Feminizm ve toplumsal cinsiyet eşitliği hem teori hem de ideoloji. İki tarafı da var. Teorik yönleriyle kimi doğruları temsil edebiliyor. Mesela ABD'de feminizm, kadınlara çalışma hayatında eşit ücret, sosyal hayata katılma ve eğitimi açısından önemli katkılar sağlamış. Fakat ideolojik tarafları da epeyce yoğun. Mesela kadını "ikinci cinsiyet" görme, bütün kadın dışı alanı ötekileştirme bunun başında gelir.
Feminizmin daha birçok ideolojik yönleri var. Erkekliğin bütün halleri ötekileştiriliyor. Baba, ağabey, koca gibi bütün erkek biçimleri kadın karşıtı otoriteler olarak kodlanıyor. Hatta "herifçilik", aşırı yorumla beraber bütün siyasi ve toplumsal alanda birlikte anılır. Hepsine birlikte partiarcal, yani ataerkil adı verilir. Toplum, din ve siyaset tamamen bununla açıklanır. Hepsi işlerini güçlerini bırakıp el birliğiyle kadınları yönetmek için seferber olmuşlar. Dünya bunun üzerinde dönüyor! Hattilerin öküz boynuzları üzerindeki dünya gitmiş, erkek boynuzları üzerine yerleşmiş!
Feminizmin en büyük çarpıtmalarından birisi de eşitlik söylemiyle ortaya çıkar. Eşitlik tamamen dişil ve eril arasındaki ilişkiye indirgenir. Kadının eşitsizlik durumları erkek egemenliğine sıkıştırılır. Saçma sapan bir indirgemecilik! Çünkü eşitlik sınıf, bölge, dünya düzenindeki yer gibi çeşitli toplumsal, ekonomik ve siyasal etkenlerle birlikte oluşur. Şimdi feminizm mutasyona uğrayarak toplumsal cinsiyet eşitliğine evriliyor.
Şimdi feminizm ve toplumsal cinsiyet teorileriyle İslam okumaları başlıyor. En ilginç olanlardan birisi Ömer Nasuhi Bilmen'in Büyük İslam İlmihal kitabının bu teori-ideoloji ile yargılanması ve yorumlanması. Yargılama, çünkü geleneği apriorik olarak "kötü" diye kodlayarak hareket ediyor. İslam düşüncesinin 15 asırlık bütün bilim, inanç ve kültür mirası ret ediliyor. Modern eşitlik düşüncesi ve feminizmin ataerkil perspektifi mutlak doğru diye görülüyor.
Feminizm teorisiyle kadın ve erkek ilişkileri "eşitlik" üzerinden okunduğu için bütün farklılıklar ayrımcılık, ikincil olma, egemenlik altında tutulma olarak yorumlanıyor. Mesela cemaatle namaz kılmadaki kadın ve erkek farklılığı, "nesnel"(biçimsel) boyutuyla algılanarak hiyerarşik ve dolayısıyla bir alt üstlük statüsüne oturtuluyor. İlmihalde anlatılan cemaatle ibadet eylemi bu bakışla ele alınıyor:
"cemaatin farklı gruplardan ibaret olması halinde imamın arkasında önce erkeklerin, sonra erkek çocukların, sonra da kadınların saf bağlaması gerektiği vurgulanıyor. Bu tertibe erkek ve erkek çocukların riayetlerinin sünnet, kadınların riayetlerinin ise farz olduğu ifade edilerek cemaat namazlarında saf tutma konusunda uyulması gereken cinsiyet hiyerarşisine dair anlayış ortaya konuluyor. Bu hiyerarşi aslında toplumda erkek, erkek çocuk, kadın ve kız çocuğu olmanın değerine ilişkin bir sıralamayı yansıtıyor".
Görüldüğü farklılık pratiği, "iktidar" açısından yorumlanarak cemaatle namaz kılma ibadeti bile bir eşitsizlik ve erkeğin önceliği diye tanımlanıyor. İbadetin ruhsal ve anlamsal boyutu tamamen yok sayılıyor. Bir açıdan da feminizmin de içinde gizlenen bir pozitivizm ile karşılaşıyoruz.
Yine İlmihal'de, kadınların kimi davranışlarıyla erkeklerin namazının bozulmasına sebebiyet vererek günah işledikleri söylendiği için, "kadın dindarlığındaki yüksek suçluluk psikolojisine" yol açtığı ileri sürülüyor. Bu çıkarımlar epeyce sorunlu. Çünkü Kur'an'da günahlar konusunda epeyce ikazlar var. İkaz etme suçluluk psikolojisi üretiyorsa, cehennem ikazının da "dindarlıkta yüksek suçluluğa" yol açtığı sonucuna varmamız gerekir.
Kadının gayrimüslimlerle evlenememesi ilkesi de Akdeniz'in tarihsel dinlerden İslam'a geçen bir etkisi olarak ele alınmakta ve oryantalistlerinde bahsettiği "tarihi İslam" ile açıklanmakta. Ömer Nasuhi Bilmen İlmihali örneğinden hareket edilerek dini ilişkiler ve pratikler, ayrımcılık, ataerkil, erkek egemen ve efendi-köle kavramları ile ters yüz ediliyor.
İlginç olan, feminist anlatının sol ve seküler kesimden başörtülü kadınlara ve yine başörtülü-dindar kadın derneklerine geçmesidir.
Ergün Yıldırım, Star