Demokrasiyi bize pazarlayan Batı’da durum nasıldır? Önce İngiltere’de, sonra Fransa’da gayet kanlı devrimlerle doğmuş olan demokrasi, Aydınlanma Çağı’nda ortaya çıkan, tamamen din düşmanı mason tarikatlarının kurmak istediği dünya düzeninin siyasî ve toplumsal zeminini oluşturan en önemli maddelerdendir. Avrupa’da kralların ve rahiplerin hakimiyetini yıkmak için toprak mülkiyeti, ticarette hür teşebbüs, laiklik ve sekülerizm, eşit vatandaşlık ve oy hakkı gibi görüşleri icad eden bu tarikatlar, John Locke’un bireyselcilik felsefesi çevresinde sadece kendine tapan ve kimseye bağımlı olmayan insan tipinin temelini attılar. Hem İngiltere’de hem de Fransa’da suyun başını tutan sermayedarlar ve masonların kurduğu bu düzen, kendi insanlarına fert fert bu hakları tanırken yeri sarsılmaz bir üstyapının hâkimiyeti de tesis edilmiş oldu. Kesilen koyunun bile çırpınıp kendini rahatlatabilmesi için bir ayağının serbest bırakılması gibi, bu üstyapı da demokrasi palavrasıyla verdiği konuşma ve oy kullanma hakkı sayesinde kitleleri kolayca güdülebilir hale getirdi. O arada İngiltere’nin lordlarla iktidarı paylaşan kral tarafından yönetilmekte olduğunu da hatırlatalım; sorgulanmayan oligarşinin idaresi altında demokrasi oyunu…

O günden bugüne demokrasinin beşiği sayılan İngiltere, Fransa ve Amerika’da durum aynıdır: Aşağıda oy vererek kendisini yönetecek olanları belirlediğini sanan kitleler, tepede masonlar ve para babaları, ortada ise tepedekiler adına aşağıdakileri kandıran politikacılar. Bu üç emperyalist devlet tarafından demokrasinin ihraç edildiği ülkelerde de durum farklı değildir: Kitleler aynı ahmaklık bataklığında çırpınırken, paravan arkasında masonlar ve sermayedarlar, politikacılarla el ele, emperyalistler adına bu ülkelerin sömürülmesi operasyonuna hizmet ederler. Emperyalist ülkelerin insanları, sömürgelerden elde edilenler sayesinde daha rahat ve prestijli hayat süren mutlu hayvancıklar olarak yaşarken, demokrasi ve hürriyet ortamında yaşadığını sanan diğerlerinin halkları ise hasretle bekledikleri refahı getirmeyen hükümetleri indirip benzerini getirmekle uğraşmaya devam eder ve eğer çizgiyi aşarlarsa askerî darbeyle terbiye edilir.

Artık kısır döngü haline gelmiş olan demokrasi palavrası, Amerika’da önceki başkan Trump’ın güya demokratik yoldan yani seçimle, ama gerçekte hile hurdayla indirilmesi hadisesi ve sonrasında Kongre binasının basılmasıyla çöpe gitmiştir. Demokrasi ve hürriyet şampiyonu Amerika’da seçimle gelmiş bile olsa mevcut sisteme aykırı davrandığı için başkanın bu hale düşmesi aynı zamanda ona oy verenlerin de aşağılanması demekti. Bunun anlamı şudur: Demokratik düzeni kuranlar, kurucu oldukları için en başta dizginleri ele almış durumdadır. Politikacılar vasıtasıyla yönettikleri kitlelere belli şeyleri istetirler ve teferruatta söz hakkı tanırlar. Kendi kendini yönetmekte olduğunu sanan ahmak kitleleri gütmek için şahane bir yoldur bu. Kaderin garip bir cilvesi sonucu çizgi dışı birinin sesinin yükselmesiyle demokrasi ve konuşma özgürlüğü yerle bir olur. Trump vesilesiyle demokrasinin ne kadar adî bir palavra olduğu, gerçekte ise tepede son derece katı bir üst yapının, korkunç bir oligarşinin gizlendiği ayan beyan anlaşıldı.

Cambaza baktığımıza göre zihin ceplerini kontrolün tam zamanı Cambaza baktığımıza göre zihin ceplerini kontrolün tam zamanı

Peki bu demokrasi denen şey hiç mi başarılı olmadı dünyada? Cevap basit: Hiç başarılı olmadı. Modern zamandaki haline zaten şahidiz. Geçmişte de halkın hep beraber oy kullanıp kendi kendini yönettiği görülmedi. Yunan şehir devletlerindeki demokrasi belli bir asil sınıfın kendi içindeydi. Roma’da ve cumhuriyetle yönetilen şehir devletlerde de belli bir kesimin kendi arasında istişaresi vardı; seçtikleri kişi de onlara hesap verirdi.

Yazı: İbrahim Tatlı

Yazının tamamı için TIKLAYINIZ