Koca Sinan'ın başyapıtı Edirne Selimiye Camii'nin restorasyonu hakkında başlayan tartışma tuhaf bir şekilde ideolojik bir kavgaya dönüştü. Zaten pek çok konuyu bağlamından koparıp gerici-ilerici, laik-antilaik kavgasına dönüştürmekte oldukça mahiriz.
Sanat tarihçileri, restoratörler ve hattatlar arasında yaşanan "usûl" tartışmasının iktidara yüklenmek için bir fırsat olduğunu düşünen muhalefet için Selimiye bulunmaz bir nimete dönüştü. Kız Kulesi'nin çalındığını iddia edebilecek zekâ seviyesine sahip olanlar için bile cesur bir girişim. Gerçi cahilin ilk vasfı cesur olması değil mi?
Şu kadarını söyleyelim ki, bu tartışma Osmanlı'dan miras tuğra ve kitabeleri yapıların üzerinden hoyratça kazıyan, cami ve medreseleri haraç mezat satan ilkel kafalı, vandal zihinlerin idrakinin çok uzağında. Bu yüzden az ötede oynasalar iyi olur.
Selimiye'de su yüzüne çıkan tartışmanın iki tarafı da sanat tarihi, hat ve kalem işi konusunda uzman isimler. Caminin kubbesindeki 18. yüzyıla ait tezyinatın sökülmesini isteyen heyette Uğur Derman ve Semih İrteş gibi "Yaşayan İnsan Hazinesi" ödülünü almış kişiler var. Karşı görüş bildiren Bilim Kurulu'nda ise çok sayıda önemli sanat tarihçisi ve restoratör bulunuyor. Aynı şekilde günümüzün pek çok hattatı da mahkeme kararıyla durdurulan restorasyona itiraz ediyorlar.
Aslına bakılırsa bu tartışma pek çok yapının restorasyonu sırasında karşımıza çıkıyordu. Ancak söz konusu eser Osmanlı'nın başyapıtı Selimiye olunca kamuoyunda büyük ilgi uyandırdı.
Tarihi bir eserin onarımı sırasında üst üste farklı yüzyıllara ait unsurlarla karşılaşıldığında nasıl davranılması gerekir?
Çünkü bir dönemi ihya ettiğimizde diğer yüzyıla ait kısımları gözden çıkarmak zorunda kalacağız. Cumhuriyet dönemi eklentilerini temizlemek kolay. Fakat sözgelimi Cumhuriyet devrinde üzeri badanayla kapatılan bir eserde 16 ve 18. yüzyıla ait süsleme detayları bulduğumuzda hangisini korumalıyız? Artık her ikisi de tarihi eser hüviyetindeki bu tezyinattan ihya edilmesi gereken hangisi?
Sanat tarihçileri ve restoratörler arasında uzun yıllardır devam eden bu tartışmada genel kabul gören anlayış "hangi dönem eseri bir bütünlük arz edecek şekilde ortaya çıkartılabiliyorsa, ihya edilmesi gereken kısım bu olmalıdır" şeklinde. Bazı bilim adamları ise ulaşılabilen en eski halinin ihya edilmesi görüşünde.
Eğer bu tartışmada "en eski"yi ihya etmek temel düstur olsaydı, 1766 depreminden sonra yeniden inşa edilen Fatih Camii'ni de 2007 onarımında temellerinden yıkmak gerekecekti. Çünkü III. Mustafa'nın inşa ettirdiği dört yarım kubbeli mevcut yapı, 15. yüzyılda mihrap ekseninde bir yarım kubbe ve yan sahınlarda üçer kubbe şeklindeydi.
Şayet Selimiye'nin kubbesindeki 18. yüzyıla ait süslemenin altında Sinan dönemine ait bütünlüklü bir kalemişine rastlanmış olsaydı, muhtemelen bu tartışma yapılmazdı. Ancak raspa sırasında Sinan dönemine ait hiçbir ize rastlanmadı. Muhtemelen 1752 depremi sonrasında yapılan süslemenin 19. yüzyıl onarımında yenilenmesiyle ortaya çıkan mevcut tezyinat elimizdeki en eski örnek. Doğal olarak bunun ihya edilmesi gerek.
Barok etkilerin az miktarda görüldüğü bu kubbe tezyinatının kazınarak 16. yüzyılda "olması muhtemel" bir süsleme programının yapılmasını savunan tarafın tutumu ne akla uygun ne de ihya anlayışına.
Bütünüyle özgün olan Türk Barok'una "gavur" muamelesi yapanları anlayabilmek ise hiç mümkün değil. Öyleyse Nuruosmaniye gibi bir mücevheri, Nusretiye ve Ortaköy camileri gibi incileri yıkmak gerek.
Murat Özer, Akşam