Tüm varlığını sevdiklerinin önüne serebilen, sevdiklerine hizmeti nimet bilen, başkası olmadan başkası için olmanın iştiyakı içinde kalbi sevgi ile dolu olan insan; maddî imkânları kıt olsa da, zengindir. Buna mukabil, geniş imkânlara sahip olmasına rağmen, kendinden hiçbir şey vermeyen, hiçbir fedakârlıkta bulunamayan, hep biriktiren bünye, hem yoksul hem “ölü”dür. Siz siz olun, bu tür insanlardan uzak durun; çünkü kendileri batarken sizi de dibe çekerler. Bu bağlamda, sömüren ve biriktiren yapısıyla, kendi uzuvlarını yiyerek beslenen Batı toplumu özü itibariyle ölü bir toplumdur.                                                                                     

***

Eşyanın hakikatini bilmek, eşyanın Rabb’in hangi ilâhî isminin hükmü altında olduğunu bilmekle olur. İnsan, kendisini uyaran ilâhî işareti bildiği nisbette kendini bilecek, kendini bildiği nisbette de Rabb’ini bilecektir. Aksi takdirde eşyaya hakkedilmiş ilâhî sır, sonsuza kadar saklı kalır, siz de “o şeyi değil, o şey hakkında söylenenler”i bilmekle avunursunuz.

***

“Bilgi tek, çokluk bilendedir.” Ve “keşfi olmayanın bilgisi de yoktur” buyuruyor İbni Arabî Hazretleri. Oysa evrensel olduğu iddiasıyla, tek “doğru” olarak dayatılan modern aklın ürünü bilgi; hem keşfî olmaktan uzak, hem istikrarsız, hem fakir... Zira en basit bir “aynılığın” doğrulanması ve kesinlik kazanması bile, zaruri biçimde birbirini davet eden zincirleme bir teyide ve bunların sonsuz bir zeminde birbirinin üstüne binmesiyle elde edilen bilgiye bağlı. Dahası, bu bilginin üretildiği zemin, delil yokluğunu yokluğa delil sayan, dolayısıyla bugün söylediğini yarın inkâr eden; yanlışın kendi doğrularını doğurduğu bir zemin. Oysa İbda Diyalektiği’nden de biliyoruz ki, “Doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti de olmaz.” Dolayısıyla, iyi-doğru ve güzelin kendisine nisbet edileceği “epistemolojik bütün”; hem doğru düşünceyi doğru düşünce faaliyetiyle sonsuza kadar kesiştiren kodları temin etmeli, hem eşya ve hadiselerin teshirinde tam bir tanıma sağlamalıdır. Ve behemehâl “Mutlak Fikir”den hareketle temellendirilmiş olmalıdır. Zira “iş”in ruhî yönünü göz ardı eden, sadece beş duyuya dayanan akılcı bilgi tam bir tanıma sağlamaz, varlığı (eşyanın hakikatini) yalnızca ölü kabukları itibariyle tanıtır.  Dolayısıyla tanıyan özneyle tanınan nesneyi karşı karşıya getiren bu bilme biçiminde varlığı bulunduğu hâl üzere kavramak imkânsızdır.

Mevlüt Koç

Makalenin devamı için TIKLA