Ferdî ve içtimaî nizamdan başlayıp milletlerarası münasebetlere kadar, bir düzen tesis edilmesi ve onun sürdürülmesi önündeki en büyük engel, herkesin kendi kafasına göre içini doldurmaya kalktığı “mutlak” olmayan muğlak kavramların, daha doğrusu teamüllerin temel prensip hâlinde dayatılmasıdır. Bu bakımdan 20. Yüzyıla damga vuran iki kavram; demokrasi ve liberalizm olmuştur. Peşin kabul hâlini almış bu iki kavram, herkesin kendi kafasına göre içini doldurduğu ve güçlünün güçsüz olandan menfaatine uygun olmak üzere bir başka şeklini beklediği prensipler hâline dönüşmüştür. En temel prensipler olarak kabul edilen bu iki kavramın bile daha net bir şekilde ne olduğunu izah etmekte zorlanan dünyanın, bu iki mefhuma dayanan bir nizamı tesis etmesi ve sürdürmesi de beklenemezdi. Soğuk Savaş dönemini aradan çıkartacak olursak, bu kaotik dönem tabiî şartlar dâhilinde hepi topu 20-25 sene yaşamış ve ölmüştür. 

1970’li yılların sonunda Komünist ideoloji hayatın her planında iflâs ederken, nasıl ki taraftarları bu gerçeğe kör kalıp yıllarca bunun kavgasını sürdürmüş ve sonunda iddialarının tam aksine tekabül etmişlerse, tıpkı onlar gibi bugünün liberal ve demokratları da hayatın her planında iflâs etmiş bir ideolojinin kavgasını vermektedirler.

Dünyada Bir Düzen Yok!

ABD, İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde Birleşik Krallık ve diğer Batılı ortaklarıyla yakın işbirliği içinde Liberal Dünya Düzenini kurdu. Görünen hedef, 30 yıl içinde iki dünya savaşına yol açan şartların bir daha asla ortaya çıkmamasını temin etmekti. Tabiî aslolan ise, liberalizm iddiası arkasına saklanarak yeni bir dünya savaşına ve büyük kayıblara mahâl vermeden dünyayı tahakküm altına almaktı. 

Barışı temin (Birleşmiş Milletler), iktisadî kalkınma (Dünya Bankası), ticaret ve yatırım için (Milletlerarası Para Fonu ve yıllar sonra Dünya Ticaret Örgütü’ne dönüşecek yapının temelleri atıldı) çeşitli milletlerarası müesseseler ihdas edildi. 

Bütün bunlar ve daha fazlası, saldırganlığı caydırmak üzere ABD’nin iktisadî ve askerî gücü, Avrupa ve Asya’ya uzanan müstemleke ağı ve nükleer silahlarla desteklendi. Yani liberal dünya düzeni, demokrasiyi kucaklayan ideallere değil, kendi iddialarının aksine kaba kuvvet temelleri üzerine bina edildi. 

Liberal Dünya Düzeni’ni ayakta tutan diyalektik münasebetin zıt kutbunu teşkil eden SSCB çöküp, liberalizm dünya üzerinde bir başına kalınca görüldü ki; bu nizâmın Soğuk Savaş dışında insanlığa söyleyebileceği ve verebileceği bir şey yoktu.

Liberalizm ve demokrasinin genel kabul görmüş hâlinin neticesinde hasıl olan hazcı zihniyet dolayısıyla Batı dünyası artık çoğalmıyor, yaşlanıyor. Demografide meydana gelen bu tahribat da bir dizi zincirleme reaksiyona sebeb oluyor; gittikçe artan popülizm, iş imkânlarının giderek daralması, şartlar iyiyken kimsenin farkında bile olmadığı göçün problem hâlini alması, gelirlerin yerinde sayması ve tüm bunlara karşılık olarak her geçen gün Faşizm ve Nazizm’in sanki mevcut olanın bir alternatifiymiş gibi daha fazla taraftar toplaması… Yani, Komünizmden sonra bir antitez daha müntehasında zıddına tekabül ediyor.

Türkiye, Rusya, Çin gibi ülkeler süratle kendi özlerine dönerken, artık bütün bir dünya düzeninden bahsetmek her geçen gün daha fazla imkânsızlaşıyor. Her biri nev’i şahsına münhasır mahallî düzenlerin -veya en azından şimdilik Ortadoğu’da gözlenen düzensizliklerin- ortaya çıkışına şahitlik ediyoruz. 

Korumacılık yükselişte. Anlaşmazlıklar ve ambargolar liberal düzenin temelini teşkil eden serbest piyasa ekonomisini tehdit ediyor. 

Dünya kamu düzeninin iflâsı ise başlı başına bir mesele. Rusya Kırım’ı ilhak ederken, Avrupa’nın sınırlarını değiştirmek için silahlı gücünü kullanarak milletlerarası münasebetlerin en temel prensibini ihlâl etmekten çekinmedi; keza 2016 ABD başkanlık seçimlerine tesir etme çabasıyla Amerikan hâkimiyetini çiğnedi. Kuzey Kore nükleer silahların yayılmasını engellemeye dönük güçlü milletlerarası uzlaşmayı deldi geçti. ABD istihbarat örgütlerinin birinin başında bulunan Fetullah Gülen tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru siyasî iktidarına yönelik bir darbe teşebbüsünde bulunuldu. Suriye ve Yemen’de yaşanan insanlık dramı ise hâlen bir film gibi izlenmekte; Esad rejiminin kimyevî silah kullanması BM için vaka-i adiyeden sayıldı. Çin’in mahvettiği Müslüman Uygurlar ise birkaç gazetenin manşetini süslemekten öte kimsenin umurunda bile olmadı. Rusya’nın Ukrayna’yı topyekûn işgaline yönelik Amerika ve İngiltere’nin yüksek perdeden desteği arkasında Batı alemi sanki bir araya gelmiş gibi görünse de, özellikle Avrupa, Amerika’nın zorlamaları dışında “ayranım dökülmesin” siyasetinden çıkamadı.

Biraz evvel dediğimiz üzere, Liberal Dünya Düzeni demokrasileri kucaklayarak değil, ABD’nin iktisadî ve askerî kaba kuvvetine dayanarak ayakta duruyordu. Donald Trump’ın iktidarı döneminde bu desteğin az biraz geri çekilmesiyle düzen komaya girdi. Joe Biden’ın iktidara gelmesiyle ölüm döşeğindeki düzene yeniden destek verilmeye çalışılıyorsa da yapılanların neticesi ölüm döşeğindeki hastaya aspirin vermekten ileri gitmiyor. 

Soğuk Savaş Değil, Fetret Devri

Fetret kelimesinin bir mânâsı da, hükûmet gücünün gevşediği bir yerde yeniden nizam tesis edilinceye dek geçen süredir. Bugün, Batılı ülkeler ile Rusya arasında Ukrayna üzerinde yaşanan gerilim için Soğuk Savaş değil de “fetret devri” tanımlaması daha uygun düşer. Çünkü dünya kamu düzeni alabildiğine gevşemiş, düzensizlik almış başını yürümüş, tüm yaptırım ve prensipler işlevini yitirmiş vaziyette. Amerika’ya alternatif olarak öne sürülen Rusya ve Çin’in ise fert ve toplumdan başlayarak milletlerarası münasebetlere dek insanlığın meselelerine getirdiği yeni bir çözüm teklifi yok.

Görünen o ki, biz Müslümanlar Mutlak Fikir’i ve ona muhatab anlayış sisteminin nizâmı olan Başyücelik Devleti’ni hâkim kılıncaya dek bu devir sürecek... 

Arnold Toynbee, yıllar evvel denenmemiş tek nizam olarak İslâm’a dikkat çekerken, herhâlde bugünü kastediyordu. O dönemin önde gelen Batılı tefekkür adamlarının neredeyse tamamı silahlar sustuğu zaman bu düzenin söyleyecek bir şeyi olmadığını biliyor, peşin peşin Batı’nın çöküşünü konuşuyorlardı. Öyle de oldu.

Türkiye

Müslüman milletlerin iktidarlarını İsrail’in çevresinde toplayacak, Suriye ve Irak’ta Türkiye’nin İslâm âleminin geri kalanına erişimini kesmek adına Kürt ve Şiî hilâli tertib edecek, FETÖ üzerinden gerçekleştirecekleri askerî darbe ile Türkiye’yi tamamen teslim alacak ve bizi bir daha geri dönmemek üzere tarih sahnesinden sileceklerdi.

Türkiye’nin ise kendisine karşı tesis edilmek istenen bu birliğe ve plana karşı izlediği siyaset oldukça açık oldu. 

Katar ablukasının askerî bir darbe ile muvaffak olmasının önünü kesmek için orada askerî bir üs kurdu. 

Amerikan Başkanı Donald Trump’ın Kudüs kararının hemen sonrasında, İslâm İşbirliği Teşkilâtını Kudüs gündemiyle topladı. Bu toplantıda alınan kararla BM’ye giderek, burada Amerika ve İsrail’in çaresiz yalnızlığını bütün dünyaya ilân etti. Müslümanların gündeminin birinci sırasından ihtilâf hâlinde oldukları Suriye’yi çıkartıp, onun yerine ittihat hâlinde olduğumuz Kudüs’ü yerleştirdi. 

Savakin adasını Sudan’dan 99 yıllığına kiralayarak Arab gölü olarak anılan Kızıldeniz’in durgun sularını karıştıracak taşı atarken, Somali ile de münasebetleri genişleterek, Kızıldeniz sahilindeki genişlemesine en müsait alanı parsellemiş oldu.

Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ın Rum kesiminden alınan icazete dayanarak global sermayenin yaptığı sondaj çalışmalarına Türkiye müsaade etmedi. Türk donanması, global sermaye adına gardiyanlık etmeye kalkan birçok ülke donanmasını bu bölgeden sürmesini bildi. 

Suriye’de ise çıkarına aykırı olarak gördüğü PKK-PYD yayılmasına karşı üst üste üç harekât düzenledi ve her ikisinde de muvaffak olmasını bildi.

Türkiye’nin kendisine karşı kurulan bütün bu oyunları bozmasının neticesi ise ABD ordusu tarafından bizzat dört bir tarafımızdan kuşatılmak oldu.

Şimdi, Yeni Dünya Düzeni

Dünya düzeni fetret devrine girdi ve yeni bir nizam tesis edilinceye dek bu süreç devam edecek. Bu süreçte savaşlar da olacak, anlaşmalar da... Robert Kaplan diyor ki: “Liberal demokrasinin insanlığın siyasî gelişiminde son söz olduğunu varsaymamalıyız. Muzaffer çıkacak sistem, içeride vatandaşlarına çok daha fazla haysiyet/onur sunan ve dışarıda kendisine tâbi ve müttefik olanlara daha fazla ümit vaat eden sistem olacaktır.

Evet, “yaşanmaya değer hayat nerede” sorusuna verilecek cevab, yeni düzenden esas beklenenin ne olduğunu da bize söylemiş oluyor.

Bizim için esas ehemmiyetli olan husus ise şudur ki, dünya düzenini içinde bulunduğu fetret devrinden çıkartacak yegâne nizam nimetini Allah bu topraklara lütfetti. Büyük Doğu-İbda’nın Başyücelik Devleti modeli ve nizâmı, bugün dünyanın beklediği “yaşanmaya değer hayat”ı gaye edinen, insana insanlık haysiyeti ve onurunu yeniden iade edecek, cihanşümûl düzeni ihtiva ediyor.

Allah’ın, cereyan eden her hadise üzerindeki mutlak rolünü kabul eden ve tanıyan iman sahibleri de tasdik edeceklerdir ki, bu sürecin sonu muhakkak İslâm’ın hâkimiyet devresine çıkacaktır. 

Aylık Baran 12. Sayı Şubat 2023