Faizle mücadelenin en önemli cephesi hem sahada hem teoride faiz hilesiyle de mücadeledir. Zira faiz yasaklandığı anda faiz bağımlıları hileli yollarla yine bu gelire ulaşmaya çalışacaklardır.

1. Faiz birçok anlamda insanlığa, yaratılışa açılmış bir savaştır ve her savaşta olduğu gibi bu savaşta da hile yine başroldedir.

2. Faiz hilesi nedir? Hukuktaki anlamıyla hile, şekil bakımından hukuka uygun, meşru bir işlemi kullanarak yasaklanmış, gayrimeşru sonuçları elde etmektir. Faiz yasaklanmıştır ama hilekâr buna ulaşabilmek için meşru muameleleri kullanır. Alım-satım (bey’) işlemini bir paravan, örtü yaparak faizli işlemi gerçekleştirir. Veya teorik seviyede faizi gerekçelendirirken alım-satımın, kiranın da tıpkı faiz gibi bir işlem olduğunu iddia eder. 

3. Faizin yasak olduğu dönemlerde bu işi sürdürmek isteyenlerin sahada başvurdukları bir yoldur faiz hilesi. Temel mantığı ise şudur: Madem ki krediden gelir etmek yasaktır, o halde elde edilen gelir gayrikredi, kazanç elde edilmesi meşru bir işlemden geliyormuş gibi gösterilerek meşrulaştırılır. Sözleşmeler üzerinden yapılan hileyle faizciler, gelirin kaynağı olarak ticari ortaklık, alım-satım, kira, kambiyoyu gösterirler ama aslında gelirlerinin kaynağı bunlar değil kredidir. Diğer işlemler sadece bir paravandan ibarettir, hayalidir.

4. Mesela Yahudiler faizi aşmak için birçok yola başvurmuşlardır. Talmud’da geçtiği üzere A kişisi B kişisinden 100 birim altın borç ister. B kişisi ise 100 birim altını olmadığını ancak aynı değerde buğdayı olduğunu söyleyerek diğerine buğday verir. Sonra ise bu buğdayı 96 birim altın karşılığı geri alır. Her ne kadar bu işlem görünüşte bir satış olarak gözükse de aslında A kişisi 96 birim altın borç alıp B kişisine yüzde 4’ten fazla bir faizle 100 birim altın borçlanmış olur. Mohatra veya barata olarak adlandırılan bu çifte satış sözleşmesi uzun yüzyıllar boyunca Avrupa’da faiz yasağını aşmak için kullanılır. Alım-satım yapıyormuş gibi gözüküp aslında krediden gelir elde edilir.

5.  Benzer hileler Müslümanlar (ine satışı) ve Hristiyanlar (üçlü/Alman sözleşmesi)  tarafından da uygulanmıştır. Bu işlemlerdeki de temel mantık hep aynıdır. İşlem bir alım-satım, ticari bir ortaklıkmış gibi gösterilir ancak gerçekte kredidir. Elde edilen menfaatin kaynağı borçtur.

6.    Hileli işlemlerin en meşhurlarından biri de yine bugün dahi İsrail bankalarında faize alternatif olarak sunulan Heter İska’dır. Görünüşte ticari bir ortaklık işlemi olup gerçekten ise faizli kredi işlemi olan Heter İska şu şekilde işler: İki kişi görünüşte ticari bir ortaklığa girer ve sermayedar olan (aslında mukriz) belirli bir miktar bir kâr karşılığında olası kârdan vazgeçtiğini bildirir. Böylece işlem sonunda anaparasını geri alır, bir miktar da kâr elde etmiş olur. Elbette bunun faiz olacağı açıktır zira ortaklıkta zarara da ortak olunması gerekir. Sözleşmeyi icat edenler bunun yolunu da şu şekilde bulurlar: Zararın olduğuna dair iki şahit gerekmektedir aksi halde bu ticarette kâr edildiği varsayılır. Ancak mukriz öyle iki şahit seçer ki onların şahitliklerini dinlemek imkansızdır, dolayısıyla da müstakriz (sözde yatırımcı) tüm zarardan sorumlu duruma düşer zira zarar ispatlanmadığı için her işlemde kâr varmış gibi kabul edilir. Her ne kadar teorik-teknik açıdan mukriz de zarara katılıyor gibi gözükse de sermayenin başına ne gelirse gelsin sorumluluk yatırımcıda olmaktadır. Dolayısıyla bu sözleşme bir ortaklık değil, bir karz işlemidir. Heter İska’nın mevcudiyetiyle birlikte faiz yasağı da Yahudiler arasındaki ticari muamelelerde önemini kaybetmiş olmaktadır.

7.     Hz. Peygamber’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: ‘Yahudilerin irtikab ettikleri şeyleri siz de işlemeyin. Onlar Allah’ın haramlarını en bayağı (aşağılık) hilelerle (edna’l-hiyel) helal kılmaya yeltenmişlerdir.’ 

8.    Maalesef sukuk, murabaha, teverruk gibi işlemleri kendi menfaatlerine göre mânâlandırıp faiz değil de ortaklıktan gelen kar payını dağıttığını iddia eden İslami finans kurumlarından da dünya genelinde buna benzer faiz hilesi kokuları geliyor. Parayı reel bir alım-satımdan, ticari ortaklıktan değil de krediden kazandıkları, kredi pazarında olduklarına dair güçlü işaretler var. Rakip olarak mal tüccarlarını değil, kredi tüccarı olan bankaları görmeleri bile onların gelirlerini mal satışından değil krediden elde ettiğine delalet ediyor. Faiz yasağı esasen krediden gelir elde etme, krediyi ticari bir mala dönüştürme yasağıdır. Aslında sadece bir anektodu aktarmam yeterli olacaktır. Kuveyt Türk Genel Müdürü Ufuk Uyan, katılım bankacılığının duayenlerinden Adnan Büyükdeniz’i hasta yatağında ziyaret eder ve her zamanki gibi Adnan Bey’in şunu sorduğunu aktarır: ‘Bu murabahaların hesabını nasıl vereceğiz?’

9.    Batı’da hile mantığı aynı şekilde konvansiyonel iktisatçılar tarafından teorik seviyede benimsenmiş, sahada yaygınlaşan faiz işlemleri teorik seviyede de interest kavramı üzerinden meşrulaştırılmıştır.

10. Batı’da aslında hileye dayalı faiz öğretisinin en temel kaynağı Yahudiliktir. Tahrif olmuş Tevrat’taki Yahudi olmayandan faiz alınmasına verilen izin uzun yüzyıllar sürecek faiz hilelerinin de mantığını oluşturur.

11.  Tevrat’ın beşinci kitabı Tesniye 23:20-21’deki pasajda, gayrikarz/gayrikredi bir faktör (borç alan kişinin etnik-dini kimliği) üzerinden faiz işlemi meşrulaştırılır. Bu faizin mutlak olarak yasak olmadığı ve faizin meşru olduğu durumlar olduğu şeklinde yorumlanacaktır.

12.  ‘Kardeşine – [ister] para faizi, [ister] yiyecek faizi, [isterse de normalde karşılığında] faiz alınan [başka] herhangi bir şeyin faizi (neşeh) [olsun] – faiz verme (naşah). Yabancıya (nokri) faiz verebilirsin (naşah), ama kardeşine faiz veremezsin (naşah).

13.  Faiz alınabilecek yabancının kim olduğuna dair, özellikle Hristiyan dünyada yoğun tartışmalar vuku bulur. Yabancılardan kastın Hristiyanlar olmayıp Müslümanlar olduğu da dile getirilir. 12. yüzyılda yaşamış Kilise hukukçusu Rufinus da silah yoluyla boyun eğdirilemeyen müslümanların faiz baskısı yoluyla Kilise’ye teslim oldurulabileceğini veya Kilise’yi rahatsız etmeyecek şekilde etkisizleştirebileceklerini savunur. Bernardus Papiensis de (ö.1213) aynı şekilde müslümanların faizle haraca bağlanabileceğini kabul eder.

14.  Benjamin Nelson 16. yüzyılda özellikle Calvin’in faize kısmen yeşil ışık yakmasıyla birlikte artık tüm toplumun birbirine yabancılıkta kardeş haline geldiğini söyler. Herkesin herkesten faiz alabileceği bir sistemde Tesniye pasajına göre herkes herkesin ötekisi haline gelir, herkes katı kalpli bir Yahudi’ye dönüşür. Ancak burada Nelson şunu gözden kaçırır: Özellikle Merkez Bankacılığı sistemiyle kardeş-yabancı ayırımı devam etmektedir. Bankacı kardeşler parayı diğer yabancılardan (vatandaşlardan) daha ucuza temin ederek aslında Tesniye’deki ayırımı başka bir formda devam ettirir.

15.  19. yüzyıl Fransa’sının siyaset arenasında da Tesniye pasajı tartışılır. 1806’da Napoleon’un çağrısıyla toplanan Yahudi din adamlarından oluşan konsey faiz meselesine şu şekilde yaklaşır: Tesniye’deki pasaj yanlış anlaşılmıştır.  Talmud’da daha da açık hâle gelen anlayışa göre, kardeşler arasında sadece tüketim kredilerinde faiz olmayacaktır ancak bu yasak, ticari kredileri kapsamaz. Yabancılardan da aşırı faiz (usury) alınması meşru değildir, ancak makul bir ölçüde faiz alınabilir.

16.  Tevrat’ta özellikle sonraki yüzyıllarda faize kapı açan bir başka husus ise Çıkış 22:24 ve Levililer 25:35-37’deki faizi yasaklayan pasuklardaki yoksullara olan vurgudur. Bu daha sonraları esasen ticari amaçlı üretim kredilerinde faizin yasaklanmadığı, yasağın sadece yoksullara verilen tüketim krediler için geçerli olduğu şeklinde savunulur. Böylece kredinin kullanım amacı da (ticaret mesela) gayrikarz bir faktör olarak faizin meşrulaştırılmasında kullanılır.

17.  Misal olarak Hristiyanlardan faiz alan Yahudiler faizciliklerini 13.yüzyıllarda şu şekilde savunurlar: ‘‘Faizcilik Tanrı tarafından verilen Tevratımızın basit anlamına göre yasak değildir. Sadece yoksuldan faiz alınmaması emredilmiştir. Bu Yahudilerin kendi aralarında bile geçerlidir...Böylece Tevrat, Yahudilerin söz konusu olduğu durumlarda bile yalnızca yoksullardan faiz almaya karşı uyarıda bulunmuştur... Tesniyede zengin ve yoksul ayırımı olmasa da esasen Tevrat’ın diğer yerlerde (Çıkış ve Levililerde) açıkça belirttiği üzere, kardeşlerinden faiz almayacaksın emrinin manası yoksullardır...’

18. Yine benzer şekilde, Kitab-ı Mukaddes yorumcusu, aynı zamanda devlet adamı ve finansör olan bir İspanyol Yahudisi Isaac Abarbanel’in (ö.1508) Yahudilerin faiz almasını savunması ise adeta modern kapitalizmin habercisi gibidir: ‘Faizin tek başına değersiz bir yanı yoktur, çünkü insanların kendi paralarından, şarabından ve mısırından kâr etmeleri uygundur ve eğer biri diğerinden para talep ederse, müstakriz mukrize neden belli bir miktar faiz vermesin? Örneğin, tarlasını ekmek için çok miktarda buğday alan bir çiftçi, çoğu zaman olduğu gibi bunda başarılı olursa, neden mukrize yüzde 10 vermesin? Bu ne değersizdir ne de rezilliktir. Sıradan bir ticari işlemdir ve uygundur.’ Görüldüğü üzere Abarbanel, alım-satımla kıyaslayarak faizi meşrulaştırıyor. Bakara:275’te bahsedilenler gibi.

19.  Faizin mutlak anlamda yasak olmayıp gayrikarz faktörlerin bulunduğu vakalarda meşru olabileceği fikri Kilise öncülüğünde Hristiyanlar tarafından da benimsenir ve interest (Roma hukukundaki asli manasıyla herhangi bir akdin ifa edilmemesi sonucunda oluşan zararın tazminatı) adı altında faiz en azından istisnai bazı vakalarda meşru görülür. Interest şu şekilde tanımlanır: id est non lucrum, sed vitatio damni (interest, bir kazanç/kar değil, bir zararın/kaybın telafisidir.) Konvansiyonel iktisatçıların faiz (interest) tanımlarında ‘mahrumiyete’, mukrizin uğradığı zarara/zorluğa/aldığı riske vurgu yapıp faizi bir tür tazminat olarak tanımlamalarının kökenleri buraya kadar sürülebilir.

20. 13. yüzyıllarda dahi Roma Kilisesi’nin vergilerini toplayan uluslararası tüccarların, Kilise’ye vergi borcu olan çok sayıdaki piskoposa kredi verdiği, bu kredi anlaşmasında borcun geciktirilmesi durumunda yılda yüzde 60’a kadar varan cezalar olduğu aktarılır. Ancak bu cezalar faiz olarak değil tüccarın zararlarının, masraflarının tazminatı interest olarak kayıt altına alınmaktaydı.

21.  Başta kredi sözleşmesindeki gecikmeden dolayı oluşan zararın tazminine verilen izin zamanla akdin başında tarafların olası zararı tahmin ettiği ve erteleme hâlinde zararın gerçekten vuku bulup bulmadığına bakmaksızın faizi uygulama iznine doğru evrilir. Gecikmenin kendisi de bir gayrikarz faktör olarak kabul edilir. Ancak başlarda bu sadece istisnai vakalarda geçerlidir, genel bir kural değildir.

22. Ve daha sonraki yüzyıllarda (özellikle 15-16.yüzyıldan sonra) başlarda sadece istisnai vakalarda geçerli olan interest adı altında faiz alma ruhsatı yaygınlaşarak ve değişen iktisadi, içtimai ve siyasi şartların, kurumsal gelişmelerin de rüzgarını arkasına alarak tüm kredi işlemlerinde genel kural olarak kabul görür. Yani en başta usura genel kural, interest istisna iken, daha sonraları interest genel kural, usura istisna haline gelir. Aslında gerçekleşen faizin ‘interest’ terimiyle meşrulaştırılması ve her kredi verenin ‘makul’ bir ölçüde faiz alabilmesinin önünün açılmasıdır. 16. yüzyıl sonrasında borç veren herkesin ticaretten mahrum kaldığı için böyle bir hakkı olduğu savunulacaktır. Halbuki ticarette kar kesin değildir, zarar da imkân dahilindedir.

23. Bu yüzden de konvansiyonel iktisatçılar gayrikarz bir faktör uydurmak için adeta birbirleriyle yarışırlar. Faiz paradan, sermayeden mahrumiyetin fiyatı, hazzın geciktirilmesinin bedeli, mukrizin parasını geri alamama endişesinden dolayı hızla çarpan kalbinin tazminidir tarzındaki açıklamaların kaynağı işte budur. ‘Zavallı Rothschildlar kredi verdiğinde ne de büyük bir mahrumiyete maruz kalıyorlardır değil mi?’ diyordu bir yazar.  Esasen tüm bunlar gayrikarz bir faktör bulup faizi meşrulaştırma çabası yani faiz hilesinden başka bir şey de değildir.

24. Bir görüşe göre ise interest kelimesi ahlaki açıdan kötü olarak algılanan usury kelimesini yumuşatmak ve onu saygıdeğer bir faaliyete dönüştürmek için ortaya çıkmıştır.

25. Böylece Batı’da teorik çapta faiz hilesi de interest teriminin istisnai bir durum olmaktan çıkıp genel kural haline gelmesiyle gerçekleşir. Topladığı fonlara lucrum cessans (mahrum olunan kar) ruhsatıyla faiz (interest olarak) dağıtan Kilise onaylı mikrofinans kurumları Montes Pietatis, özellikle İtalyan şehir devletlerindeki kamu borcunu bir havuzda toplayıp bunu piyasalaştıran ve bunlara faiz ödeyen Monte Commune, Kilise’nin bankerliğini de yapan Medici gibi tüccar ailelerin faiz yasağını aşmak için sıkça kullandıkları kambiyo senetleri ve yine bir çeşit faiz hilesi olan, ticari ortaklık yapıyormuş gibi gözükmesine rağmen aslında ticari kredi olan Üçlü Sözleşme gibi kurumlar, uygulamalar faizin interest adı altında yaygınlaşmasını ve özellikle 16. yüzyıldan-18. yüzyıla kadar daha da fazla kabullenilmesini sağlar.

26.  Mesela Üçlü Sözleşme üç farklı sözleşmenin birleşiminden meydana geliyordu: 1. Ortaklık sözleşmesi 2. Anaparanın sigortası. Böylece sermaye olası tüm zararlardan muaf tutulmuş oluyordu. 3. Gelecekteki belirsiz bir kârın, kesin ama daha az bir kâr karşılığında satışı ki bu o dönemde yüzde 5’lik bir orana tekabül ediyordu. Bu üç ayrı gibi gözüken sözleşme esasen tek bir faizli ticari kredi sözleşmesinden ibaretti. Bu arada şunu da belirtmekte fayda var: Bu sözleşme sadece teoride, sanal dünyada mevcuttu. Sahada ise gerçekleşen şey üç ayrı sözleşme değil, tek bir sözleşmeydi: ödünç verilen paranın yüzde 5 ile geri dönmesi. O kadar laçka bir durum söz konusuydu ki mukrizlerin bu üçlü sözleşmeye veya mahrum olunan kârın tazmini gibi meşru bir ruhsata sadece niyetlenmiş olmaları faiz almalarını meşru kılmak için yeterliydi.

27. Meselenin bir başka yönü de faizsiz bir ekonominin önemli sözleşmelerinden biri olan ortaklığın da bu faiz hilesiyle üzerinin örtülmüş olmasıdır. Mesela İslam’daki mudarabe tarzı ortaklık commenda ismiyle Avrupa’da da belli başlı ticaret merkezlerinin hepsinde kullanılan faizsiz bir finansman türüydü. Hem sermayedara hem de müteşebbise bir tür sigorta sağlıyordu. Zarar halinde sermayedar üst limit olarak sermayesi kadarını kaybedebilirdi, müteşebbis ise zararın sermayedar tarafından karşılanmasıyla güvence altındaydı. Societas, carati, compagnia gibi başka ortaklık türleri de vardı.  Ancak bu üçlü sözleşme gibi faiz hilesiyle birlikte birçok insan ortaklığa katılıyorum derken aslında faiz sistemine dahil oldu. Dolayısıyla bu sözleşmeyle gerçekleştirilen faiz hilesi gerçekten meşru, topluma faydalı ortaklık sözleşmelerine de savaş açtı. Toplumun geneli bu tür ortaklık modelleri katılacağına faizci sisteme katıldı. Bugün de aynı şekilde birikimlerin girişim sermayesi, kitle fonlaması, borsa gibi ortaklık modellerinde değerlendirilmesi yerine vadeli mevduata yönelmesi gibi. Faizcinin tüm toplumu kendine benzetmesi ve bu sayede büyümesi.

28. Bu hileler 18. yüzyıldan itibaren iktisatçıların eserlerinde bilim kisvesi altında teorik bir kalıba dökülerek faizcilerin sahadaki faaliyetlerinin tüm toplum tarafından da benimsenmesini ve faiz karşıtı mahalle baskısının tamamen ortadan kalkmasını da sağladı. Şu ayırım tamamen yerleşti: usury adı altındaki aşırı yüksek faiz gayrimeşru, interest adı altında ‘normal’ bir seviyedeki, devletin izin verdiği sınırlar içerisindeki faiz ise meşrudur.

29. Yahudi ve Hristiyanların bu kavramsal ayırımı taklit etmeye çalışan birtakım Müslümanlar da 19. yüzyıldan başlayarak riba ayrı faiz ayrıdır demek suretiyle bu toplumların girdiği kertenkele deliğine girme teşebbüsünde bulundular tabii ki, Hz. Peygamber’in önceden haber verdiği üzere.

30. Esasen makul faiz/aşırı faiz ayırımın da kökeni yine Yahudiler ve Hristiyanlar arasındaki faiz polemiklerinde çok daha önceleri ortaya çıkmıştı. 4. Lateran Konseyinin (1215) 67. kanunda Yahudiler ağır ve aşırı faiz (graves et immoderates usuras) almaktan dolayı suçlanır, bu ise onların makul miktarda bir faiz alabileceğine cevaz verildiğine işaret eder. Bir bakıma Yahudilere tanınan faiz ayrıcalığı özellikle 16. yüzyıldan tüm topluma tanınarak Batı toplumu Yahudileşir.

31.  Ve en son olarak 1917’de Kilise Hukuku Kanunnamesinde 1543. maddesiyle birlikte Kilise’nin faiz doktrini de son şeklini alır: ‘Misli bir şey, onun olması için bir başkasına verilirse ve daha sonra aynı şekilde geri verilmesi gerekiyorsa, sözleşmeden dolayı hiçbir kâr elde edilemez; ancak misli bir şeyin ödünç verilmesinde, aşırı olmadığı takdirde hukuki bir kâr elde etmek tek başına gayrimeşru değildir ve onu destekleyen adil ve orantılı bir ruhsat varsa daha da büyük kâr (elde edebilir).’ Katolik Ansiklopedisinin interest maddesinde de Kilise’nin değişen ekonomik koşullardan ötürü makul ölçüde bir faizi kabul ettiği geçer. Bunun asıl sebebi olarak ise ortaya çıkan çeşitli yatırım araçları sayesinde paranın artık nemalandırılabilmesinin çok daha kolay oluşu, bu bakımdan sadece paraya sahip olmanın bile bir değer taşıması ve bu değerden mahrum kalınması halinde tazmin hakkının oluşu gösterilir.

32. Yani Batı’da paranın nemalandırılabilir oluşu faize dayanak kılınır. Halbuki hakikatte buradan zekâta varmaları gerekirdi. Buna sonraki bölümlerde değineceğiz.

33. 18. yüzyıldan sonra konvansiyonel iktisatçılar sahneye çıkar ve faiz hilesine başvurarak (faizi gayrikredi bir işlem üzerinden tanımlayarak) faizi bir tür alım-satım, kira, hizmet bedeli veya kambiyo işlemi olarak tanımlarlar. Yani Bakara:275’te geçtiği üzere, farklı cins malların mübadele edildiği bey’ ile aynı cins malların farklı miktarlarda faizi (ribayı) aynı tip işlemler olarak değerlendirirler.

34. ‘Sermaye hizmetlerinin fiyatı’, ‘bugünün malları ile yarının mallarının mübadelesinin fiyatı’, ‘zamanlar arası paranın fiyatı’, ‘bekleyişin fiyatı’, ‘tasarrufun arz fiyatı’ gibi tanımlarla faiz bir fiyatmış gibi tanımlanır. Fiyat farklı cins malların arasındaki mübadelelerde ortaya çıkan bir fenomendir, en az iki farklı mal gerekir. Bu ise iktisatçıların faizi, alım-satım gibi farklı cins malların mübadele edildiği bir işlem olarak gördüğünü ortaya koyar.

35. Bey’ kategorisi altındaki işlemler alım-satım (mutlak bey’), kira / hizmet (icare) ve kambiyodur (sarf). Bunlar iki farklı cins malın mübadele edilmesi suretiyle tarafların faydalarını arttırdığı işlemlerdir. Faizde ise iktisadi bir ensest ilişki olarak aynı cins mallar arası mübadeleyle fayda, servet arttırılır. Faizin bu mantığını benimsemiş, hoş gören bir toplumun bünyesi artık ensestten zoofiliye pedofiliye homoseksüellikten yamyamlığa kadar şehvetteki her türlü aşırılığı benimsemeye hazır hale gelir.

36. Bey’ kategorisi altındaki farklı malların mübadele edildiği işlemlerden birisi kambiyodur. Kimi iktisatçılar faizi hile mantığına uygun şekilde gayrikredi bir işlem olarak kambiyo üzerinden tanımlar. Faiz bugünün parasıyla geleceğin parasını mübadele etmektir ya da bugünkü paranın gelecekteki parayla ticaretidir gibi. Bu paraların zamanlar arası farklı subjektif değerlere sahip olmasından hareketle bunların farklı mallar olduğu şeklinde bir varsayım yapılır. Yani faizde de kambiyodaki gibi iki farklı malın/paranın değiştirildiği kabul edilir. Halbuki kambiyoda lira dolarla, avro yenle değiştirilir. Faizde ise lira lirayla, dolar dolarla. Birinde farklı cins paralar arası değişim vardır, diğerinde ise aynı cins paralar değiştirilir. Bir insanın zaman içinde kendine göre bir değer biçmesi bir malın mahiyetini değiştirmez, o mal kendi içinde aynı olarak kalır. Bir gram altın zaman içinde değişmez, bin yıl önceki bir gram altınla bugünün bir gram altını mahiyet açısından aynıdır. Değişken olan ise sadece altının diğer mallara nispetle değeridir. Dolayısıyla aynı cins malın değiştirildiği karz işleminde önemli olan diğer mallara göre değeri değil, o malın kendi içindeki değeri, aynılığıdır. Karz işleminde malın değerinden ziyade (ki değer son derece sübjektif bir kavramdır), malın dakik, objektif bir şekilde ölçülebilirliği (mesela gramajı) önemlidir. Borç ödeme aracı olan ancak sürekli aşınan, değer kaybeden mevcut itibari para düzeninin de zaten en büyük sorunu budur.

37. Bir başkası ise faizi bir hizmet akdiymiş gibi tanımlayarak teorik faiz hilesine başvurur. ‘Faiz nedir? Faiz, müstakriz tarafından mukrizden aldığı borç hizmetinin karşılığı olarak ödenen hizmettir’, ‘faiz tasarruf emeğinin karşılığıdır’, ‘sermayenin hizmetleri için ödenen fiyattır’, ‘sermaye malı hizmetlerinin cari fiyatlarının birimi faiz’dir gibi tanımlarla karşılaşırız.

38. Alım-satıma benzetenler de yine benzer kıyaslara başvururlar ve faizi bugünün malları ile geleceğin mallarının mübadelesi olarak görür, ekmek satmak ile kredi satmanın aynı işlem kategorisinde olduğunu ve ekmek satıcısının kazancından dolayı kınanamayacağı gibi borçtan da kazanç elde edenin de kınanmaması gerektiğini savunurlar. Faizli borç vermek ile satmayı, borç almak ile satın almayı, faize verilen para ile satılan malları aynı işlemmiş gibi görürler. Finans diline de yansıyan bu mantık borç aldık demez, tahvil sattık, ihraç ettik der, borç verdik demez, bono satın aldık der.

39. Tanımlarındaki en meşhur hile ise faizi paranın, sermayenin kirası olarak tarifidir. Böylece faiz sanki bir kira işlemiymiş gibi sunulur. Bir arabayı, evi kiralamak ile parayı kiralamak aynı kategoride ele alınır. Halbuki faiz farklı, kira farklıdır.

40. En basit örnekle; kiralanan bir ev, deprem gibi bir felaketle yıkıldığı takdirde kiracının hiçbir sorumluluğu yoktur, evin sahibi tüm zararı üstlenir. Öte yandan kredi olarak verilen bir miktar para, depremden dolayı enkaz altında kalıp yok olursa müstakrizin borcu devam eder, mukriz ise paranın başına gelenlerden dolayı sorumlu değildir, tüm zararı müstakriz üstlenir. Zira karzda mülkiyet karşı tarafa geçerken, kirada mülkiyet kiralayanda kalır. Bu örnek bile bu sözleşmelerin farklı olduğunu ortaya koymaya yeter. Dolayısıyla faiz ve kira ayrı türden işlemlerdir. Faiz paranın kirası değil, misli bir mal olarak paranın kredi işlemi yoluyla arttırılması işlemidir. Kira ayrı, kredi ve faiz ayrı tipte sözleşmelerdir.

41.  Kiralayan mülkü olan malı kiracının kullanabileceği şekilde tutmakla yükümlüdür. Türk Borçlar Kanunu, Madde 305’te şöyle geçer: ‘Kiralanan sonradan ayıplı duruma gelirse kiracı, kiraya verenden ayıpların giderilmesini veya kira bedelinden ayıpla orantılı bir indirim yapılmasını ya da zararının giderilmesini isteyebilir. Ancak, zararın giderilmesi istemi diğer seçimlik hakların kullanılmasını önlemez. Önemli ayıp durumunda kiracının sözleşmeyi fesih hakkı saklıdır.’ Halbuki kredide, faizde böyle bir yükümlülük yoktur. Eğer para kiralanan bir malsa, paranın enflasyondan dolayı kaybını da parayı kiraya veren kişinin üstlenmesi gerekebilir.

42. Şöyle bir senaryo hayal edelim: Müstakrizin borç aldığı günün ertesinde parasını henüz harcama imkânı bulamamışken ülkede bir devalüasyon olur ve para yüzde 50 değer kaybına uğrar, fiyatlar aniden yükselir. Bu yüzden de üretim için gerekli malzemeleri almaya sermayesi yetmez hale gelir. Bu anlamda ödünç alınan mal, tam randımanlı bir şekilde kullanılamayacak bir duruma düşer. Mesela kiralanan bir evin duvarı çökerse kiracı, evin yeniden kullanılabilir bir duruma getirilmesini ev sahibinden talep edebilir veya kendisi duvarı tamir ettirip masrafı kiradan düşebilir. (Madde 306) Yani bu tip bir tadilatın maliyetini kiracı değil evin sahibi üstlenir. Benzer şekilde paranın değer kaybından mağdur olan kişi müstakrizdir ve bu devalüasyonda herhangi bir suçu da yoktur. Bu durumda eğer bu işlem gerçekten kiraysa paranın değer kaybından oluşan zararı mukrizin telafi etmesi, paranın alımgücünü ‘tamir’ etmesi gerekmez mi? Halbuki gerçek hayatta tam tersi olarak paranın enflasyon yüzünden değer kaybetmesinden dolayı borç veren kişi bir hak, bir tazminat talep eder. Dolayısıyla bu işlemi bir kiralama olarak tarif etmek isabetli değildir. Kira olarak tanımlamak faiz hilesinden başka bir şey değildir.

43. Yine Bakara:275’te işaret edilen mantığa sahip olanlar bir evin, arabanın, arsanın bir süreliğine kiralanmasıyla paranın da bir süre için başkasının kullanımına verilip karşılığında bir bedel alınması arasında bir fark görmezler. Bir arabanın değerinin para olarak borç olarak verilmesiyle bir arabanın kendisinin ödünç verilmesini aynı işlemmiş gibi değerlendirirler. Kira da faiz gibidir derler. Ya da diğer örneklerdeki gibi kambiyo da, hizmet de faiz gibidir derler. Tüm bunlar esasen teoride, düşüncede yapılan faiz hileleridir.

44. Bu anlamda faizle mücadelenin en önemli cephesi hem sahada hem teoride faiz hilesiyle de mücadeledir. Zira faiz yasaklandığı anda faiz bağımlıları hileli yollarla yine bu gelire ulaşmaya çalışacaklardır. Ki bugün hile iktisat diline de yansır. Sık duyduğumuz bono ihracı, tahvil alım-satımı gibi terimlerle sanki gerçek bir ticaret, alım-satım yapılıyormuş gibi bir hava oluşturulur. Halbuki bunlar faizli kredi, borç işlemleridir. Batı’da gerçekleştiği gibi en kurnaz yol ise hileyi interest kavramıyla teoride yaparak bugün İslami finans alanında da farklı şekillerde karşımıza çıkan çoklu sözleşmelerle faizi gizlemeye uğraşmakla vakit harcamamak olmuştur.

45. Esasen tarihte faiz hilesine karşı alınan bir önlem Hz. Nebi’nin Esnâf-ı Sitte (altı  sınıf mal) olarak bilinen uygulamasıdır. Resulullah, döneminde her biri misli mal olup borca konu olabilen, para yerine geçebilen malların vadeli mübadelesini yasaklamıştır. Böylece faize giden bir yol kapatılmış, kambiyo paravanı kullanılarak yapılabilecek faiz hilesinin önüne geçilmiştir.

46. Nitekim Avrupa’da bankacılığın gelişiminin en önemli yollarından biri kambiyo işlemleri üzerinden yapılan faiz hileleri olmuştur. Bunlardan biri şöyle işliyordu: Mukriz konumundaki banker ilk olarak senedi belirli bir kur üzerinden satın alır (aslında borç verir), sonrasında ise müstakrizle yapılan anlaşmaya göre ikinci bir senet ters yönde işlemle anaparayı geri döndürür. Bankerin senedi farklı para biriminde tahsil edildiği zaman bu para birimini lokale çevirmek için yeni ve farklı bir müşteri bulma gereği duymadan aynı müşteriyle işlem yapar. Buradaki hile ise faiz oranının kur oranına monte edilmesi ve iki mübadele (cambium et recambium) arasındaki kur farkıyla gerçekleşmesidir. 100 poundluk senet 500 frank karşılığı satılır. Sonrasında ise zincir bir işlem olarak 500 franklık senet 125 pound karşılığı geri alınır. Sonuçta ise esasen banka 100 pound borç verip 125 pound geri almış olur. Elbette kambiyoda düşükten alıp yükseğe satmak caizdir ancak buradaki işlem bu görüntü altında aynı müşteriyle yapılan gizli bir faiz işlemidir. Yani müşterinin dövize değil borca ihtiyacı vardır, banka da döviz alım-satımından değil krediden para kazanmaya çalışmaktadır.

47. Kambiyo senetleriyle faiz hilesi yapmanın diğer bir yolu ise, borç alan tüccar ile bankanın senedin zamanında ödenmeyeceği konusunda gizli bir anlaşma yapması ve sonrasında temerrüde düşen senedin formalite icabı protesto edilerek senedin keşide yerine geri dönmesiyleydi. 100 poundluk bir senedin Paris’te bir süre sonra ödenmesi gereken tutarı 120 franktır. Ancak 120 frankı zamanında öde(ye)meyen tüccarın 120 franklık senedi, farklı bir kurdan, 110 pound olarak yeniden düzenlenir. Böylelikle esasen tüccar 100 pound borç alıp bankere 110 pound geri ödemiş olur. Esasen bu işlemdeki amaç başka bir para birimine olan ihtiyacı gidermek değil, kredi yoluyla kazanç sağlamaktır. Gerçek anlamda bir para mübadelesi bile yoktur, para mübadelesi kredi işlemini gizlemek için sadece bir örtü olarak kullanılır.

48. Bazılarına göre belki faiz hilesine dönüşen vadeli kambiyo uygulamasının önü kapatılsaydı modern bankacılık da ortaya çıkamayacaktı. Bu anlamda Resulullah’ın uygulamasından ders çıkarılarak sadece faizi, kredi ticaretini yasaklamakla yetinilmemelidir. Faiz hilelerinin de önüne geçilmesi gerekmektedir. Faiz hilelerinin önüne geçildiğinde O’nun bu sünneti de gerçek anlamda ihya edilmiş olacaktır.

Aylık Baran Dergisi 18. Sayı, Ağustos 2023