Dünya uzunca bir süredir yeni nizam, yeni insan sancısı çekiyor. Kurulu dünya düzeni artık kendini taşıyamaz hâle geldi. Sürekli genişlemeye muhtaç olan kapitalist sistemin genişleyecek alan bulamadığı, sosyal adaletsizliğin had safhaya çıktığı, modern devletin çıkmaza sürüklendiği, modern insanın ise düştüğü ruhî buhrandan kurtuluş için çaresiz kaldığı bir demdeyiz.

Karanlık ve daha karanlık olması beklenen günlerde yaşananlar, uzun süredir ısrarla konuşmaktan kaçınılan “yeni dünya düzeni” tartışmalarının da zarurî olarak açılmasına sebep oldu.

Buna mukabil “yeni dünya düzeni” denilirken Batı menşeli anlayışın yerinde kalması suretiyle mevcut müesseselerin güncellenmesi ve bazı aktörlerin tasfiye edilmesi çerçevesinde bir tartışma yürütülüyor. Oysa problem müesseselerin şeklinde değil, fert ile cemiyet arasındaki muvazeneyi bir türlü tutturamayan, eşya ve hadiseye yaklaşımı sakat olan Batı menşeli anlayışın tâ kendisi… Dolayısıyla onun yerinde durması suretiyle kurulacak hiçbir yapı yeni bir düzen belirtmeyecek, sadece bir güncelleme niteliği taşıyacaktır. Bu da çözüm bekleyen insan ve toplum meselelerini daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmekten başka bir anlama gelmeyecektir.

Erdoğan’ın çevresinde bir tane ADAM yok mu? Erdoğan’ın çevresinde bir tane ADAM yok mu?

Nitekim yaşananlar gösteriyor ki, aynı temelde, daha vahşi bir yapının tesisi için plânlar yapılıyor. Fakat dünyanın gidişi, bu plânları gerçekleştirip gerçekleştiremeyecekleri hususunda sorular barındırıyor. Böyle bir dönemde Türkiye ise ya çok önemli bir aktör olarak yeni düzenin banisini olmasını sağlayacak adımları atacak yahut bu düzende diğerleriyle birlikte yok olacak.

“Batı modeli”nin dilsiz, dölsüz ve sözsüz biçimsiz yığınlara dönüştürdüğü milletler artık topluma yeni bir ruh, yeni bir kimlik verecek, yeni bir hafıza inşa edecek büyük ruhlar doğuramıyor. 

Dünya çapındaki gerçeklik kurgusu, “daha fazla adalet” tekerlemesinden başka bir karşılık veremiyor artık. Hakikat bir noktadan sonra kendisini o kadar şiddetli bir şekilde dayatıyor ki, bunu göre statükonun banileri hayatı gerçeklikten tamamen izole etmek üzere Metaverse dahil yeni paralel evrenler inşa etmeye davranarak sahte düzenlerini muhafaza etmeye çalışıyorlar. Diğer bir taraftan, global mânâdaki gerçeklik kurgusunun bekâsını sağlamakla vazifeli milletlerarası müesseseler ve bu düzenin kendisini üzerine bina ettiği dayanak kavramlar bir bir iflâs ederken, hepimizin şahit olduğu üzere onların yerine bir yenisi ihdas edilemiyor.

İnsanlar, içinde bulundukları bu sahteliğin aslında ne kadar saçma sapan olduğunun “bir vesile” ile şuuruna erecekler. İşte, o zaman Üstad Necip Fazıl’ın kıtalar çapında beklendiğini müjdelediği “Mutlak Fikir”in inkılâbı gerçekleşecek ve insanoğlu asırlar sonra hakiki bir düzen ile tanışacak.

Dünya düzeni fetret devrine girdi ve yeni bir nizam tesis edilinceye dek bu süreç devam edecek. Bu süreçte savaşlar da olacak, anlaşmalar da...  Evet, “yaşanmaya değer hayat nerede” sorusuna verilecek cevap, yeni düzenden esas beklenenin ne olduğunu da bize söylemiş oluyor.

Bizim için esas ehemmiyetli olan husus ise şudur ki, dünya düzenini içinde bulunduğu fetret devrinden çıkartacak yegâne nizam nimetini Allah bu topraklara lütfetti. Büyük Doğu-İbda’nın Başyücelik Devleti modeli ve nizâmı, bugün dünyanın beklediği “yaşanmaya değer hayat”ı gaye edinen, insana insanlık haysiyeti ve onurunu yeniden iade edecek, cihanşümûl düzeni ihtiva ediyor.

Allah’ın, cereyan eden her hadise üzerindeki mutlak rolünü kabul eden ve tanıyan iman sahibleri de tasdik edeceklerdir ki, bu sürecin sonu muhakkak İslâm’ın hâkimiyet devresine çıkacaktır. 

Aylık Baran Dergisi