Hazret-i Ali söylüyor: "Hakikati öğren, sonra söyleyeni öğrenirsin!"... Bizim rüyasını gördüğümüz dünyada yaşayan insanlar da meselesiz olmayacak. Tam tersi; insan kafasını fare kafasından ayırıcı tek haysiyet, fikir haysiyetinin sahibi olarak, yaşanmaya değer hayat içinde “gerçek mesele”nin meseleli insanları olacaklardır... Bu, bizim aynı uğurda vazifemiz ve onlara temin ettiğimiz iklim; malzeme olacak... Bilmem, insan kendi kendisi için problem olarak görmeyen düzen ve rejim plânına geçme iddialı felsefi sistemlerin, (ki, insanı kendi için problem olarak görenler, düzen ve rejim plânına geçme iddialı değil!) geçmişi kendi bulundukları noktaya gelen yol ve kendilerini "son" ilân edişlerindeki yanlışını, bu yanlışa iten sebebi hissettirebiliyor muyum?.. Bunlar insanın meselesini güyâ kendi sistemlerinde bitiriyorlar. Oysa her içtimaî sistem, belirli bir zamanda kendini empoze eden ihtiyaca çözüm getirme çabasının ürünüdür ki, çözüm için kendini teklif eden sebeplerin sentezi hâlinde "tarihî bir yeri vardır...Bu bir tesbittir... Ancak aptal bir ileri-geri lafını tekerleyenlerden olmadığımız için hemen belirteyim ki, biz tarih boyunca gelmiş bütün fikirleri "Mutlak Fikre" nisbetle değerlendiririz, derecelendiririz; imân edenler, inkâr edenler... Evet; insan meselelerinin kendinde bittiğini söyleyemezler, çünkü "Mutlak" değiller. Eğer bitmiyorsa ve insan arayışlarında kendileri son değilse, kendilerinden sonraki ne?.. Kendilerinden sonra da bir felsefi sistem çıkacağını kabul ediyorlarsa, buna kendi yanlışları sebep olacağı için, kendi doğru olmayışlarının itirafıdır ki, zaten bu durumda da kendilerini ortaya koymamaları lâzım.

Benim sana verdiğim, son noktada senin kullanacağın malzeme, demiştim... Bu eğer yerini buluyorsa, "dava" ileriye doğru inkılâp ediyor demektir. Burada, davanın gereğini yerine getirmek isteyen "müstesna" gençlere tek tek ihtar edeceğim üç husus var; sizi tehdit eden üç tehlike...

Birincisi: Senin acizliğinden çok, hava biraz rutubetlenince ateş alma istidadını büsbütün kaybeden fikir alâkası pörsüklüğünden ve yokluğundan kaynaklanacak olumsuz şartlarda, tıpkı içinde bulunduğumuz durumdaki şartlarda, bir köşede pörsümek tehlikesine karşı dikkatli olacaksın. Asında fikir ve dava adamı, devri daim makinesi gibi, kendi heyecanının kendi üretebilendir; etrafın ve şartların iteklediği, sonra pörsüyüp giden değil... “Son nefeste nasıl olacaksanız öyle davranın!” ölçüsünden hisse kapmalı ve fevkalâde hâllerin yüklediği fedakârlığı, ileride telâfi edilemez boşlukların doldurulması hâlinde, bugünden yaşamalı. Ne olursa olsun, tutmuş olduğun mânâ mevziini terk etmeyeceksin; tâ ki isteklileri seni bulsun. Şimdi pörsüyenler, heyecanlarının tazelendiği, şartların onları ittiği ânlarda, yön bulduran kutup yıldızı gibi, seni aynı yerde bulsun...

İdeolocya Örgüsü'nde İslâm'ın muhabbet telkini dehâsı, kendini sevdirmek isteyen bir kadının tavır ve hareket dehâsını geçmelidir!" diye bir cümlem var; sadece dava vecdini taşıyanların anlayacakları...

Bir misâl de Napolyon'dan; Elbe adasına sürgün olarak gönderilirken, geçtiği köylerde tanınmamak veya yol üzerindeki beş-on köylünün hakaretamiz tavrına maruz kaldığı veya kalmamak için, arabacıyla yer değiştiriyor; arabacının yerinde 0, onun yerinde arabacı. Büzülmüş ve gururundan, haysiyetinden geçmiş bir Napolyon. Sonra malûm, Elbe adasından kaçış ve üzerine gelen koca orduyu teslim alış; ne korkunç bir gözükaralık ve aksiyon vecdi. Hedef bilindikten ve belirlendikten sonra, insan oraya giden yolda adeta akan su gibi olmalı; her zerresiyle... İşte, tuttuğun mevzii terk etmemek için alman ve çevreye sıçratman gereken pay!.. Ne yap yap, korunacağın veya fedakârlık yapacağın şeylerin, hedef uğrunda olduğunu bil. Burada korunma lafından, kendi nefsini korumayı anlayan uyuz ve alçakları kastetmediğimi söylemeye bile değmez; nefsine nohut tanesi kadar yük yükleyemeyen, fedakârlık mizacından paysızlar.... Ölçüyü biliyorsun; "İllet, kıllet ve zillet, müminden eksik olmaz!"... Ne mutlu onlara ki, davanın haysiyeti için her şart altında fedakârlarını sürdürüyorlar. Yukarıda da söylediğim gibi, cephede mevzi tutmayanların dava haysiyetleri yok ki, bu uğurda vazgeçtikleri haysiyetleri olsun...

Sizi bekleyen tehlikelerin ikincisi... Fikir piliçliklerine bakmadan bir taş üzerine çıkıp baba horoz taklidi yapmaya yeltenenler gibi, olmadan olmuş görünme, daha da kötüsü, çevrenin sizi öyle kabul etmesi ve sizin bundan doygunluğa kapılmanız. Muhatabınız ve ölçünüz çevre değil, hep "olmanız gereken" ve daha ileri basamaklar olmalı.

Neleri bildiğinizi değil, yaptığın1z işde neleri bilmediğinizi bilmek ve aramak borcu. İşte bu bakımdan, senin fikirde alelâdeyi aşma ve günübirlik lâflar yerine meseleleri temelden kucaklama cehdin, sana aldırdığı mesafe bakımından doğru...

Geldik üçüncü tehlikeye: Zamanı israf etmeme şuuru... Zaman, öldürmenin değil, yaşatmanın zemini... Hemen olacakmış ve şu ânı değerlendiremezsen olmayacakmış gibi, içinde bulunduğun ânı değerlendirme, hiç olmazsa değerlendirememiş olmanın sancısını duyma şuuruyla, yavaş yavaş, kıvamını bula bula, hazmede hazmede, sıra ile oluş

prensibi... Bizim şipşak fotoğrafçılıkla alâkamız yok!..

Şayet şartlar değişmeseydi, dışından gördüğü makineyi yapmaya çalışan çocuk gibi, toy heyecanlar sözümün birinci kısmını, hiçbir heyecanı kalmamış kart pörsükler de ikinci kısmını birbirine karşı kullanacak, ikisi de ne dediğimi anlamayacaktı...

İnsan olma memuriyeti

Her insana, yaptığı her işi yüce bir "vazife" duygusuyla yaptıracak ve yerken, içerken, uyurken, çalışırken, öğrenirken, düşünürken, hatta nefes alırken, "bütün bunlar niçin?" sorusunun cevabını veren "Mutlak Fikir" şartı anlaşılmadıkça, bu hakikatin dışında kalan manaya uzak cehennem hayatı, cehenneme giden yol olarak yaşanacaktır...

İnsan olma memuriyeti... Burada sana anlattığım şey, benim yerine getirdiğim bir vazife; benim yaptığım. Yırtınıyorum, çırpınıyorum, yapmak istiyorum, yetiştirmek istiyorum; bütün bunlar yapmam gerekenler. Başarmak isteğinin de içinde olacağı bir incelikle söylersem;

başarmak değil, affa mazhar olmak için... Anlamak lâzım; başarıyı verip vermeme Allah’ın bileceği iş... Ve bütün mesele, O'nun rızasına uygun hareket edebilmede... Çile çekeceksin, yırtınacaksın, dövüneceksin, ağlayacaksın, başarmak isteyeceksin; Allah'ın rızasına uygunluk ve affa mazhar olma isteğiyle... Mânâ dolandırıcılığına işaretimi de anladın değil mi?.. Kaderle amel meselesi...

Başarı "Başarı Allah'tandır" mutlak doğrusunu kendi çilesizlik nasibinin mazereti olarak kullanan ve kaderin bir tedbir değil takdir, amel değil itikad mevzuu olduğunu anlamayanları..."

Necip Fazılla Başbaşa - Salih Mirzabeyoğlu