Amerikalı âlim, Müslüman olduktan sonra Meryem adını alan hanım, şöyle diyor:

— "Batı medeniyetinin kötülüğü tesadüfi değildir; yahut ASIL PRENSİPLERİNE göre yaşamakta kusur eden sırf BEŞER ZAAFINDAN DA ileri gelmiş değildir. Eksik olan bizzat ASIL PRENSİPLERİDİR. Batı medeniyeti teoride de pratikte de kötüdür!"

Bir ilmin yanlışının müntehasında ortaya çıkması hikmetinin ispatı hâlinde, zaman ve iş ölçüsü kayboldu!..

Makine, eski beşerî muvazeneleri silip süpürür, el işini ve sanat emeğini çürütür, sınıflar batırır sınıflar çıkarır, bilhassa "maveraî-ötelere bağlı" itikatları pörsütürken, şaşkın insan ruhunda alabildiğine putlaşmış ve insan yapısı olduğunu unutturarak yeni bir insan yapma kudretinin sahibi zannedilmiştir.

Makinenin doğurduğu buhran, ona haddini bildirecek, onu zapt ve teshir edecek, hükmü altına alacak bir imân hamlesini davet ettiği hâlde bu hamle gösterilemedi, gösterilemeyince de putun şımarıklığı arttı; ve Almanya'da filozof Haydeger’e "sıkıntı felsefesi-buhran felsefesi" mektebini kurduran bu vaziyet, Batı dünyasını bunalımdan bunalıma sürükleyerek İkinci Dünya Savaşı'na kadar geldi.

İkinci Dünya Savaşı, faşizma ve nazizmanın, Batı dünyasını yeni bir ruh müeyyidesine kavuşturma, Greko-Latin medeniyetini yeniden eserine hâkim, kılma hamlesidir ve basit siyaset plânında nasıl başlayıp nasıl bittiği malumdur.

Buhran ise, bir yanda kafası güya anti-materyalist hayatı buz gibi materyalist Amerika; bir yanda da kafası materyalist ve hayatı mistik Rusya; her iki ülkenin hem içlerinde hem de birbirlerine karşı belirttikleri korkunç tezat ve sahte teselli arasında, ay'a kadar ayak basma zaferine rağmen en cılk bir müzminlik içinde bugüne kadar geldi.

İşte en ince ve mahrem çizgisiyle 20. Asrın kıymetler tablosu, istinatsız teknoloji ve makine; ve işte Greko-Latin medeniyetinin son merhalesi, imânını arayan mustarip insanlık!

Büyük Doğu Mimarının Greko-Latin medeniyetinin son merhalesini çerçeveleyen teshillerinden sonra, "putlara bir tekme de bizden" hesabı şu notu verelim:

— "Müsbet ilim, mücerret fikrin geride bıraktıklarım işe tahvil etmekten ve netice olarak eşyayı istismar payından başka birşey değildir; hayatî olsa da! Yediklerimizi çıkarma da hayatî bir meseledir ama, hayatın mânâsı olamaz! Ruhî müeyyidesini bulamamış teknolojinin, doğrudan doğruya hayata kıyıcı görüntüsü ortada!"

İçinden geldiği toplumun muhasebesi hâlinde Roger Garaudy'nin şu ifâdeleri, çöken kültür-batan medeniyet davasının canlı delilidir:

— "Bazı organizasyonlar, başarılı olmaları hâlinde, başarısız olmalarından daha çok zararlı olabilirler. Bunların başında Batı tipi kalkınma gelir. Bu ister emperyalizm, savaş ve öldürücü dâhili buhranlar ürüten kapitalizm, ister halkına işkence uygulayan, üçüncü dünyayı sömüren ve korkunç bir silâhlanma ve nüfuz yarışına giren sosyalizm tarafından ifâde edilsin, farketmez!"

Doğan Dünya-Gelen Vade

Bir çuval pirince elimizi daldırmak ve avucumuza gelenleri hemen söylenebilecek ifadelerle değerlendirmek şeklinde pratik bir usulle, Müslüman olan Batılı kardeşlerimizden birkaçının sözlerini işaretleyelim... Gayemiz uyarı yapmak... Yine aynı gaye ile bazı Batılı fikir ve siyaset adamlarının İslâm hakkındaki fikirlerini belirtelim... Bu cümleden olarak, önce, Müslüman olmuş Alman muharriri Grün:

— "İslâmiyet karşısında hiçbir nizâm galebe çalamaz ve insanlığı ancak İslâmiyet bugünkü buhrandan çıkarır!"

Bu söz, "nizâm" bahsinde hiçbir tecrit teri dökmemiş ve "ruhî muvazene" diye bir meselesi olmadan insan ve toplum meselelerini çözmeye çıkanlara ne der?..

Harvard Üniversitesi Profesörlerinden Hocking:

— "Hayatın hakikatine intibak bakımından İslâm kanunlarından üstünü yoktur. Hakikati itiraf etmek lâzım gelirse, İslâm bizim yükselmemiz için gereken bütün maddelere sahiptir!"

Bu söz, "ahlâkın hakikati ve zaman ölçüsü" diye bir meselesi olmadan, insan ve toplum meselelerini çözmeye çıkanlara ne der?

Fikir adamı Spencer:

— "İslâm şeriatı, hayret verici öyle kurallar koymuştur ki, ona tercih edilecek daha üstün hükümler mevcut değildir. Batı medeniyeti ancak İslâm'la ilerler!"

Bu söz, "bilgi nedir?", "aklın mahiyeti, rolü ve sınırı nedir?", "hüküm ve hükmün hakikati nedir?" sorularının çilesini çekmemiş olanlara ne der?

Alman devlet adamı ve ünlü kanun koyucu Prens Bismark:

— "Bu kanunlar, değil bir toplumun, bir hâne halkının bile saadetini temin edecek mahiyette değildir. Buna karşılık Müslümanların tâbi olduğu Kur'ân bu kayıttan azadedir. Ben, Kur’âni her yönden tetkik ettim ve her kelimesinde büyük hikmetler gördüm!"

Bu söz, ihtiyaçların ruha bağlı bir zaruret olduğunu bilmeden, "ihtiyaçların giderilmesi, refah ve mutluluk" tekerlemesiyle vakit geçirenlere ne der? Ve, o hikmetleri şahsında pırıldatması gerekenlerin "hikmet gözü" diye bir davadan haberi olmayan "hafif idrak" soyuna ne söyler?

Rus müsteşriklerinden Profesör Barthold'un kanaatince, yeryüzünde yegâne cihanşümul din İslâmiyet'tir. Bu meşhur âlimin, Fransızca nüshası Paris Üniversitesi "İslâmî Tetkikler Enstitüsü" tarafından yayınlanan ve Türklerin İslâm’ı kabulüyle ilgili olan eserinden:

— "İslâm propagandasının Türkler arasındaki başarısında İslâmiyet’in diğer cihanşümul dinlerden daha yüksek bir nisbette haiz göründüğü başka bir meziyet daha belirmiştir. İslâmiyet'in hakiki mânâsıyla cihanşümul bir din olduğu da inkâr edilemez. Bundan maksadım, yayılma kabiliyetinin, aynı bir kök ve aynı bir kültüre mensup milletler arasına münhasır olmayan bir din olduğunu söylemektir."

Bu kadar!..

Amerika'nın Princeton Üniversitesi Profesörlerinden Philip K. Hitti, "Arapların Historik Değerleri" diye tercüme edilebilecek eserinde şöyle diyor:

— "Kur'ân, yalnız elinin kalbî ve A'lâ-yı illiyyin'in ruhanî âleme ait rehberi değil, aynı zamanda her ilmin bir özeti ve bizim şu geçici dünyamız için bir kanunlar mecmuası teşkil eden bir siyaset vesikasıdır."

İlliyyin-İllyyun: Cennetin en yüksek tabakası. Ahirete giden tam kâmil müminlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismi ki, salihlerin amelleri oraya yükselir. Ahirette dergâh-ı rızâya en yakın olan derece.

İslâmiyet'te renk, ırk ve milliyet farkı olmamasının sebebi, her şeyden önce onun âlemşümul niteliğindendir. H.G. Wells'ın 1937'de -yani İkinci Dünya Savaşı’ndan önce- yayınlanan eserinde, İslâm dininin azamet cephelerinden bahsedilirken insanî niteliği şöyle anlatılır:

— "İslâm şevket ve kudretinin üçüncü bir unsuru da, bütün müminlerin, aralarında hiçbir renk, menşe ve içtimaî mevki farkı olmamak şartıyla kardeşliklerinde ve Allah'a karşı eşit olduklarında ısrar etmesinden doğmaktadır."

Kur'ân hakkındaki inceleme eserinde, Stanley Lane, şunları söylüyor:

— "Kur'ân, insan cinsinin en ciddi incelemesine lâyıktır: Çünkü insan ondan şahsen istifade etmiş olmasa bile, beşer cinsinin bir uzuv sıfatıyla her hâlde yararlanmıştır!"

İnsanın kendisi tükendi, artık yücelemiyor! İnsanın kendisi tükendi, artık yücelemiyor!

1880'lerde yapılan bu tesbite nazaran, 1980lerde hem de Türkiye'de yaşarken bu dilden anlamaz insanların bulunması ne hâzin!..

Yıllarca İstanbul'da kalmış olan Fransız müelliflerinden Charles Mismer'in 6. baskısı 1870'de Paris'te yayınlanan eserinde geçen tesbitler, bugün için de aynen geçerli:

— "Hıristiyanlar âlim olunca Hıristiyanlıkla alâkası kesilir, Müslümanlar da cahil olunca İslâmiyet'le alâkaları kesilir. Bugüne kadar yeryüzünde görülmüş en parlak, en âlemşümul, en demokratik ve bin yıllık bir medeniyetin başlıca ve yegâne âmili bir Kur'ân esası olduktan sonra, bugünkü Müslüman cemaatlerinin dehalet sebebi nasıl olur da İslâmiyet'e dayandırılabilir?"

İslâm'ı bilmeyen ama aydın (!) kelepir sürüsü, Avrupa'daki Rönesans hamlesinin ışığını nereden aldığını, yine Charles Mismer'den öğrensinler:

 — "Hıristiyanlığın zuhurundan en aşağı 15 asır sonra teşekkül etmiş Avrupa medeniyeti, nasıl olur da o dine izâle edilebilir?"

Fransız hukukçularından ve Akademi azası Victor Imberdis'nin İslâm dini hakkındaki 1876 tarihinde basılmış eserinden:

— "Kur'ân, bütün hukuk eserlerine kaynak olan mukaddes bir kanun oldu. Şekli ne kaçlar muhteşemse, ifâde itibariyle de o kadar güzel ve mükemmeldir ki, hayalleri büyüler ve yiğitlikle cesareti son derece yükseltir."

Eserleri bütün dünyaca kaynak kabul edilen Fransa Enstitüsü azası ve "College de France" profesörlerinden Ernest Renan:

— "Üslûp itibariyle Kuran, daha ilk ânından itibaren büyük bir yenilik olarak ortaya çıktı; hattâ denilebilir ki, bu kitap dinî bir inkılâp kadar, edebî bir inkılâba da alâmetti. Bu ne şiirdir, ne nesirdir, ne sihirdir, yalnız ruha nüfuz ederi bir şeydir!"

Ve meşhur Gustave Le Bonan "La civilisation des Arebes" isimli eserinden:

— "İslâmiyet, saf ve hâlis Vahdaniyeti dünyaya tebliğ etmiş bir din olmak şerefini iddia etmekte haklıdır. İslâm'ın o muazzam sadeliği işte bu saf Vahdaniyetten doğmuştur ve onun kuvvet ve kudreti de işte bu sadelikte aranmalıdır."

Aynı eserden:

— "Kur'ân’ın yeryüzüne harikulade bir süratle yayılmış olması, onun neşrettiği dine düşman olan müverrihleri daima hayretler içinde bırakmıştır!"

 Aynı eserden:

— "İnsanlara zorla kabul ettirilmiş olmaktan tamamiyle uzak olan Kur'ân, ancak inanç ve kanaatle yeryüzüne yayılmıştır. Meselâ Türklerle Moğollar gibi sonradan Arapları mağlup etmiş olan milletlerin Kur'ân'a imân etmiş olmalarının ancak inanç ve kanaat neticesi olduğu gün gibi açıktır. Arapların hakikatte şöyle bir geçivermiş olmaktan başka birşey yapmamış oldukları Hindistan'da Kuran öyle yayılmıştır ki, bugün oradaki müminlerin sayısı 50 milyonu (1884 tarihi itibariyle) geçmiştir. Kur'ân'ın Çin'de yayılması da ondan daha az değildir."

Budapeşte Üniversitesi Profesörü I. Goldziher'in, 1920'de kaleme aldığı "İslâm'ın Hükümleri" isimli eserinden:

— "Kur'ân ismiyle maruf olup Allah tarafından vahyedilmiş olan bu kitap, aynı zamanda bütün dünya edebiyatının bir abidesidir."

Raymond Lerouge'un, Allah Resulü'nün hayatına dair 1939 tarihinde basılan eserinde, insanlığın geçirmekte olduğu buhranlardan ancak İslâm'la kurtulunabileceğine dair tesbitleri:

— "İslâmiyet'in bugün bizim ortaya atmakta olduğumuz içtimaî meseleleri hemen hallediverecek bir takım düsturlara malik olduğunu unutacak olursak, bizim ferdî hukuk sahasında yaptığımız inkılâpla Sovyet Rusya'nın bütün dünyaya yaymak istediği komünist inkılâbına karşı İslâm âleminin göstermekte olduğu tepkilerin nitelik ve önemi nasıl takdir edilebilir? Zamane adamlarının tesiri altında ürpertiler geçiren İslâm âleminin Kur'ân hükümlerini bugünkü cemiyetin ihtiyaçlarına tatbik hazırlıklarına artık girişmiş olduğunu anlamak herhalde pek güç birşey olmasa gerektir: Bu hükümler diğer iki inkılâp sisteminin daha fazla yayılmasına engel olacak ve belki de günün birinde her ikisinin de iflâsını telâfi edecek yeni bir terkip hâlini alacaktır. Aradan 14 asır geçmiş olmasına rağmen, Hazret-i Muhammed zamanımızda da günün adamıdır."

Ve ünlü Alman edibi Goethe'nin divanından:

— "Hazret-i Muhammed'in muvaffakiyetinde olduğu gibi, hakikat her tarafa nur saçabilmelidir; tek ve eşsiz Allah mefhumunu aşılamakla, o, bütün dünyayı yenmiştir."

"Avrupa'nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi" isimli eserine, "bugünkü dünya, yalnız Avrupa'dan ibaret olmadığı gibi, Avrupa tarihi de yalnız başına bir dünya tarihi değildir" diye başlayan ve bugün Avrupa'yı Avrupa yapan bütün fikir ve ilim temellerini İslâm'a bağlayan doktor Sigrid Hunke'nin eseri, bu mevzuda başlıbaşına bir kaynak olan şaheser... Bizdeki Batıcılar bu Müslümanın eserine bakarlar mı?.. Ve, "Rönesans'tan bugüne kadar yetişmiş hiçbir Avrupalı filozof yoktur ki, İmâm-ı Gazâli'den ışık almış olmasın!" hakikatini bilebilecek kadar Batıyı tanıyorlar mı?.. Meyhaneci ve kerhaneci mizacıyla Batı’ya sulanan beyinsiz aydın (!) takımı, keşke gerçekten Batı'yı biliyor olsalardı!..

Bir meseleye dikkat çekmek istiyoruz: Herşeye sahtesi musallat olduğu gibi Müslüman olmuş Batılılar veya onların İslâm'ı takdir etmeleri hususu da, İslâmî mücadelenin haklılığına dair ve şevk verici bir unsur olmak yerine, bazı pasifist hainler tarafından bizzat İslâm aksiyonunu baltalayıcı bir niyetle kullanılıyor. Bu çevreler, kendi güçsüzlüğünü İslâm'ın tavrı gibi göstermeye yeltenen kıskanç "teyze adam" tipleri, İslâm'ı mevcut rejim içinde tatlı ticaret metaı olarak değerlendiren mamacılar ve içinde yaşanılan memleket ve idaresi altında bulunan hükümet hangi ölçü ve kanuna bağlıysa İslâmiyet'in de onlara baş eğeceğini iddiaya kadar giden çeşitli pis çevrelerdir. Dikkat edilmesi gereken başlıca mesele, bir takım gelişmelere alkış tutma değil, İslâm'ı yaşamanın başlıca yönü olan "Allah ve Resulünün hükümlerini hâkim kılma" mecburiyetinde olduğumuz dur; yani rejim plânına geçmek, bunun için mevcudu yıkmak, Müslümanlar için bir imân zorunluluğudur!

Hülâsa: Fikirde ve aksiyonda asır yenileyicisini gözleyen, onu Türkiye'den bekleyen, vatanımızı evvela içinden fethedici, sonra İslâm âlemini birleştirici, daha sonra da topyekûn insanlığa arzedici destanlık role çağıran bugün... Mesuliyetimizi müdrikiz!

Ruh ölçümüz, zaman ölçümüz, iş ölçümüz, tarih muhasebemiz, insan ve toplum meselelerini bütün bütüne örgüleştiren ideolocyamız; tek kelimeyle ve dünyada tek örnek hâlinde, bütün bunların yekûnu "İslâm'a muhatap anlayışımız'la geliyoruz!..

Salih Mirzabeyoğlu, İstikbal İslamındır, 1983, İstanbul, İbda Yayınları, s.100-109