İyiliği emretmeye ve kötülükten men etmeye inanıyoruz; ama gözlerimizin önünde çoğalan bencillik, adaletsizlik ve kayıtsızlık karşısında, bu değerleri nasıl yaşatacağımız hâlâ insanlığın en kadim sorularından biridir: “Kötülüğün güçlü göründüğü bir toplumda bu inancımızı nasıl canlı tutacağız?
Zamanımız, yardımlaşma ve dayanışma cesaretinin yitirildiği bir dönem. Çoğu kişi, talep dile getirilmeden geri çekiliyor; bu tavır, yalnızca kötülükle anılanlarda değil, erdemin savunucusu olduğunu düşünenlerde de görülüyor. İnsanlar kendi çıkarlarını büyütmeyi bir yol olarak görürken, doğruluk taşıyan bireyler bocalıyor.
Geçtiğimiz günlerde oğlumla yürüyüşe çıktık. Sohbetimiz hayatın ve insan doğasının sorularına ve onun sıkıntılarına yöneldi. Oğlum, “Bu çağda ayakta kalabilmek için bazen kötü olmak gerekiyor. Yardımseverlik artık zayıflık gibi görülüyor,” dedi. Kısa süre önce eşi ölen çocuklarının yalnız bıraktığı yaşlı komşumuzla karşılaştık. Oğlum tereddüt etmeden yanına gidip hâlini hatırını sordu; kadının gözleri doldu ve, “Sizin gibi komşularım olduğu için çok mutluyum,” dedi. Oğlum gülümseyerek, “Her zaman yanınızdayız,” diye yanıtladı. Bu küçük eylem, doğru olanın yalnızca başkalarını değil, ruhumuzu da beslediğini gösteriyordu.
Doğru olanı seçmek, yalnızca başkasına değil, onun ruhunun da ödül merkezini harekete geçirip mutlu olmasını sağlıyordu. Endişeleri, yalnızca toplumsal dayatmalardan kaynaklanıyordu. Fıtratının erdemleri, toplumun bazı kesimleriyle çelişse de, ruhu hem kendi erdemlerini hem de başkalarını koruma refleksi geliştiriyordu. İşte çocuklarımızın anne-baba desteğine en çok ihtiyaç duydukları dönemeçlerden biri de burasıdır. Kimi zaman kendi ruhumuz da bu desteğe gereksinim duyar. Toplumun ve çevrenin zorluklarına rağmen, fıtratımızı gerçekleştirmek ve iyiliği yaşatmak, bazı zamanlarda kararlılık gerektirir.
Kötülüğün güçlü göründüğü yerde bile iyiliğin derin bir güç olduğunu göstermek gerekir. Sokrates’in dediği gibi, kötülük, iyiliğin bilgisizliğinden doğar. Çocuğa erdemin değerini öğretmek, onu safdilli değil, bilinçli bir direnişçi hâline getirir.
Toplum çoğu kez güçlü olanın yanında durur; biz ise gücü başkasını ezmek için değil, ayağa kaldırmak için kullanmayı göstermeliyiz. Çocuğa verilecek mesaj açıktır: “Sen de güçlü olabilirsin, ama gücün başkasını ve ruhunu ve çevreni ve değer yargılarını inancını desteklemek için olmalı.” İyilik, pasiflik veya güçsüzlük değil; bilinçli ve aktif bir duruştur.
Doğruyu seçmek, insan için en zorlu imtihanlardan biridir. Çünkü erdem, kolay olana yönelmekte değil, zoru göze almakta gizlidir.
Nitekim En’âm Sûresi 116. ayet bize bu gerçeği hatırlatır: “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.”
Çoğunluğa uymak insana geçici konfor sağlasa da kendi yolunu korumak gerçek cesaret ister. Ruh, akıl, irade ve arzunun bir terkibidir; bu unsurlar uyum içinde olduğunda adalet doğar. Fakat arzu, akıl ve iradeyi esir aldığında yozlaşma kaçınılmazdır. Bugün yaşadığımız toplumsal manzara da işte bu dengesizliğin aynadaki yansımasından başka bir şey değildir.
İyilik, başkasının sorumluluğunu üstlenmek değil; hakkaniyetle paylaşmaktır. Aristoteles, erdemi aşırılıklar arasında denge olarak tanımlar; cesaret, korkaklık ile delice cesaret arasında orta noktadır. Erdem, tekrar eden davranışlarla alışkanlığa dönüşür. Bizler, çocuklarımıza model olduğumuzda, onların karakterine yön veririz.
Toplum erdemi başkasından beklerken, biz kendi kalbimizde başlatmalıyız. Saflık dışlanabilir, ama onurlu saflık en büyük dirençtir. Çocuğa verebileceğimiz en değerli miras: “Doğruyu yaptığında ezilmeyeceksin; aksine en sağlam şekilde ayakta kalacaksın.”
İyi olmak yalnızca bir davranış değil; niyetle başlayan ve zamanla karakterimize işleyen bir yolculuktur. Küçük yaşlardan itibaren gözlemlediğimiz erdemli eylemler, ruhumuzda tutunma ihtiyacı yaratır; tıpkı nefes almak gibi, ruh buna alışır. İnsan doğruyu tercih ettiğinde yalnızca başkalarına değil, kendisine de değer katar; içsel gücü artar, vicdanı derinleşir. Belki de insanlığın en kalıcı ve değerli mirası, bu karakterli duruşun nesiller boyunca sürdürülmesidir.
Aylık Baran Dergisi 44. Sayı Ekim 2025