Öyle oldu. Türkiye’nin tek ve değişmez gündemi aylarca, hatta yıllarca “deprem” olması gerekirken kara siyasa geldi ve gündemi inanılmaz bir hızla, adeta bir virüs gibi işgal etti. Hâlbuki sloganı hatırlayalım: “Politika burada bize yardım edemez.”

Ben bile, depremin üzerinden sadece bir ay geçmişken oturup politika yazısı yazdım. Çünkü politikanın insanı baştan çıkaran şehvetine karşı koyamadım bir anlığına da olsa. Hâlbuki sloganı hatırlayalım: “Politika hiçbir yerde bize yardım edemez.”

5 Mart günü döndüm deprem bölgesinden. Kara siyasanın kara gölgesi bir kâbus gibi memleketin üzerine çökmüştü o gün. Bölgedeki herkes iki şey yapıyordu. Politika konuşuyorlar ve “bizi unutacaklar” diyorlardı.

Unuturuz da. Hatta unutmamız da gerekir. Ama zamanı gelince, daha değil.

Bu büyüklükte bir afette sıralama şöyle olur: 15 gün sonra uluslararası kamuoyu unutur. Böylelikle bu afet bir ulusal meseleye dönüşür. Yaklaşık bir yıl sonra ulusal çapta bir gevşeme olur gündemde ve afet bir bölgesel meseleye dönüşür. Bölgede gündemin 4 ya da 5 yıl afet olması beklenir. Ardından mesele “yakınlarını, malını, evini kaybedenlerin” anısı haline gelir.

Daha birinci ayında depremin gündemden düşmesi demek, açık söylemek gerekirse her şeyin çok çabuk unutulacağı anlamına gelir.

Oysa ben unutmak istemiyorum. Evleri mezarlık olarak inşa eden müteahhitlere “uygunluk” imzası veren tüm yetkililerin, başkanından şefine hesap vermesini istiyorum. Şehrinde “imarın geçeceği arsaları” önceden haber alıp toprak toplayan siyasetçi, iş adamı, bilmem ne hiç olmazsa ifşa olsun istiyorum.

Oysa ben unutmak istemiyorum. Restoranı daha iyi görünsün diye kolon kestiren itin altmış kişinin ölümüne neden olduğunu niçin unutalım ki? Şehrinden kazandığı milyonlarca liranın bir kuruşunu bile şehrine aktarmak istemeyen kansızı niçin unutalım ki? Paketi 5 lira olan bisküviyi fırsattan istifade 50 liraya, tanesi 50 lira olan sürahiyi fırsattan istifade 500 liraya satan pislikleri niçin unutalım ki?

Ben unutmak istemiyorum. “Baraj patladı” yalanını savurup insanların ölümüne sebep olan soysuzu da, “asker bölgeye gelmeyince kadınlara tecavüz edildi” yazan neseb-i gayri sahih arsızı da, “enkazdan öncelikli olarak AK Partilileri kurtarıyorlar” diyebilen terbiyesizi de unutmak istemiyorum.

Unutursak hesap soramaz, baskı kuramaz, hakkımızı arayamayız. Tutuklanan bazı müteahhitlerle, tutuklanan bir iki belediye başkanıyla kalır hikâye. Ders çıkarmayız. Altı tamamen alüvyon, sulak araziye imar izni veren belediye başkanını yargının karşısına çıkarmadan olmaz bu iş, olamaz. Kentsel dönüşüme canıyla kanıyla karşı çıkan örgütlerin, STK’ların, oyuncu-moyuncu tayfasının, politikacının ipliğini pazara çıkarmazsak hiç olmaz.

İşte İstanbul’un Okmeydanı. Açın bakın bakalım arşivi. Beyoğlu Belediyesi seneler içerisinde kentsel dönüşüm için nasıl yalvarmış Okmeydanı’nda ve DHKP-C başta olmak üzere nasıl karşı konulmuş bu dönüşüme? Mezarlarda oturtmak pahasına nasıl olmuş da bir örgüt halkın refahını, can güvenliğini sağlamamak için direnmiş?

Hem başka bakımdan da unutamayız depremi. Bölgede yardıma ihtiyaç bitmedi ki, yeni başlıyor hatta. En az bir buçuk yıl “nitelikli bir yardım seferberliği” organize etmemiz gerekiyor. Yetimlere, dullara, kimsesizlere kol kanat gerecek, şehirlerin insan kaynağını yeniden organize edecek, şehirlerin yeniden “şehir” olması için tedbir alıp ortaya işler koyacak bir devasa organizasyonun parçası olmazsak, olamazsak, fiziki enkazda yalnız bırakmadığımız insanımızı yaşadığı manevi enkazda yapayalnız bırakmış oluruz.

O yüzden inanın bana, politikanın, kara siyasanın bize hiçbir yardımı dokunmaz, dokunmayacak. Devletin imkânlarıyla milletin imkânlarını birleştirip bir seferberlik türküsü oluşturamazsak vay ki vay olsun halimize.

Her zaman dediğimi yine diyeceğim. “Millet olduğumuzu” hatırlayamazsak yanarız ve bu yangını söndüremez, bu yaraları saramayız.

Ne olur kulak verin bu çağrıma. Kardeşlerimizi yalnız bırakırsak ne kendimize, ne ülkemize, ne de Allah’a hesap verecek yüzümüz olmaz.

İsmail Kılıçarslan, Yeni Şafak