Pek çok konuda dedikodu kabilinden söylentilerin gerçek bilginin yerini aldığı ve milyonların ağzında sakıza dönüştüğü ülkemizde, Hamas’la alakalı şöyle bir iddianın dile getirildiğine şahit oluyoruz: “Hamas’ı İsrail kurdu”. İddia sahipleri, 1980’lerin Filistin’ine dair zihinlerinde kurguladıkları senaryoyu sahneye sürüyor: “İsrail, Yâser Arafat ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) zayıflatmak için, radikal Filistinli gençlerden bir grup oluşturdu. İsrail istihbaratının desteğiyle ve yönlendirmesiyle FKÖ hedeflerine saldıran bu gençler, daha sonra Hamas’ı meydana getirdi.” Laf burada kalmıyor elbette, günümüze de intikal ediyor: “İsrail’in Hamas’a yönelik saldırıları, tamamen bilinçli bir stratejinin parçasıdır. Hamas, İsrail’in Filistin halkını yok etmek için hazırladığı bir mizansendir.” Hatta bazı yorumcular, hızlarını alamayarak şu noktaya sürükleniyor: “Siyasal İslâmcılar, İsrail’in tuzağına düştü!”

Buna benzer değerlendirmeler, daha eski tarihlerde Müslüman Kardeşler Teşkilâtı (İhvân) için de yapılmıştı. Bugün bile İhvân’ı İngilizlerin kurduğunu ve palazlandırdığını, İhvân’ın on yıllar boyunca Londra’dan yönetildiğini ve İhvân mensuplarının İngilizlere çalıştığını ciddiyetle savunan insanlara rastlamak mümkün.

Keza, “Arap Baharı” adı verilen bölgesel türbülansı sadece ve sadece “Batılıların Müslümanlara kurduğu tuzak” şeklinde okuyanlar da çoktur: Planlar yıllar önce hazırlanmış, sonra gerekli şartlar oluşturulmuş ve zamanı gelince “düğmeye” basılmıştır. Evet, o esrarengiz “düğme” kelimesi bu tür değerlendirmelerde kilit konumdadır. Ve ne hikmetse, düğme hep bizim sırtımızdadır, düğmeye basanlar da hep Batılılardır ve “dış mihrak”lardır. Müslümanların bastığı tek bir “düğme”den söz edilmez. Ezkaza Müslümanlar bir düğmeye basacak olsa, buna -tabii ki kendi planlarının gerçekleşmesi için- müsaade edenler de yine Batılılardır…

Bu tür masa başı ezbere analizler, şu üç sebeple bizi vahim yanılgılara ve algı çarpılmalarına sürükler:

1. Bir şeyi yabancıların yapması ve kurgulamasıyla, zaten var olan hareketlilik ve potansiyellerin “dış mihraklar” tarafından istismar edilerek rotasından saptırılması / saptırılmaya çalışılması, tamamen ayrı şeylerdir. Bunlar birbirine karıştırılırsa, Müslümanların düşmanlarına olağanüstü güçler ve insanüstü yetenekler atfetmek hatasına düşülür. İsrail istihbaratı mesela, adeta “her şeye kâdir” ve “her attığını hatasız vuran usta bir avcı” biçiminde akıllara yerleşir. Kimse Mossad’ın fiyaskolarından ve istihbarat zafiyetlerinden söz etmez olur.

Bu çifte standart artık son bulsun Bu çifte standart artık son bulsun

2. Böyle kaba genellemeler, yerel dengeleri göz ardı ettiği ve hadiseleri şekillendiren sebep-sonuç zincirini parçaladığı için, meselelerin doğru biçimde anlaşılmasını imkânsızlaştırır. Örneğin Arap Baharı’nı sadece “dış etkiler” üzerinden okursanız, insanları öfkelendirip sokaklara döken iç sebepleri ıskalamış, diktatör rejimleri de aklamış olursunuz. Böylece, şu kritik kural saf dışı kalır: Hiçbir dış mihrak, iç sebepler olmadan, yazdığı senaryoyu sahneleyemez.

3. En önemlisi: Bu türden yorumlar, İslâm dünyasını, gelen-geçen herkesin istediği gibi at koşturduğu ve mensuplarının sürekli “dış mihraklar”dan gol yediği bir coğrafya olarak; Müslümanları da devamlı ezilen, kandırılan, tokatlanan ve oyun dışına itilen ahmaklar sürüsü şeklinde tanımlar. Oysa Batılılar veya “dış güçler” tasvir edildiği biçimde “mükemmel” senaristler olmadığı gibi, Müslümanların eli de tümüyle armut toplamıyor. Ayrıca her oyun ve senaryonun sahnelenişi sırasında sayısız sürpriz yaşanıyor, gidişat hiçbir zaman başta kurgulandığı biçimde ilerlemiyor.

Ortadoğu çalışmak isteyen ve istişare için benimle hasbihal eden gençlere hep şunu söylüyorum: “Aynı anda hem çok şanssız hem de çok şanslınız. Çok şanssızsınız, çünkü 85 milyon rakibiniz var, herkes bu sahada dilediği biçimde konuşuyor. Ama çok da şanslısınız, çünkü literatürde o kadar büyük boşluklar var ki, derli-toplu ne yazarsanız tarihe geçersiniz.”

Bilen bilmeyen herkesin konuştuğu ve ahkâm kestiği bir atmosferde, sağduyulu ve makul değerlendirmeler yapabilmek de büyük gayret istiyor haliyle.

Taha Kılınç, Yeni Şafak