Karın tokluğu tasavvur etmemizi engelliyor. Şimdi Gazze’de iki yıldır bir “savaş” yaşandığından bahsediliyor. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki yayın organları hummalı bir hâlde keselerini doldurmak için haber pompalıyor. “Zaten öldürüleceğim, öyleyse karşılık vermeliyim!” Bu refleksi köşeye sıkıştırılmış bir yavru kedi bile verebiliyor. Savaş karşılıklı cereyan etmesi gereken bir hâdisedir. Olan savaş değil, soykırım.
“Çocukluk anıları ruhumu canlandırır ve yüceltir; benim için en güzel zevk kaynağıdır” diyor Lev Tolstoy. Hemencecik ilklerin yaşandığı birkaç enstantane beliriyor zihnimde. Ajanstan haberler düşüyor; İsrail’in kıtlığı dayattığı Gazze’de son 24 saatte şu kadar çocuk daha açlıktan öldü, bu kadar kişi saldırılarda katledildi. 7 yaşındaki Gazzeli Meryem Fakih, annesinin ona hasbelkader bir köşeden bulduğu meyve boyama kitabındaki bir resmi renklendiremiyor. Küçük Meryem, ananası tanımıyor. “Ne renk bu?” diye soruyor annesine. Cevap geliyor: “Sarı.” Annesi, çocuğunun iki yılda yiyeceklerin hem rengini hem şeklini unuttuğunu beyan ediyor.
Köhne düzenin müesseselerinden UNICEF açıklama yapıyor; 50 binden fazla çocuk Gazze’de öldü. 2 milyon nüfuslu Gazze’de yarım milyon insan kıtlık ile cebelleşiyor. Meryem’in ailesi çocuğunun karnını doyurabilmek için kendi milletinden olan insanlarla yarışmak zorunda kalıyor. Her sabah ellerindeki plastik şişeler, yamalı kova ve kaplarla bir bardak su için kolları sıvıyorlar. Dünya basını vuku bulan hâdiselerden bahsederken asıl suçlunun, İsrail’in adını kasıtlı olarak vermiyor; sanki Gazzelilerin başına gelenler müstahakmış, lanetlenmişler gibi söz ediyorlar. İnsancıklar için de bu böyle… Gazze’den bahsetmek “bayağı” bir şeymiş gibi havalar estiriliyor.
Meryem’in ablası Fida, bazen kardeşinin en sevdiği şarkıyı mırıldanıyor; unutmasın diye değil tabiî. Birazcık mutlu olmanın nasıl bir şey olduğunu hatırlasın diye. Ablası, kardeşinin susuzluk sebebiyle vücudunda oluşan kızarıklıkları kaşıyıp yaraya dönüştürmemesi için telkinlerde bulunuyor.
Birkaç “kader mahkûmu” arkadaş Meryem ve Fida ile buluşuyor, savaş artığı araba lastikleriyle uğraşıp kendileri icat ettiği oyunu oynuyorlar. Kısa sürüyor, semâdan motorların uğultusu duyulmaya başladığında Meryem annesine sokuluyor. Ses yaklaştıkça korkusu da artıyor. Annesine sımsıkı sarılıyor. Annesine sarılırsa, ölümün sesi kaybolur sanıyor zavallı.
Yeryüzü Gazzeli çocuklara sahip çıkma vazifesini yerine getiremedi; Allah bunun hesabını sormayacak mı? Şayet bir çocuk, bir meyvenin rengini unutuyorsa, dünya neden siyah beyaza bürünmesin ki?
Kaynak: Baran Haber barandergisi.net