İnsan kalitesi ülkemizde gün geçtikçe düşmektedir.  Bu kalite düşüklüğü, genelde bilgi ve gayret eksikliği olarak görülüyorsa da, bana göre kalite düşüklüğü, insanımızın hayat felsefesi ve düşünce sistemiyle alakalı bir konudur.

Aslında, gelişmiş ülkelerde de kalite düşüklüğü varsa da, oradaki sistemli ve düzenli çalışma geleneği bu kalite düşüklüğünü pek görünür hale getirmiyor. Ancak batı’da, özellikle sosyal ve insani ilişkilerde bu kalite ve anlayış düşüklüğünü görebilme imkanımız oluyor.

Toplumumuz, kalite ve nitelik kaybına ne zaman düştü:

Konuya, toplumdan öteye bir medeniyet kaybı olarak bakmanın daha açıklayıcı ve mantıki bir durum olduğunu söylemek gerekir. Çünkü toplum tipleri, medeniyetlerin temel inanç ve fikir özelliklerine göre şekillenir. Batı bilgi ve yaşama felsefesinin, ırk ve siyasi hakimiyet merkezli bir hale gelmesinden sonra,  toplumlar üstü idealler bir kenara bırakıldı. Daha çok, ırk ve milli devlet modeli hakim hale geldi. Aslında bu durum bile, insanın yaşama felsefesinin ruh ve fikir alanından, maddi ve güç merkezli siyasi alana kaymasının sonucuydu. Böyle bir durumda, insanın iç dünyası, fikri ve ahlakı değil. Irkı, siyasi niteliği ön plana alan  ve sömürgeci olma durumu ön plana geçiyordu.

Batılılaşma, Çağdaşlaşma ve Modernleşme ile birlikte; dünya toplumları, Batı’nın bu aldatıcı ve sahte dünyasına özenerek, kendi  manevi ve kültürel varlığından kopmaya başladı. Böylece müslümanlar, bu sahte hayat ve düzen fikrinin takipçisi haline geldi. En önemli değeri olan; “kendisi olma” özelliğini kaybetti.  Sadece kaybetmekle de kalmadı. Şahsiyetinin en önemli özelliği olan İslami inanç ve ahlakı, bir kenara itip; batının ideallerini ve yaşama şeklini herhangi bir analiz yapmadan kabul ederek, kişiliğinden uzaklaştı.  İşte böyle bir noktadan sonra, Müslüman insan; kalite meselesini bir kenara bırakıp, batı’nın uydusu haline geldi.

Batı karşıtı Müslüman ve milliyetçi kesimlerdeki kompleks:

Kompleks, insanın gerçek bilgi ve irade ile hareket edemeyip, kendini başka fikir ve dünyalara bağlı bir şekilde yaşama psikolojisine kaptırmasıdır. Türkiye ve diğer İslam toplumlarında Müslümanlar, yıllardan beri; gizli bir kompleksli yaşama anlayışı içinde, kendilerini “birilerine hoşgösterme” çabasıyla hareket etmektedirler.

Müslümanlar, bir yandan İslami değerlere uyma mecburiyeti içinde olurken ; diğer yandan da, batı’nın fikir ve siyasi sistemlerine adapte olma çabası içerisine girmek ihtiyacı içerisinde olmuşlardır. Bu durum; giyim, günlük hayat veya ibadet gibi konularda kendi inanç sistemlerine uygun olurken; fikri ve siyasi alanda çelişki ve bağımlı tutumlar içine girmesiyle çelişkili  bir tutum halinde ortaya çıkmaktadır.

Özellikle Tarikat mantığı ile hayatı ele alış, bu problemin en belirgin tavrıdır. Tarikat mantığı, öncü veya lidere “kesin itaat”i ortaya koyarken, akli ve fikri özelliklerin terk edilmesi gibi bir tutumu öncelemektedir. Halbuki tarikat mantığı, sadece eğitim alanında geçerli bir konudur. Ve talebe, hocanın kendisine yönelik eğitim metodu ile gelişimini sağlayabileceği anlayışına dayanmaktadır. Bu tavır, sosyal, iktisadi ve siyasi hayat gibi konularda söz konusu olmamaktadır.

Günümüz kalitesizliği, bilgi ve sosyal felsefenin Müslümanların fikri ve ruhi dünyasından çıkmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum, bir kişiye ve harekete “düşüncesizce bağlanma” halini ortaya çıkarmış ve bu grubu “kitleselleştirmiş”tir. Bu yüzden toplumumuzun ve İslam dünyasının en önemli eksikliği, konuları; ezberden ve gelenekleşmiş bakış açılarından uzaklaşıp, kendi fikri ve ahlaki idealleri ile olaylara bakabilme özelliğine kavuşabilmesidir.

Türkiye’de yargı sistemi nereye gidiyor? Türkiye’de yargı sistemi nereye gidiyor?

Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber