Ukrayna meselesi, Batı’nın kendi eliyle açtığı bir bataklık haline geldi. Avrupa Birliği, ABD’nin stratejik çizgisine bütünüyle bağımlı kalarak kendi kapasitesinin çok üzerinde bir yükün altına girdi. Washington oyunun kurallarını belirleyen taraf olurken, Brüksel ödemeci rolünü üstlenmek zorunda bırakıldı. ABD, bu kriz üzerinden Avrupa’yı daha fazla kendine bağladı; Avrupa’nın kendi adına hareket etme kabiliyeti tamamen ortadan kalktı. NATO’nun “güvenlik garantisi” söylemleri ve Fransa’nın öne çıkardığı “gönüllüler koalisyonu” girişimleri, Avrupa’daki dağınıklığı gizleme çabasından öteye geçemiyor. Yüksek perdeden dile getirilen bu ifadeler, sahadaki yetersizlik ve iradesizlik gerçeğini örtmeye yetmiyor. Netice itibarıyla Avrupa, kendi halkına ağır bir ekonomik ve sosyal fatura keserken, stratejik iradesini Washington’un vesayetine terk etmiş durumda.
Fransa ve İngiltere gönüllü bir askerî güçten söz ederek kendilerini öne çıkarırken, Almanya net bir plan olmadığını açıkça ilan ediyor, İtalya ise meseleden tamamen uzak durmayı tercih ediyor. Bu durum Batı’nın en büyük iddiası olan birlik görüntüsünü daha başlangıçta yerle bir ediyor. NATO’nun yüksek perdeden yapılan açıklamalarına rağmen sahada kara unsuru gönderecek irade yok. İttifakın sözleri çok, ama fiilî adımları boş. ABD ise askeri yükü doğrudan üstlenmekten kaçınarak, yalnızca istihbarat, hava savunması ve finansman desteğiyle geriden liderlik ediyor. Bu yöntem Washington’un risk almadan oyunu yönlendirmesini sağlarken, yükün tamamı Avrupa’nın üzerine yıkılıyor. Böylece kıta, kendi halklarını yoran, ekonomilerini çökerten ve sanayi üretimini felce uğratan bir faturayla baş başa kalıyor. Avrupa’nın iç siyasetinde yükselen huzursuzluk, meydanlarda artan Ukrayna karşıtı sesler ve ekonomik göstergelerdeki sert bozulma, bu fahiş hatanın somut neticesi olarak giderek daha fazla belirginleşiyor.
Enerji bağımlılığının kesilmesi ve Rusya ile köprülerin yakılması, Avrupa’yı en kırılgan yerinden vurdu. Almanya başta olmak üzere kıtanın sanayi omurgası ağır darbe aldı, üretim maliyetleri katlandı, fabrikalar rekabet gücünü kaybetti. Şirketler, ucuz enerjiye erişimin olduğu başka coğrafyalara üretimlerini kaydırmayı tartışmaya başladı. Enerji dönüşümünün önümüzdeki yıllarda trilyonlarca avroluk ek bir yük getireceği hesaplanıyor. Bu tablo, Avrupa’nın rekabet gücünü zayıflatıyor, büyüme potansiyelini aşağı çekiyor. Halklar artan hayat pahalılığına, işsizlik korkusuna ve refah kaybına sürükleniyor. Toplumlarda Ukrayna yorgunluğu belirginleşirken, siyasî sistemler de içeriden çatırdıyor. Ukrayna’ya abartılı şekilde verilen destek, Avrupa’nın kendi iç dengelerini yıpratıyor ve Batı dünyasında var olan ayrışmaları daha da büyütüyor.
Avrupa, bir yandan NATO söylemleriyle Ukrayna’yı sahipleniyor görüntüsü veriyor; diğer yandan sahada ne siyasi ne de askerî anlamda yekpare bir irade gösterebiliyor. Batı, Ukrayna için yüksek tonda konuşuyor, ama içeride büyüyen krizler ve ekonomik yıkım karşısında tutarlı bir yol haritası üretemiyor. Brüksel, Washington’un çizdiği stratejiye bağımlı kaldıkça kendi karar mekanizmalarını kaybediyor. Ukrayna ise Batı’nın stratejik taşeronu haline getirildi. Kendi topraklarında, kendi halkının kanı üzerinden Batı’nın hesaplarına hizmet eder hale düştü. Bu durum Kiev’i bağımsız bir özne olmaktan çıkardı ve onu Batı’nın çıkarları uğruna tüketilen bir sahaya çevirdi. Sonuç olarak hem Avrupa hem Ukrayna, kendi elleriyle girdikleri bu denklemin altında kalıyor.
Bugün masada dolaşan “güvenlik garantileri” ve “tampon bölge” tartışmaları, Batı içindeki çelişkileri daha görünür hale getiriyor. Kiev, bu önerileri kesin bir dille reddediyor; çünkü bu tür planlar Ukrayna açısından açık bir toprak tavizi anlamına geliyor. Batı’nın bir kısmı sahada geçici çözümler ararken, diğer kısmı siyasi riskleri üstlenmekten kaçınıyor. Ortaya çıkan manzara, ortak iradeden uzak, dağınık ve birbirine zıt önerilerin toplamı. Her ülke kendi kamuoyunun baskısı ve kendi ekonomik kırılganlıkları ölçüsünde pozisyon almaya çalışıyor. Bu durum, Batı’nın stratejik birlik iddiasını çökerterek, Avrupa’yı uluslararası sahnede etkisiz bir aktör konumuna sürüklüyor. Savaş uzadıkça Avrupa, stratejik özne olma iddiasını tamamen kaybediyor ve sadece Washington’un belirlediği çerçevede hareket eden bağımlı bir bölge görüntüsü veriyor.
Ukrayna meselesi artık Batı’nın elinde patlamış bir dosya. Avrupa, ABD’ye bağımlılığının ve Rusya ile gereksiz yere köprüleri yakmasının bedelini ağır bir şekilde ödüyor ve ödeyecek. Sanayi üretimi zayıflamakta, enerji maliyetleri boğucu seviyelere çıkmakta, siyasi dengeler sarsılmakta ve toplumsal huzursuzluk büyümekte. Avrupa toplumları bu yükü taşımıyor; meydanlarda Ukrayna yorgunluğunu haykıran sesler çoğalıyor. ABD ise geriden baskı yaparak Avrupa’yı öne sürüyor. Kendi askerini sahaya sürmeden, kıtanın hem ekonomik hem de siyasi kaynaklarını tüketiyor. NATO, sürekli Ukrayna bataklığına daha fazla saplanmayı teşvik ediyor, her adımda Avrupa’yı daha büyük bir krizin içine çekiyor. Kiev ise Batı’ya kapılmanın sonucunda kendi ülkesini sahada tüketilen bir malzeme haline getirmiş durumda; halkının kanı üzerinden Batı’nın hesaplarını ödemeye zorlanıyor.
Batı’nın kendi eliyle ördüğü denklem bugün kendi üzerine çökmüş durumda. Afganistan’da, Irak’ta ve Ortadoğu’da kurdukları planlar nasıl başarısız olduysa, Ukrayna dosyasında da aynı akıbetle yüzleşiyorlar. Bu savaş ne net bir zafer üretecek ne de Batı’ya stratejik kazanç sağlayacak. Geriye kalan, Avrupa’nın içine düştüğü parçalanmışlık, sanayisinin zayıflaması, siyasi istikrarsızlık ve toplumsal huzursuzluk olacaktır. Ukrayna’nın payına düşen ise harap olmuş topraklar, yıkılmış şehirler, savaş yorgunu bir halk ve Batı’ya tam bağımlı bir devlet yapısıdır. Bu savaş, Batı’ya kazanç değil; ABD’yi ekonomik çıkmaza sürükleyip Rusya ile doğrudan karşı karşıya gelmekten alıkoyan, bu nedenle Avrupa’yı öne süren ve İngiltere’yi de mecburen devreye sokan bir tablo ortaya çıkardı. Yanlış hesapların ve fahiş hataların bedeli hem Batı toplumlarına hem de Ukrayna’ya ödetilen bir çıkmaz hâline geldi.