Anayasasındaki kayıtla Türkiye Cumhuriyeti üniter yapıya sahip, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Türkiye Cumhuriyeti’ne tabi bir ferdin devletin bütünlüğünü istememesi ve onu korumaması muhaldir. Çünkü fertten topluma ulaşan yaşayışın bir devlet çatısı altında sürmesi zorunludur. Aksi halde o toplum başka toplumların boyunduruğu altında yaşamaya mecbur olur ve milli varlığını da koruyamaz.

Demokrasi ve laiklik ise devlet tarafından benimseniş olması bakımından toplumu bağlar. Batılı bir dayatma olması nedeniyle demokrasiyi sevmeyen ve laik olmayan fertlerin, -devletin bekasına zarar vermemek kaydıyla- her iki konuda da yeni bir arayışta bulunmaları normaldir. Çünkü bunlarla neticede yönetim sisteminin daha da iyileştirilmesi amaçlanmaktadır ve bugün itibariyle başarılı görünen sair müesses nizamlarda bile daima daha iyiye yönelik arayışların olduğu malumdur. Ama son tahlilde ülkemizde yapılan her siyasi seçimde demokratik, laik devleti yönetecek olanları seçiyoruz.

Diğer bir söyleyişle fertler olarak kendi inanç ya da dünya görüşümüze sahip veya yakın birilerini seçiyor olsak da neticede demokratik ve laik yönetimi sürdürecek olan birilerini seçmiş oluyoruz.

Bu gerçek, Müslümanların iki siyaset arasında kalmasına ve dolayısıyla tabiiyet ve yönetim konusunda ağır bir çelişkiyi yaşamalarına sebep olmaktadır.

Bu durumu ayrıca sosyal bir araştırmaya ve analize gerek bırakmayacak şekilde, sadece Müslümanların geçmişteki şanlı siyaset tablolarını özlem diliyle anlatarak güncellemek istemelerinden anlamak mümkündür. Elbette özellikle Hz. Ömer (ra) merkezli bu tabloları nostaljik bir tutuma indirgeyerek gündemin dışına itmeye çalışmak mümkündür ama bu, önemli siyasi hakikatleri asla ortadan kaldıramaz.

Bahâeddinzâde’nin naklettiği şu iki tabloyu buna göre yorumlayabiliriz:

“Rivayet edilmiştir ki Ömer b. Abdülaziz ağlarken yanına zevcesi Fâtıma bt. Abdülmelik girdi ve ağlamasının sebebini sordu. Ömer b. Abdülaziz şöyle dedi: ‘Hâlim ve ümmeti yönetme durumum hakkında tefekkür ettim. Anladım ki ümmet hususunda karşımda davacı taraf Muhammed Aleyhisselâm’dır ve kadı da Allah Teâlâ’dır. Çünkü Efendimiz Allah’ın huzurunda ‘sen ümmetimin işini nasıl üstlendin? Onlar hakkında âdil mi yoksa zâlim mi oldun?’ diye benimle hesaplaşacak. Kimin hasmı nebi ise anladım ki o kimse iflah olmaz. Nefsime, hâlimin yaman ve işimin zor olduğuna ağladım.’ 

Yine rivayet edilmiştir ki Harun er-Reşid bir sene hac yapıyordu. Beyti tavaf ettiği sırada Ömerî -Ömer b. Hattâb’ın (r.a) soyundan âlim, zâhid bir adam- arkasından ‘Ey Hârun’ diye seslendi. Hârun er-Reşid arkasına döndü, onu tanıdı ve ‘Buyur ey Ömerî’ diyerek cevapladı. Ömerî ‘Safâ (tepesine) çık’ dedi. Hârun (Safâ tepesine) çıktı ve ‘çıktım’ dedi. Ömerî ‘gözünü Beyt’e çevir’ dedi. Hârun ‘çevirdim’ dedi. Ömerî ‘(orada) kaç kişi var’ dedi. Hârun ‘kim onları sayacak (şimdi)?’ dedi. Ömerî ‘kullardan onların benzeri olan senin hükmün altında ve sana itaat eden beldelerdekilerin sayısı kaçtır?’ dedi. Hârun ‘onları Allah Teâlâ’dan başkası sayamaz’ dedi. Ömerî ‘bil ki onlardan her biri kendi nefsinden hesaba çekilecek ve sen de kendi nefsinden hesaba çekildikten sonra onlardan her biri için teker teker hesaba çekileceksin, bu yüzden nefsine bak ya da bakma’ dedi. Halife çok şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı derken bayıldı. Vezirler ‘Halife’yi öldürmek mi istiyorsun’ diyerek Ömerî’ye kızdılar. Ömer’ “ben onu diriltmek istiyorum, siz ebedi bir yoklukla onu öldürmek istiyorsunuz’ dedi.” (Fıkıh ile Tasavvuf Arasında: Bahâeddinzâde’nin Siyaset Düşüncesi, Haz.: Enes Taş, Orhan Musakhanov, Endülüs Yayınları)

Bu tabloları siyasi bir şuurun örneği olarak nakleden ve okuyan günümüz Müslümanlarından biri, iki siyaset arasındaki çelişkiyi, kendi zamanının bir siyasi seçiminde Ömer b. Abdülaziz’e ya da Harun er-Reşid’e en yakın olanı seçmek suretiyle aşmayı düşünmeyecek midir?

Bu soruyu şöyle de sorabiliriz: Bir Müslüman o seçimde halife seçmeyeceğini, bilakis demokratik ve laik yönetimi sürdürecek birini seçeceğini çok iyi bildiği halde, -inancına mahsus ilgili kodların kendiliğinden harekete geçmesiyle- siyasal tutumuna en yakın olanı seçmeyecek midir?

Yukarıda zikrettiğimiz devletin bütünlüğünden soralım isterseniz bir de bu soruyu: Söz konusu tablolar hainleri, koltuk delilerini seçmeme konusunda bir işaret fişeği olmayacak mıdır?

Evet iki siyaset arasında yaşadığımız bir gerçektir ama sesi geçmişten gelen rehberlerimiz sayesinde hainlerden ve makam manyaklarından yana olmayacağımız ise çok daha büyük bir gerçektir.

Ömer Lekesiz (Yeni Şafak)