileceğini söyler.

Risale-i Kutsiyye'de bunun vezni şöyle geçer:

- “Dediler Türki olsun hem lisanı/ Dahi bir vezn ile olsun beyanı/ Dedim ben yanyevi kıldım figanı/ Çü bilmem şiir ile efsah lisanı/ Kabalıkla gerek Hakka gidelim/ Cemali ba-kemali seyredelim.

Heyet, isteğin devamında murad edilen şeyin ancak Allah'ın muradı olduğunu, bu yüzden de hatalardan da Allah'ın koruyacağını söyler. İsmet Garibullah Efendi, yazı kurallarını bile bilmediğini dile getirince, heyet, murad edilen şeyin lafız değil mânâ olduğunu, Hakka ancak zuhura tâbi olarak gidebileceğini söyler.

- “Murad ancak muradullah dediler/ Hatadan hıfz eder Allah, dediler/ Didim bilmem dahi imla, dediler/ Murad mana, değil elfaz dediler/ Zuhura tabii ol hakka gidelim/ Cemali ba-kemali seyredelim.

Günümüz dünyasında maalesef mânâların içinin boşaltıldığı aşikâr. Anlayışın azalması, kalbin ve ruhun katılaşması mânâ dilinin de anlaşılmasının önünü kapattı. Uzun uzun cümleler yazılıyor; fakat bir yolup da karşı tafa sirayet edilemiyor. Mânâ âlemi cümlelere dökülüyor ama kalpten içeri bir nebze akmıyor. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'nun “Büyük Muztaribler-II” eserinin, mânânın elfazdan daha çok ve anlaşılabilir olduğuna dair “Süryanice ve Çocuk” başlıklı bölümünde şu bahis geçer:

- “Süryani dilinde bütün harfler ayrı ayrı mânâya delalet eder. Fakat insanoğlu zamanla cehaletinden bunları anlamaz olmuşlardır. Süryani lisanının esas icaz edilmesiyle saf bir marifet elde edilir ki, bunda cehalete yer yoktur. Hatta konuşanlar arasında daha söylenilmeden mânâyı anlamasına kâfi gelir. Çünkü Süryanice'de konuşmaktan gaye mânâya dalmaktır, yoksa kelime kalabalığı değildir.

Tasavvufun bile her türlü ağza meze yapıldığı, keyfî hükümlerle reddedildiği bir zaman diliminde anlayışın ne şekilde kısırlaştığını da yukarıda geçen cümlelerden anlayabiliriz. Hissi çekilmiş, insanlığını yitirmiş toplumun çılgınlar gibi hareket etmesi, manyak gibi etrafa saldırması, yaptığı hiçbir şeyin kendisini tatmin etmemesi acaba neyin göstergesi? Ruh ve mânâ taşlarını elleriyle parçalayıp atarcasına kendisine zarar veren insanoğlu, acaba ne olmayı bekliyor? Öyle ki, kendisini beşerî noksanlardan arındırıcı, ruh muvazenesini sağlayıcı, takvaya götürücü, Allah'ı bilmeyi ve ondan kaybolmayı sağlayıcı tasavvuf membaını bırakıp da makineleşmiş bir ruhla din inşa etmeye kalkışıyorlar.

Bahse dönecek olursak; heyet, tasavvuf ehli tüm Müslümanlara bu eserin delil olmasını, eseri okuyanın feyz ve rahmet bulmasını, vesveseden uzaklaşmasını söyler.

Risale-i Kutsiyye'de bunun vezni şöyle geçer:

- “Kamu ihvanlara icmâl bir huccet/ Ola hem okuyana feyz-u rahmet/ Ola saliklere feyz-u muhabbet/ Gide teşviş, bula teşvigu rağbet/ Bu rahmetten oku Hakka gidelim/ Cemali ba-kemali seyredelim.”

Şeyh Mustafa İsmet Garibullah Efendi Hazretleri, yazdığı Risale-i Kutsiyye'sinin sonlarında, 435. beytinde şöyle bir dua eder:

- “Senin aşkına yazdım bu kitabı/ Okuyan görmesin asla ikabı/ Gönülde ref ola cümle hicabı/ Visalinle bula lütfu hitabı/ Kerem kıl vaslına hayran gidelim/ Cemali ba-kemali seyredelim.

Duasında, Allah aşkı ile yazdığını, okuyanın asla azap görmemesini, gönlündeki perdelerin kalkmasını, en güzel hitabın Allah'a kavuşmakla olmasını temenni eder.

Son asrın alimlerinden ve dört mezhebin de müftüsü olan Şeyh Ali Haydar Efendi Hazretleri, Risale-i Kutsiyye hakkında şöyle buyururlar; “Dünyada (insanların yazdığı kitaplar arasında) iki kitap vardır, itiraz kabul etmez, biri Mesnevî diğeri ise Risale-i Kutsiyye'dir; lakin Risale-i Kutsiyye şerî ilimleri ihtiva etmesi yönünden daha ağırlıklıdır.

Yine alimlerden Hacı Dursun Efendi Hazretleri; “İsmet Efendi'nin Risale-i Kutsiyye'si, İmam-ı Rabbânî Hazretleri'nin Mektubat'ının hulasası gibidir” buyurmuşlardır.

Mahmud Efendi Hazretleri de Risale-i Kutsiyye'ye çok önem verir, başucu kitabı sayar. Onun sohbetlerinde risalenin bir beyti okunarak başlanır ve feyz oluk oluk akar. İsmailağa cemaati de bunu kendilerine bir vazife telakki etmişler ve sohbetlerde beyit okuyarak muhabbete gark olmuşlardır. Mahmud Efendi Hazretleri medreselerde Risale-i Kutsiyye'yi hocalara ders olarak okutulmasını hatta ezberlenmesini buyurmuşlardır. Seneler evvel medresede ders görürken bize de hafızlık gibi Risale-i Kutsiyye ezberi yaptırdılar. Hafızlıkta yapılan sistem gibi Kutsiyye de öyle ezberletilmişti. Medresede, vahiy kültüründen beslenmiş gelenek ulemasının önemli ilmî ve tasavvufî eserleri yaşatılıyor. Risale-i Kutsiyye, Risalei Halidiyye, Mülteka'l Ebhur, Celaleyn, Sarf, Nahiv, Hadis ve Tefsir dersleri verilmektedir. Tekke ile medrese anlayışını bir arada tutarak silsiledeki tüm şeyhlerin de muradını yerine getirmektedirler.

Ayrıca Kutsiyye'de “öyle ilimler vardır ki kitaplarda yoktur, o ilim ancak Allah tarafından verilir” diye bir beyit geçiyor. Tasavvufta Allah'a varanlar bu hikmetin pınarından içerler. Hazret-i Yûnus'un “Sırat kıldan incedir/ Kılıçtan keskincedir/ Varıp anın üstüne/ Evler yapasım gelir” sözleri, sekir hâliyle naz makamındaki inci tanelerini dünyaya dökmüştür. Mânâ aleminin yolcuları hep ilerleme, hep ona varma, hep onda olma ve hep onda kaybolma halindedir.

Mustafa İsmet Efendi büyük mürşidlerdendir. Allah Resulünü kendisine rehber edinmiş, her işte ona uymayı en büyük saadet olarak bilmiştir. Şeriatın tarikatla, hakikat ışığında götürülmesini öğretmiş ve silsile boyunca bunu beyitleriyle ve yaşantısıyla da göstermiştir.

Risale-i Kutsiyye tasavvufî ilimleri ihtiva ederken, aynı zamanda şer’i ilimleri de muhtevasında barındırmaktadır. Nakşî silsilesinin büyüklerinden olan İsmet Garibullah Efendi'nin bizlere bıraktığı eser, tasavvuf yolunda gidenler için bir rehberdir.

Aylık Dergisi 131. Sayı Ağustos 2015

Yazı: M. Taha İnci