Türkiye’nin enerji vizyonu, savunma sanayiindeki mühendislik birikiminin nükleer alana taşınmasıyla yeni bir safhaya giriyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, Baykar’ın küçük modüler reaktör (SMR) geliştiren şirketler arasına resmen katıldığını açıklayarak, Türk savunma sanayii şirketinin 40 megavatlık bir SMR ünitesi üzerinde çalıştığını doğruladı.
Bu çalışma Türkiye’nin 2050 stratejisinde nükleer enerjinin giderek büyüyen rolünü güçlendiriyor. Hükümet, uzun vadede 12 büyük ölçekli nükleer santral kurmayı, elektrik üretiminin yüzde 10–15’ini nükleerden elde etmeyi ve yeni nesil kompakt reaktörlerle 5 bin megavatlık SMR kapasitesi oluşturmayı hedefliyor.
Bu kapsamda özel sektörün de SMR geliştirebilmesini sağlayacak yeni bir nükleer yasa tasarısı hazırlanırken, Ar-Ge yatırımlarını destekleyici teşvik mekanizmalarının devreye alınacağı belirtiliyor. Baykar Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar da nükleer teknolojilerin Türkiye için stratejik zorunluluk hâline geldiğini vurgulayarak, bağımsız bir nükleer kapasitenin ancak binlerce mühendisin yetiştirilmesiyle mümkün olacağını ifade etmişti.
Savunma sanayii uzmanı Yusuf Akbaba, X paylaşımlarında Baykar’ın bu alandaki hazırlık sürecine ilişkin, şirketin SMR çalışmalarının uzun soluklu bir stratejik yatırım olduğuna vurgu yaptı. Akbaba, “Bu tür projeler kısa vadede geri dönüş sağlamaz; ama Baykar buna rağmen yatırımdan geri durmuyor. Nükleer alanda da benzer bir tablo söz konusu” değerlendirmesini yaptı.
''Uzay alanına yaklaşık 2 milyar dolar yatırım yaptık''
Akbaba’nın aktardığına göre Bayraktar, “Uzay alanına yaklaşık 2 milyar dolar yatırım yaptık. Ne kadar hesaplama yaparsak yapalım, 13 yıldan önce yatırım geri dönüşü görünmüyor” ifadelerini kullandı.
Baykar’ın SMR alanındaki çalışması, şirketin savunmadan uzaya ve şimdi de enerji üretimine uzanan yeni bir teknoloji hattı oluşturduğuna işaret ederken, Türkiye toryum tabanlı reaktör sistemleri de dâhil olmak üzere farklı SMR modellerini incelemeyi sürdürüyor. Toryum rezervleri bakımından zengin olan Türkiye’nin bu kaynağı gelecekte enerji üretiminde stratejik bir avantaja dönüştürme potansiyeli bulunuyor. Küçük modüler reaktörler henüz dünya genelinde deneysel aşamada olsa da, düşük maliyet, yüksek güvenlik ve hızlı kurulum imkânı sayesinde geleceğin nükleer teknolojisi olarak değerlendiriliyor.
Yeni bir dönemin başlangıcı
Baykar’ın nükleer enerji alanına yönelmesinin özellikle uzun menzil, yüksek enerji yoğunluğu ve kesintisiz güç gerektiren sistemlerde çarpan etkisi oluşturması bekleniyor. Küçük nükleer reaktörlerin; insansız hava araçlarında enerji sürekliliği, yeni nesil savunma platformlarında güç ihtiyaçlarının karşılanması ve Baykar’ın büyüyen uzay programında — yörünge araçlarından derin uzay görevlerine kadar — kritik bir rol üstlenebileceği değerlendiriliyor.
Baykar bunları yaparken diğer büyük şirketler ne yapıyor?
Baykar’ın iki yıl gibi kısa bir sürede nükleer enerji dâhil yüksek teknoloji alanlarına girmesi, uzay programına milyarlarca dolarlık yatırım yapması ve savunma sanayiini yerli-millî bir ölçeğe taşıması; ülkenin en büyük iki sermaye grubunun (Koç ve Sabancı) yarım asırlık performansını yeniden sorgulatıyor.
Sabancı ve Koç gibi dev holdingler, Türkiye’nin sanayi omurgasını oluşturacak stratejik alanlarda hiçbir zaman gerçek bir risk üstlenmedi. Ülkenin kaynaklarını, limanlarını, enerjisini ve altyapısını sonuna kadar kullanmalarına ve sömürmelerine rağmen, dünya ölçeğinde iddia sahibi bir yerli teknoloji ya da özgün bir üretim ortaya koyamadılar.
Yarım yüzyıldır bulundukları konumun sağladığı imkânları, memleketin ihtiyaç duyduğu teknoloji girişimlerine yönlendirmek yerine, garantili kâr getiren bankacılık, perakende, sigorta, enerji dağıtım, marina işletmeciliği gibi sektörleri tercih ettiler.
Bu durum, Türkiye neden kendi dev sanayi şirketlerini çıkaramadı sorusunun cevabını kendi içinde taşıyor. Bir tarafta Baykar gibi 20 yılda sıfırdan dünya ölçeğine taşınan bir girişim; diğer tarafta onlarca yıldır ülkenin en büyük imkânlarına sahip olup buna rağmen herhangi bir stratejik yerli üretim geliştirmeyen iki büyük holding…
Türkiye’nin gecikmişliği, büyük ölçüde bu yapılar tarafından riskten kaçınılan, kolay kârlı işlere yaslanan ve ülkeyi katma değerli üretim yerine ithalata bağımlı tutan ideolojik tercihlerin bir sonucudur. Baykar’ın bugün birkaç yılda yaptığını bu iki holding on yıllar boyunca yapamadı ve yapmadı; çünkü hiçbir dönem, ülkenin kaderini değiştirecek bir teknoloji iradesi ortaya koymayı göze almadılar ve kendilerini buraya ait görmediler.





