Özel Haber

Doğu’nun Rothschild’i: Yahudi Sasûn ailesinin karanlık imparatorluğu

Yahudi sermayesinin Doğu’da kurduğu en büyük imparatorluklardan biri: Sasûn(Sassoon) ailesi. Osmanlı’dan İngiliz sömürgesi Bombay’a kaçan bu aile, Hint ve Çin pazarlarını sömürerek afyon ticaretinde tekel haline geldi. Hukuksuzluk, rüşvet ve emperyalist işbirlikleriyle devasa bir servet biriktirdiler. Batı’da hayırsever aristokratlar olarak tanıtıldılar, ancak gerçekte milyonlarca insanın bağımlılığı ve sefaletinin başlıca sorumlularından biri oldular.

Abone Ol

Tarih boyunca Yahudi sermayesi, küresel ekonomik ağları şekillendiren önemli aktörlerden biri olmuştur. Batı'da Rothschild ailesi ne ise, Doğu'da da Sasûn ailesi aynı rolü üstlenmiştir. Bağdat’tan çıkıp İngiliz emperyalizminin gölgesinde bir ticaret imparatorluğu kuran bu aile, özellikle afyon ticaretiyle servet edinmiş ve sömürge düzeninin en büyük kazananlarından biri olmuştur.

Hint Okyanusu’ndan Çin’e, Londra’dan Hong Kong’a uzanan bu aile, sadece ticarette değil, siyaset, kültür ve basın dünyasında da nüfuz sahibi olmuştur. Ancak bu yükselişin ardında, milyonlarca insanın hayatını mahveden afyon ticareti, sömürgeci devletlerle işbirliği ve Doğu halklarının kanı ve emeğiyle beslenen bir ekonomik sistem yatmaktadır. Sasûn ailesinin hikâyesi, Yahudi ticari hanedanlarının emperyalizmle nasıl iç içe geçtiğini anlamak açısından ibretlik bir örnek sunmaktadır.

Osmanlı’nın yıkılış döneminde Hindistan ve Çin pazarlarını ele geçiren bu aile, İngiltere’nin himayesinde zenginleşmiş ve güçlenmiştir. Ancak her imparatorluk gibi, onların da devrinin kapanacağı bir zaman gelmiştir. Şimdi bu kirli servetin nasıl kazanıldığını, hangi ittifaklarla büyüdüğünü ve nasıl çöktüğünü adım adım ele alacağız.

Sasûn Ailesinin Kökenleri ve Osmanlı Bağdat’ı

Sasûn ailesinin kökenleri Osmanlı'nın Bağdat vilayetine dayanmaktadır. Yahudi cemaatinin önde gelenlerinden olan bu aile, Osmanlı yönetimi altında büyük servet biriktirmiş ve Padişah’ın tayin ettiği Bağdat Paşalarına hazine işleriyle ilgili danışmanlık yapmıştır. Ailenin atası kabul edilen Sasûn bin Salih, 18. yüzyılda Bağdat’ta Osmanlı idaresiyle içli dışlı bir şekilde ticaret yapıyor, bölgedeki ekonomik dengeyi yönlendirenlerden biri olarak hareket ediyordu.

Bağdat’ın Osmanlı için stratejik önemi büyüktü. İran, Hindistan ve Arap dünyası arasındaki ticaret yollarının kesişme noktasında yer alan bu şehir, dönemin büyük tüccar aileleri için bir zenginlik kapısıydı. Sasûn ailesi de bu konumdan faydalanarak, bölgedeki gümrük gelirleri, ticari vergiler ve finans yönetimi gibi alanlarda kritik roller üstlendi. Ancak Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve yerel yönetimlerdeki çalkantılar, Yahudi ticaret ağlarının da güvenliğini tehdit etmeye başladı.

1829 yılına gelindiğinde Bağdat’taki siyasi dengeler değişmiş, Sasûn ailesi için işler zorlaşmıştı. Yeni atanan Osmanlı valisi Davud Paşa, Yahudi cemaatine yönelik baskılarını artırınca, David Sasûn önce Basra Körfezi’ne, ardından da İngiliz yönetimindeki Bombay’a kaçtı. Böylece ailenin sömürgeci güçlerle olan kader ortaklığı da başlamış oldu.

Bombay’da Yükseliş: Ticaret İmparatorluğunun Kurulması

David Sasûn, 1832’de İngiliz kontrolündeki Bombay’a ulaştığında, elinde Osmanlı’da sahip olduğu resmi yetkiler veya büyük sermaye yoktu. Ancak sahip olduğu şey, Yahudi ticaret ağlarına olan bağlantıları ve Doğu ile Batı arasında köprü kurabilecek dil becerileriydi. Osmanlı’da öğrendiği Arapça, Farsça ve Türkçe’ye ek olarak, burada hızla İngilizce öğrendi ve İngiliz sömürge yetkilileriyle güçlü ilişkiler kurdu.

İngiltere, Hindistan’ı yalnızca askeri ve idari olarak değil, ekonomik olarak da tam anlamıyla bir sömürge haline getirmek istiyordu. Bu noktada, Sasûn gibi Batı’ya sadık, yerel ticaret ağlarını kontrol edebilecek aracılara ihtiyaçları vardı. David Sasûn da işte tam bu boşluğu doldurdu. İlk olarak İran ve Hindistan arasındaki tekstil ticaretine girdi. Kısa sürede pamuk, ipek ve baharat gibi ürünlerin ticaretinde tekel haline geldi.

Ancak asıl büyük serveti getiren, İngilizlerin Çin’de sürdürdüğü afyon ticareti oldu. Hindistan’da afyon üretimi İngilizlerin kontrolü altındaydı, ancak bu uyuşturucu maddeyi Çin’e sokacak, dağıtımını yönetecek ve ticaret ağını idare edecek güvenilir tüccarlara ihtiyaç duyuyorlardı. Sasûn, hem İngilizlerin güvenini kazanarak hem de Hintli üreticileri ve Çinli alıcıları kontrol altına alarak, bu ölümcül ticaretin en büyük aktörlerinden biri haline geldi.

Sasûn ailesi Bombay’da sadece ticaretle sınırlı kalmadı. Şehirde sinagoglar, hastaneler ve okullar açarak, bölgedeki Yahudi nüfusu için bir merkez haline geldiler. Ancak bu hayır işleri, kazançlarının kaynağını gölgede bırakmaya yetmiyordu. İngiltere’nin Çin’de yürüttüğü emperyalist politikalarla paralel ilerleyen Sasûn ailesi, Hindistan’dan Çin’e afyon sevkiyatında en büyük sermaye sahiplerinden biri oldu.

Afyon Savaşları ve Sasûnların Karanlık Serveti

Sasûn ailesinin küresel çapta zenginleşmesini sağlayan en büyük fırsat, 19. yüzyılda İngiltere’nin Çin’e dayattığı Afyon Savaşları oldu. Bu savaşlar, Batı emperyalizminin en karanlık yüzlerinden birini temsil ediyordu: İngilizler, Hindistan'da yetiştirdikleri afyonu Çin’e zorla sokmak istiyor, Çin yönetimi ise bu uyuşturucu ticaretine karşı direniyordu. İşte tam da bu noktada, Sasûn ailesi devreye girdi.

David Sasûn, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin sağladığı ayrıcalıklardan faydalanarak, afyon ticaretinde bir tekel haline geldi. Hindistan’da zorla afyon ektiren İngilizler, bu ölümcül malı Çin’e satmak için güvenilir aracılara ihtiyaç duyuyordu. Sasûn ailesi, hem Müslüman ve Hindu tüccarlarla hem de Çinli aracılarla bağlantıları sayesinde bu ticareti organize etti. Aile, Hint çiftçilerini afyon üretimine zorlayarak yoksulluğu derinleştirdi; ardından da Çin pazarına girerek milyonlarca insanın bağımlı hale gelmesine yol açtı.

İngilizler 1839-1842 yılları arasında birinci Afyon Savaşı'nı başlattığında, Sasûn ailesi bu süreçten muazzam kâr sağladı. İngiliz donanması Çin limanlarını bombalarken, Sasûnların gemileri afyon sevkiyatına devam ediyordu. 1842’de Çin, İngiltere ile Nanking Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldığında, ülke yabancı tüccarlara açıldı ve Sasûn ailesi ticaretini büyütme fırsatı yakaladı. İkinci Afyon Savaşı (1856-1860) ile birlikte İngilizler Çin üzerinde daha fazla kontrol sağlarken, Sasûn ailesi de servetine servet kattı.

Ancak bu ticaretin bedeli korkunçtu. Afyon bağımlılığı, Çin toplumunda derin yaralar açmış, milyonlarca insanı sefaletin içine sürüklemişti. Çinli işçiler, Sasûnların gemileriyle taşınan zehir yüzünden ailelerini, işlerini ve hayatlarını kaybetti. Afyonun Çin’e sokulmasından kâr eden Sasûn ailesi, bir yandan da hayırseverlik maskesiyle hastaneler ve okullar açıyordu. Fakat bu ikiyüzlü strateji, halkın acısını gizleyemedi.

Afyon ticareti, yalnızca Sasûn ailesinin finansal gücünü artırmakla kalmadı, aynı zamanda İngiliz İmparatorluğu’nun Asya’daki sömürgeci hâkimiyetini pekiştirdi. Sasûnlar, İngiliz savaş gemilerinin koruması altında ticaret yapıyor, bu sayede rakiplerini kolayca saf dışı bırakıyordu. Bir yandan dindar Yahudi kimliklerini ön plana çıkarıp cemaatlerinde itibarlı bir aile olarak görülmek istiyorlar, diğer yandan ise milyonları uyuşturucu bağımlılığına sürükleyen bir ticaretten servet kazanıyorlardı.

Ne var ki, İngiltere’nin emperyalist koruması altında büyüyen bu servet, ailenin en büyük zayıflığı da olacaktı. Çünkü Sasûnlar, İngiltere’nin gücüyle yükselmişti ve bu güç zayıflamaya başladığında, onların da çöküşü kaçınılmaz olacaktı.

Sasûnlar ve İngiliz Aristokrasisi: Londra’ya Uzanan Güç

Hint ve Çin pazarlarını afyonla zehirleyerek devasa bir servet edinen Sasûn ailesi, bu serveti yalnızca ticaret ağlarını genişletmek için değil, Batı’da da etkin bir konuma gelmek için kullandı. Londra, dönemin küresel sermaye merkezlerinden biriydi ve Sasûnlar, İngiliz sömürgeciliğinin en büyük finansörlerinden biri olarak buradaki yerlerini sağlamlaştırdı.

David Sasûn’un ölümünün ardından aile işlerini devralan oğlu Albert Abdullah David Sasûn, serveti İngiliz aristokrasisine entegre olmanın bir aracı olarak kullandı. İngiliz soylularıyla evlilikler gerçekleştirildi, saray çevresine girildi ve hatta Kraliçe Victoria tarafından Albert Sasûn’a “Sir” unvanı verildi. Bu noktadan sonra Sasûn ailesi yalnızca ticarette değil, İngiliz siyasetinde de nüfuz sahibi olmaya başladı.

Ancak bu süreç, basit bir toplumsal yükseliş hikâyesi değil, sömürgeci düzenin Yahudi sermayesi ile nasıl iç içe geçtiğini gösteren bir örnekti. Sasûnlar, Hindistan ve Çin’den yağmalanan kaynaklarla Londra’da itibar kazanırken, ticaret ağlarını İngiliz hükümetinin doğrudan koruması altına aldılar. Kraliyet ailesine verilen mali destekler karşılığında, İngiliz emperyalizminin doğrudan parçası oldular.

Servetle aristokrasiye dahil olmanın en büyük göstergelerinden biri olan “toprak sahibi olma” geleneği de ihmal edilmedi. Sasûn ailesi, İngiltere’de büyük malikâneler satın aldı, kraliyet etkinliklerine sponsor oldu ve Batı’nın elitleri arasında kendini kabul ettirdi. Ancak bu entegrasyon, ailenin Doğu’daki sömürü politikalarını unutturamazdı. Sasûnların Londra’daki yükselişi, arkasında yıkılmış toplumlar, mahvolmuş hayatlar ve bir afyon bağımlılığı krizine sürüklenen Asya halklarını bırakmıştı.

Ailenin Kültürel ve Politik Etkileri

Sasûn ailesi, yalnızca ticaret ve finans dünyasında değil, kültürel ve siyasi alanda da etkin bir güç olmayı başardı. Londra’ya yerleştikten sonra, sanat, basın ve akademi gibi alanlara yatırım yaparak küresel elitler arasında kendilerine kalıcı bir yer edindiler. Ancak bu "kültürel hamleler", onların geçmişteki sömürü düzenini aklamaktan başka bir işe yaramıyordu.

Ailenin en dikkat çeken figürlerinden biri Rachel Sasûn Beer idi. 19. yüzyılın sonlarında The Observer ve The Sunday Times gibi dönemin en önemli gazetelerini yöneterek İngiltere’nin medya dünyasında etkin bir figür haline geldi. Yahudi sermayesinin basın üzerindeki etkisini artıran bu hamle, yalnızca medya gücü elde etmekle kalmadı, aynı zamanda Sasûnların Batı kamuoyundaki imajlarını da parlatmalarına yardımcı oldu. Rachel Beer, Dreyfus Davası gibi Yahudi toplumu için kritik davalarda aktif rol oynayarak, Batı’daki Yahudi sermayesinin bir nevi sözcüsü haline geldi.

Sasûnlar, yalnızca basın dünyasında değil, İngiliz siyasetinde de önemli bağlantılar kurdu. Özellikle Sir Edward Sasûn ve Philip Sasûn, İngiliz muhafazakâr çevrelerinde etkin rol oynadı. Philip Sasûn, I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz ordusunda görev aldı ve savaş sonrası dönemde İngiltere’nin hava kuvvetleri bakan yardımcılığına kadar yükseldi. Aile, hem İngiliz yönetiminin sömürgeci politikalarına hem de Yahudi lobisinin Avrupa’daki nüfuzuna katkı sağladı.

Sasûn ailesinin kültürel ve akademik alandaki bir diğer önemli mirası David Solomon Sasûn’un kurduğu devasa el yazmaları koleksiyonudur. Yahudi kültürünün korunması adına yürütülen bu çalışmalar, bir yandan Sasûnların kendi etnik ve dini kimliklerini Batı’da güçlendirmeye çalıştıklarını gösterirken, diğer yandan ailelerinin sömürgeci geçmişini perdelemek için kullanılan araçlardan biri oldu.

Sasûnların Shanghai ve Hong Kong’daki Gücü

Sasûn ailesi, İngiliz himayesinde Hint ve Çin pazarlarını sömürerek yükseldiği gibi, bu yükselişi kalıcı hale getirmek için stratejik hamleler yapmaktan da geri durmadı. 19. yüzyılın sonlarına doğru, aile üyeleri İngiltere’de aristokrasiye entegre olurken, ticaretin merkezi Asya’da kalmaya devam etti. Shanghai ve Hong Kong, Sasûnların yeni operasyon merkezleri haline geldi. İngiliz sömürge yönetiminin koruması altındaki bu şehirlerde, Sasûnlar sadece ticari yatırımlar yapmakla kalmadı, aynı zamanda siyasi ve kültürel nüfuzlarını da artırdı.

Shanghai: Afyon Ticareti Üzerine Kurulan Bir Krallık

Shanghai, 19. yüzyılın sonlarında İngilizlerin Uzak Doğu’daki en önemli limanlarından biri haline geldiğinde, Sasûn ailesi buraya hızla yerleşti. İngiliz ordusunun zorla açtığı Çin limanları, Sasûnlar için büyük fırsatlar sundu. Afyon ticaretini yönlendiren en büyük ailelerden biri olarak, İngiliz hükümetinin zorla açtığı bu pazarları en iyi değerlendirenlerden biri oldular.

Shanghai’da yalnızca ticari yatırımlarla yetinmeyen Sasûn ailesi, şehrin ekonomik ve sosyal yapısını da doğrudan etkiledi. Sasûn House, şehrin en ikonik ticaret binalarından biri olarak inşa edildi ve Shanghai’nın finans merkezi olan Bund’da yer aldı. Bu bina, yalnızca bir ticaret merkezi değil, aynı zamanda İngiliz sömürge düzeninin ve Yahudi sermayesinin Çin’deki hakimiyetinin bir sembolüydü.

Ne var ki, Shanghai’daki Sasûn hâkimiyeti yalnızca ticaret ve mimariyle sınırlı kalmadı. Aile, bölgede Yahudi cemaatini güçlendirmek için sinagoglar ve okullar inşa etti. Ancak bu faaliyetler, aileyi bölgenin gerçek halklarından soyutlamaktan başka bir işe yaramadı. Sasûnların kurduğu bu elit Yahudi kolonisi, İngilizlerin sağladığı imtiyazlarla varlığını sürdürürken, şehirdeki Çinli nüfus bu düzenin en büyük kaybedeni olmaya devam etti.

Hong Kong: Bankacılık ve Otelcilik İmparatorluğu

Hong Kong ise Sasûnların sadece ticari değil, finansal ve kültürel güç kazanmak için de kullandıkları bir bölgeydi. Aile, Shanghai’daki afyon ticaretinden elde ettiği serveti, Hong Kong’da farklı alanlara yönlendirdi. Bankacılık sektöründe büyük yatırımlar yaptılar ve Hong Kong’un en büyük finans kuruluşlarından biri olan HSBC’nin genişlemesinde etkin rol oynadılar.

Bunun yanı sıra, Sasûnlar Hong Kong’da lüks otelcilik sektörüne de yatırım yaptı. Cathay Hotel, 1930’larda Asya’nın en prestijli otellerinden biri haline gelirken, burası aynı zamanda İngiliz sömürge yöneticilerinin, Yahudi elitlerinin ve Batılı işadamlarının buluştuğu bir mekân oldu. Bu oteller, Doğu’daki Batılı sömürgecilerin eğlence ve toplantı merkezi haline gelirken, şehrin yerel halkı için yalnızca bir başka baskının sembolüydü.

Sasûnlar ve Kadoori Ailesi Rekabeti

Shanghai ve Hong Kong’daki Yahudi sermayesi yalnızca Sasûn ailesine ait değildi. Aile, aynı zamanda bir başka Yahudi hanedanı olan Kadoori ailesi ile büyük bir rekabet içindeydi. İki aile de Yahudi sermayesini Çin’de etkin bir şekilde kullanarak, İngiliz emperyalizminin bölgedeki varlığını sağlamlaştırdı. Oteller, ticaret merkezleri ve bankalar üzerinden yürütülen bu rekabet, aslında iki Yahudi ailesinin Çin pazarında kim daha fazla pay kapacak mücadelesiydi.

Bu rekabete rağmen, her iki aile de aynı sömürgeci düzenin birer ortağıydı. Çin’deki yoksulluğun ve sefaletin en büyük nedenlerinden biri olan afyon ticareti sayesinde yükselmişlerdi ve şimdi bu serveti bankalar, oteller ve finans kuruluşlarıyla kalıcı hale getirmeye çalışıyorlardı.

Ne var ki, dünya değişmeye başlamıştı. 20. yüzyılın başlarında Çin’de milliyetçi hareketler yükselirken, Batı’nın ve Yahudi sermayesinin bölgedeki gücü de sarsılmaya başladı. İngiliz emperyalizminin çöküşüyle birlikte, Sasûnlar için de zorlu bir dönem başlayacaktı.

20. Yüzyılda Gerileme ve Çöküş

Sasûn ailesi, 19. yüzyıl boyunca İngiliz emperyalizmiyle paralel bir yükseliş yaşadı. Ancak 20. yüzyılın başlarından itibaren değişen küresel dengeler, onların da güç kaybetmesine neden oldu. Bir zamanlar Asya pazarlarını sömürerek servetlerine servet katan bu aile, yavaş yavaş sahneden çekilmeye başladı.

İlk büyük darbe, I. Dünya Savaşı ile geldi. Savaşın getirdiği ekonomik kriz ve küresel ticaret ağlarındaki bozulmalar, Sasûnların işlerini zorlaştırdı. İngiltere’nin savaşa girmesi, Avrupa’daki Yahudi sermayesini olumsuz etkilediği gibi, Sasûn ailesinin de ticari bağlantılarını sekteye uğrattı. Ancak asıl büyük değişim, savaş sonrası dönemde yaşandı. İngiltere, eski sömürgeci gücünü kaybetmeye başlarken, Hindistan ve Çin’deki milliyetçi hareketler güç kazandı. Bu durum, Sasûn ailesinin sömürgecilikten beslenen ticari modelini sürdürülemez hale getirdi.

II. Dünya Savaşı, Sasûn ailesinin gerilemesini hızlandırdı. Japonya’nın Çin’i işgali, aileye ait birçok mülkün ve ticaret ağının çökmesine yol açtı. Shanghai’daki otelleri ve ticari tesisleri Japon işgalcilerin eline geçti. Daha da önemlisi, Çin Komünist Devrimi (1949) sonrası Mao yönetimi, yabancı sermayeye ve eski sömürgeci ticaret ağlarına karşı savaş açtı. Bu süreçte Sasûn ailesinin Çin’deki tüm varlıkları kamulaştırıldı ve aile üyeleri bölgeden tamamen çekilmek zorunda kaldı.

Hindistan’da da durum farklı değildi. 1947’de Hindistan bağımsızlığını kazandığında, Sasûnların Bombay’daki ticaret imparatorluğu büyük ölçüde çözülmüştü. İngiliz yönetiminin sona ermesiyle birlikte, yerel sanayiciler güç kazandı ve Sasûn ailesinin Hindistan’daki etkinliği sona erdi. Bir zamanlar Bombay’daki en büyük Yahudi sermaye grubu olan bu aile, artık geri dönüşü olmayan bir düşüş sürecine girmişti.

Sasûn ailesinin çöküşü, yalnızca ekonomik kayıplardan ibaret değildi. İngiltere’de aristokrasiye entegre olmaya çalışan aile üyeleri, zamanla Yahudi kimliklerinden uzaklaştı. Bir zamanlar güçlü bir ticaret ağı kuran aile, 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Batı’daki Yahudi elitler arasında kaybolmuş bir mirasa dönüşmüştü. Son nesillerden bazıları siyaset, sanat ve akademi gibi alanlara yönelse de, Sasûn ismi artık küresel ekonomi ve ticarette bir güç olmaktan çıkmıştı.

Bir imparatorluk kurup milyonlarca insanı bağımlılığa sürükleyen Sasûn ailesi, sonunda tarihin tozlu sayfalarında kaybolmaya mahkûm oldu. Ancak bıraktıkları miras, Batı destekli Yahudi sermayesinin emperyalizmle nasıl iç içe geçtiğinin en çarpıcı örneklerinden biri olarak hafızalarda kaldı.

Sasûn Mirası: Günümüzde Aile ve Etkileri

Sasûn ailesi, 19. ve 20. yüzyıl boyunca küresel ekonomide büyük bir güç olarak yükseldi, ancak günümüzde isimleri artık bir sermaye imparatorluğunu değil, tarih boyunca nasıl bir sömürü düzeni kurulduğunu hatırlatan bir örnek olarak anılmaktadır. Bugün Sasûn soyundan gelen bazı isimler Batı dünyasında siyasette, akademide ve finans sektöründe varlık gösterse de, eski ihtişamlarından eser kalmamıştır.

Ailenin günümüzdeki en tanınan üyelerinden biri James Sasûn, Baron Sasûn’dur. İngiliz muhafazakâr siyaseti içinde yer alan James Sasûn, Britanya Hazine Bakanlığı’nda görev yapmış, finans dünyasında etkili roller üstlenmiştir. Ancak geçmişte ailesinin elde ettiği servetin nasıl kazanıldığı sorulduğunda, genellikle sessiz kalmayı tercih etmektedir. 2017’de sızdırılan Paradise Papers belgeleri, James Sasûn’un Cayman Adaları’ndaki vergi cennetlerinde büyük fonlara sahip olduğunu ortaya çıkarmış, ancak bu fonların kaynağı hakkında herhangi bir açıklama yapılmamıştır.

Ticari anlamda, Sasûn ailesinin adını taşıyan büyük bir şirket kalmamıştır. Bir zamanlar Bombay’dan Shanghai’ya uzanan ticaret ağları çökmüş, İngiliz ve Hint piyasalarındaki etkileri silinmiştir. Ancak, J. Sasûn Financial Group LLC gibi bazı finans kuruluşları, aile ismini kullanarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Bu tür firmalar, genellikle kapalı devre çalışan, yüksek sermayeye sahip Yahudi finans çevreleriyle bağlantılı hedge fonlar ve yatırım şirketleridir.

Sasûn ailesinin kültürel mirası ise, daha çok akademik dünyada anılmaktadır. David Solomon Sasûn’un topladığı el yazmaları koleksiyonu, bugün British Library ve University of Toronto gibi kurumlarda saklanmaktadır. Aileye ait eski sinagoglar ve binalar, Hindistan ve Çin’de hâlâ ayakta durmakta, ancak bunlar artık sadece birer tarihi kalıntıdan ibaret. Bombay’daki David Sasûn Kütüphanesi, bir zamanlar ailenin kent üzerindeki mutlak hâkimiyetini simgelerken, bugün yalnızca tarihçiler ve araştırmacılar tarafından ziyaret edilmektedir.

Sasûn ailesinin hikâyesi, küresel sermaye ile emperyalizmin nasıl iç içe geçtiğini gösteren en çarpıcı örneklerden biridir. Doğu’da yoksulluğun, bağımlılığın ve sömürünün en büyük kaynağı olan bu aile, Batı’da hayırseverlik ve aristokrasi kisvesi altında kendini meşrulaştırmaya çalışmış, ancak tarihin onları nasıl hatırlayacağı gerçeğini değiştirememiştir. Günümüzde, Batı dünyasındaki birçok finans devi gibi, Sasûn mirası da kirli bir servetin üzerine inşa edilmiş bir yapının çöküşünü simgelemektedir.

İmparatorluk Kurup Kaybeden Bir Ailenin Hikayesi

Sasûn ailesi, 19. yüzyılın başlarından itibaren Yahudi sermayesinin küresel sömürge düzeniyle nasıl iç içe geçtiğini gösteren en çarpıcı örneklerden biri olarak tarihe geçti. Osmanlı’nın Bağdat vilayetinden kaçarak İngiliz hâkimiyetindeki Bombay’a yerleşen bu aile, kısa sürede Hint ve Çin pazarlarını ele geçirerek afyon ticaretiyle devasa bir servet kazandı. Servetlerini yalnızca ticaret ağlarını genişletmek için değil, Batı dünyasında da güç ve itibar elde etmek için kullandılar. Ancak bu yükselişin arkasında, Asya halklarının kanı, emeği ve bağımlılığıyla beslenen kirli bir ticaret sistemi vardı.

Sasûnların hikâyesi, Batı emperyalizminin Yahudi sermayesiyle nasıl işbirliği yaptığını, bu işbirliğinin İngiliz sömürge yönetimiyle nasıl koruma altına alındığını ve servet transferinin nasıl bir tahakküm düzenine dönüştüğünü açıkça gözler önüne seriyor. Aile, bir yandan İngiliz aristokrasisinin içine yerleşirken, diğer yandan medya ve siyaset dünyasına girerek nüfuzlarını artırdı. Ancak onların bu yükselişi, Doğu halklarının felaketiyle mümkün oldu.

20.yüzyılın ortalarına gelindiğinde, İngiliz sömürgeciliğinin zayıflaması, milliyetçi hareketlerin güçlenmesi ve küresel ekonomik dengelerin değişmesiyle birlikte Sasûn ailesinin de çöküşü kaçınılmaz hale geldi. Hindistan bağımsızlığını kazandığında Bombay’daki hâkimiyetleri sona erdi, Çin’deki Komünist Devrim sonrası Shanghai ve Hong Kong’daki mülkleri ellerinden alındı. İngiltere’ye sığınan aile, Batı toplumuna tamamen entegre olup aristokrasiye karışarak tarih sahnesinden silindi.

Bugün, Sasûn ismi bir ticaret imparatorluğundan ziyade, emperyalizmle işbirliği yaparak Doğu’yu sömüren sermaye gruplarından biri olarak hatırlanıyor. Milyonlarca insanın yoksulluğunun, bağımlılığının ve sefaletinin arkasında, bu ailenin de büyük bir payı var.

Kaynak: Baran Dergisi

{ "vars": { "account": "UA-216063560-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }