Şeyh-i Ekber İbn Arabi (ks), Efendimiz’in (s.a.v.) “Allah’ım hayretimi arttır” diyerek dua ettiğine dair bir hadis-i şerif aktarır. Hadisçilerden bu rivayete şerh koyanlar olmuştur. Fakir, kulun Allah’la ilgili tefekkürüne kattığı derinlik bakımından çok etkileyici bulurum bu hadis-i şerifi. Biz günlük hayatta daha ziyade ‘şaşırmak’ ile ilgili bir durum olarak kullanıyoruz ‘hayret’ kelimesini. Tasavvufta burada bizi ilgilendiren kısmıyla marifete muktedir olamamaktan doğan şaşkınlık olarak tarif ediliyor buna karşılık. Yani kendi kelimelerimle ve elbette acziyetimle izaha çalışırsam; kulların Allah’ın kavranamaz ve kuşatılamaz kudreti ve büyüklüğü karşısındaki aczini keşfetmesi, bunun etkisiyle idraklerinin bir nevi hoşlukla kamaşması gibi bir şey söyleyebilirim.

Bu kelime ile ilgili en rahat irtibat kurabildiğim durumlar hidayet hikâyeleri oluyor hep. İslam’ın kusursuzluğu ile ilk kez karşılaşan insanların yaşadığı anlık ‘aydınlanma’ hâlinin izahı herhalde hayret duygusu ile mümkündür diye düşünürüm. Bizler Müslüman bir çevrede doğup büyüdüğümüz için bir parça kanıksıyoruz maalesef bazı şeyleri. Hayret duygumuz zayıflıyor biraz. Oysa bizim çevremizde de Allah’ın yolumuza bıraktığı fevkalâdelikler, hayreti mucip büyüklü küçüklü mucizeler, gönlümüzü kamaştırması gereken ulvi işaretler var. Ama belki o bahse zihnimiz bir tür alışkanlık kesbettiğinden, belki her şeyi bilimsel formülasyonlar ve sebep sonuç ezberleriyle anlamaya mecbur ve mahkûm edildiğimizden göremiyor, atlıyoruz bu işaretleri.

İskelete kan vermek! İskelete kan vermek!

7 Ekim’den bu yana Gazze’de yaşananlar, çeşitli mecralardan bize ulaşan haber ve videolarla yeni hayret hikâyeleri ulaştırıyor bize. Bunların bir kısmı da hidayet hikâyesine dönüşüyor kısa süre içinde. Gazzeli kardeşlerimizin, belki de daha önce kimselerin yaşamadığı zorluklar, kimselerin bu derecede maruz kalmadığı zulümler karşısındaki yıkılmaz imanı, dünyanın her yerinde insanları derinden etkiler hale geldi. Modern insanın hiç bilmediği, hiç hissetmediği bir teslimiyet ve güven var Gazze’nin yiğit insanlarının her sözünde, her bakışında, yıkıntıların arasında dimdik yürüyüşlerinde, davalarına sadakatlerinde, asla geri adım atmayışlarında, tükenmeyen cesaretlerinde.

Bu yüzyıl sıradan insanlar için korkuların, vehimlerin, tedirginliklerin, güvensizliklerin, inanç erozyonlarının zirve yaptığı bir yüzyıl... Dünyayı kendi hükümleri altında tutmak isteyenler korkularla çevirdiler etrafımızı. Her şeyden korkuyor ve onların çareymiş gibi önümüze uzattığı kementlere uzatıyoruz boyunlarımızı. Bu sebeple ki Gazze’den can can bütün dünyaya yansıyan bu korkusuzluk hissi, bu kaybolmayan güven, en kahredici durumlarda bile asla kalplerden çıkmayan iman, fazlasıyla etkiliyor korkular arasında bunalan, boğulan insanları. Onların bize ulaşan görüntülerinde ve sözlerinde o hoş idrak kamaşmasının (güneşe yakalanmış bir çift gözün yaşadığı gibi bir kamaşma), o deruni hayret duygusunun izlerini görüyorum. Adeta gözlerinden perdeler kalkmış, içlerinin derinliklerinde bilmeden özlemini duydukları hakikatlerle yüz yüze kalmış gibi bu insanlar. Bunun da etkisiyle yaşadıklarını gözyaşları içinde büyük bir açıklık ve samimiyetle anlatıyor, ellerine Filistin bayraklarını alıp aynı samimiyetle meydanlara koşuyor, onlardan bu hakikatleri gizleyen karanlık güç simsarlarını protesto ediyorlar. Bunu yapan kendi devletleri, hükümetleri, orduları bile olsa...

Gökan Özcan, Yeni Şafak