İngiltere adlı yağmacı çetenin genel karakteristiğini anlamaya çalışmak ve bilhassa son 300 yıldır dünya genelinde estirdiği terörü genel bir çerçevede ele almak niyetindeyiz; bu meselenin kitaplık çapta ele alınması gerektiğinin şuurundayız elbet ve mecramızın darlığı dolayısıyla kısaca da olsa bir değerlendirme yapacağız.

 ABD ve İsrail, emperyalizmin remz şahsiyetleri olarak zihinlere kazınır ve tepkiler bu istikâmete yönelirken, İngiltere her zamanki desise ve oyunları ile kendilerini gözden, en azından halkın gözünden uzak tutmayı başarmıştır. Öyle bir psikoloji meydana getirilmiştir ki, sanki 1700’lü yıllardan itibaren Osmanlı topraklarına saldıran, Vehhabîlik adlı fitne tohumunu eken, 1800’lü yıllarla birlikte Mısır, Hindistan, Afrika gibi Müslümanların yaşadığı toprakları işgâl ederek milyonlarca insanın ölümüne sebeb olan onlar değildirler. Ve yine Çanakkale Savaşı diye anılan o destanlık savaşta, düşman kutbun liderinin İngilizler olduğu, 150.000’in üzerinde Osmanlı esirini asit kuyularında zehirleyenler, İstanbul’u işgal edenler, Kürdistan’da sivil Kürtlerin üstüne tayyarelerle bomba yağdıranlar aynı İngilizler değilmiş gibi davranılıyor. İslâm coğrafyasını bir arada tutan ve tutkal vazifesi gören Hilâfeti yerli işbirlikçileri vasıtasıyla kaldıran, İslâm alfabesinin kaldırılması için yine aynı işbirlikçileri kullanan ve ardından kendi ülkesinde uşaklarına-hizmetçilerine giydirdiği “Frak”ı işgal yahut yarı işgâl ettiği bölgelerin en üst seviyedeki yöneticilerine giydirenin de İngilizler olduğu unutulmuşa benziyor.

Günümüze bakacak olursak; çok önemli maden kaynakları, verimli araziler ve gelir getiren büyük şirketler İngiliz vatandaşlarının, dolayısıyla İngiltere’nin eline geçmiş durumdadır. İngiltere'nin dünyada ABD'den sonra en büyük ikinci yatırımcı olduğunu ve 2 trilyon dolara yakın bir dış yatırım stoku olduğu unutulmamalıdır. Bizim buradaki gayemiz ufuk açıcı olması bakımından mevzuya meraklı ilgililere, İngiltere isimli terör devletinin İslam coğrafyasında estirdiği ve hala estirmeye devam ettirdiği yağma, katliam ve sömürü hakkında bilgi vermektir. Yapılması gereken iş ve takınılması gereken tavır herkesin malumudur; işgal ve sömürünün sadece İsrail ve ABD menşeili olanına değil, İngiltere, Çin, Rus, İran, Fransa gibi her türlüsünü en yüksek sesle “hayır” diyebilmeliyiz. Yepyeni bir nizam ve yepyeni bir devlet inşâ edene kadar...

İngiltere, orijinal adıyla Büyük Biritanya- Birleşik Krallık. Dört devletten müteşekkil; Galler, İngiltere, İskoçya ve Kuzey İrlanda.  Yönetim şekli Monarşi. Bir monark, kral-kraliçe-prens tarafından yönetilmekte. İkili parlamenter bir sistem var. Lordlar Kamarası ve Avam Kamarası. Avam Kamarasını halk seçerken, Lordlar kamarası monark tarafından soylular – seçkinler arasından seçilmekte. Avam kamarasının aldığı kararlar Lordlar kamarası tarafından onaylanmadığı müddetçe hiçbir ehemmiyeti yok. Ve Avam kamarası sadece sistemi tatbik etmek ve sistemle halk arasındaki entegrasyonu sağlamakla vazifeli. Her ne kadar direkt yönetime katılımı sağlayan bir etken gibi görünse de Lordlar Kamarasının uygun görmediği hiçbir şey makbul değil. Lordlar kamarası ise yönetimin asıl merkezi ve Kraliçe sembolik gibi duruyor. Gibi diyoruz çünkü İngiltere üzerinde hala saygın bir gücü ve etkisi var. Ve İngiltere bu manada hala eski geleneklerine sımsıkı bağlı. İngilizler bu gelenekleri muhafaza adına dünyayla ters düşmekten bile çekinmeyen bir millettir. Yani İngiltere BATI dediğimiz yapı içinde bile farklı bir BATI profili çizer ve kendini diğer Batılı milletlerden ayırt etmek için arabada şoförünün yerini (soldan sağa) değiştirecek kadar ayrıntılara dikkat eder. Bizde ise uyum süreci adı altında büsbütün Batı taklidi yapıp-etmeler gerçekleşir ki, yapılan ihanet değilse bile en hafif tabiriyle ahmaklıktır.

Kendi dışındaki ülkeleri “krallık, monarşi, padişahlık, feodalite, derebeylik, saltanat” diye yıkan ve aşağılayan Batı ve merkezde İngiltere, kendi ülkesinde kendi kralına ve krallığına dokunmaz ve dokundurtmaz. Yine aynı İngiltere başka yerleri ‘demokrasi’ kisvesi altında hak ve hukuk adına eleştirir ve toplumun her kesiminin iktidar ortağı olabilecek bir konumda mecliste temsil edilmesi gerektiğinin propagandasını yaparken kendi monarşisine, demokrasinin esamisinin bile okunmadığı monark yapısına laf söyletmez ve eleştiri yöneltmez. Oysa mevcut hâli ile İngiltere modern bir derebeylik ve harami devletidir. Şimdi ona bakalım.

İNGİLİZ BARBARLIĞININ TARİHİ

İngiltere; İngilizce England... İsim Cermen halklarından Angluslardan (Angle) gelme. İngiltere kelimesi ise İtalyanca’dan gelir; İnglaterra. Terra toprak arazi manasına. Tedaileri ile İncil Yeri. İncile inananlar toprağı. Zaten İngiltere etkin mezhep-kilise Anglikan Kilisesi. İngilizce resmî dil. Yani tedaisi ile İncil dili. İngiliz terörünün en önemli icraatlarından birisi girdikleri ve işgal ettikleri ülkeyi bu dile mahkûm etmek ve bu dilin kelimeleri ve sembolleri ile düşünmeye ve yaşatmaya zorlamak. Hatırlayın Türkiye’de İngiliz desteği ile iktidarı ele geçirenler, milletin ruh köküne darbe indirebilmek için İslâm alfabesini kaldırıp yerine tahrif edilmiş İncil alfabesini, yani Latinceyi getirip dayatmamışlar mıydı?

İngiltere bugünkü haline gelmeden önce her devlet ve millet gibi tarihî bir süreçten geçti. Uzun uzadıya anlatacak değiliz. M.Ö 55 yılı... Keltler Birleşik Krallığın ilk halklarını oluştururken ilerleyen zamanda 5. Yüzyıldan itibaren Germen halkı olan Angluslar bölgeye göç etti ve Saksonlarla karıştı. Bu göçün hemen öncesi ve sonrası yıllarda bölge artık Hıristiyanlaşmış idi. Sonra bir başka Germen ırkı olan Normanlar 11. yy’da bölgeye geldi ve iktidarı ele geçirdiler. Britanya İmparatorluğu’nun temelini ise, 1588’de Avrupa’nın en güçlü donanması olan İspanyol Armadasını yenilgiye uğratan Kraliçe I. Elizabeth attı. Bu tarihten itibaren iyice güçlenen Britanya İmparatorluğu Kuzey Amerika’da büyük katliamlar gerçekleştirerek ilk kolonilerini kurdu. Ardından 1707’de İngiltere ve İskoçya birleşerek Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik krallığı ardından 1837’de Britanya İmparatorluğu’nu yeniden kuruldu. 1921 yıllarından neredeyse dünyanın dörtte biri İngiliz yağması ve sömürüsü altında can çekişiyordu. 1922’de bu işkence ve zulme ilk olarak İrlanda başkaldırdı ve bağımsızlığını ilan etti. 1947’de Hindistan ve Pakistan, 1980'de Afrika'da Güney Rodezya'nın (şimdiki Zimbabve), 1981'de Orta Amerika'da bulunan İngiliz Hondurası'nın (şimdiki Belize)  ve 1997’de Hong Kong. 1948 yılında ise Filistin’i İsrail için elinde tutan İngiltere Yahudilerin yeterince yerleşmesi, kurumlaşması ve bölgede aslan payı cinsinden söz ve güç sahibi olmasını sağladıktan sonra İSRAİL devletinin kurulmasına imkân vermek için Filistin’i boşalttı.

İngiliz İktisatçı Jevons, 1865 yılında, sömürgecilerin dünyaya genel bakışını ve sömürgecilik politikasını açık bir biçimde yansıtmaktadır: “Kuzey Amerika ve Rusya ovaları bizim ekin tarlalarımızdır; Chicago ve Odesa bizim ambarlarımızdır; Kanada ve Baltık bizim kereste ormanlarımızdır; Avusturalya’da (Malay, Polinezya, Malinezya, Mikronezya, Yeni Zelanda) bizim koyun çiftliklerimiz vardır; Arjantin’de ve Kuzey Amerika’nın batısında ki kırlarında bizim öküz sürülerimiz yayılır; Peru altınını gönderir, Güney Amerika ve Avustralya altını Londra’ya akar; Hindular ve Çinliler çayı bizim için yetiştirirler ve bizim kahve şeker ve baharat çiftliklerimiz tüm Hint adaları üzerindedir. İspanya ve Fransa bizim bağlarımız, Akdeniz meyve bahçemizdir ve uzun süre Güney birleşik Devletlerini kapsayan bizim pamuk alanlarımız artık dünyada ki sıcak bölgelerin her yanına yayılmaktadır.”(F. Karaduman, Kanda Yürüyenler, 97)

Sömürgeler içerisinde “Kara Afrika” kadar Hindistan’daki tablo da ürkütücü idi. İngiltere tarafından yüzyıla yakın bir süre baskı altında tutulan Hindistan, yıllar boyunca süren bağımsızlık mücadelesi sırasında öldürülen on binlerce insanın dışında daha sonraki kışkırtılmış din savaşları döneminde korkunç katliamlara sahne oldu. İngiliz “böl-yönet” taktiğinin kurbanı olan Hintliler, Pakistan ayrılığı döneminde 200 binden fazla ölü verdi. Sadece bu değil elbette; şimdi söyleyeceğimiz tarihte rakip üreticiye yapılmış olan en büyük, en kanlı vahşet örneğidir: Hindistan’ı sömürgeleştiren İngilizler, orada bulunan yerli el dokumacılığını yok etmedikleri sürece İngiliz fabrika kumaşlarına pazar açamayacaklarını anlayınca, Hindistan’daki yerli kumaş üretimini yok etmek üzere Hindistanlı 20 binin üzerin dokumacının başparmaklarını keserek onları Hint kumaşı üretemez duruma düşürmüş ve böylelikle hem dünya pazarlarında Hindistan kumaşını yok edip İngiliz kumaşının egemenliğini sağlamaya yönelmiş, hem de Hindistan’ı İngiliz kumaşlarının tüketicisi, müşterisi durumuna düşürmüştür. Bu barbarlık İngiliz’e ait misâllerden yalnız biridir..

İngiltere sömürge tarihinde önemli bir yeri bulunan Avustralya’da, 1788-1938 yılları arasında uygulanan soykırım ve tehcir, bizzat İngiliz Merkezî Hükümeti tarafından 1824 yılında çıkarılan savaş kanunları çerçevesinde uygulanmıştır. Yapılanları tanımlamak için barbarlık kelimesi bile kifayetsiz kalır... Öyle ki Tazmanya’da binlerce yerli erkeğin cinsel organı kesilerek hadım edildi. Çeşitli nedenlerden dolayı öldürülmekten kurtulan yerliler ve buna direnen yerliler ise seri bir şekilde katledildiler.  Yine  “Queensland bölgesinde de, 1824 ve 1908 yılları arasında yerli nüfusun % 25’lik bölümü olan 10.000 kişi katledildi. 1885-1887 yılları arasında dayanılmaz işgal ve baskı politikasına karşı çeşitli direnişler oldu. İngiliz sömürge yönetimi, bu direnişlerde ölen her beyazın karşılığında ceza olarak yerlilerden 50’sini katletti. 1788 yılında Kıta’da 750.000 siyah derili yerli Aborjin yaşamaktaydı. 1911 yılına gelindiğinde, bu sayı 31.000 kişiye düşmüştü.

VE BİR BAŞKA BÖLGE; ORTADOĞU

Başın başında belirtelim; sınırlarının çizilmesi zor bir bölgeyi ifade eden Orta Doğu kavramı, Batılı siyasî ve kültürel emperyalist unsurlar tarafından belirlenmiştir. İslam coğrafyası ve hatta kıta coğrafyaları açısından bakıldığında Orta Doğu tanımlamasının herhangi bir anlamı yoktur. Ortadoğu emperyalizm için her şeyden önce petrol demektir; ama petrolün de ötesinde dünyanın bu en sıcak bölgesinde egemen olmak dünya iktidarı için neredeyse olmazsa olmaz ön şarttır. Bu sebeble bölge farklı farklı milletlerin hep gözdesi ve gayesi olmuştur.  Batı Avrupa′da tüketilen petrolün % 75′i, Japonya′da tüketilen petrolün % 9O′ı Orta Doğu′dan gelmektedir. Bu durum bölgeyi önemli bir rekabet alanı haline gelmiştir. 

Malumunuz I. Dünya Savaşı’ndan yıllar önce başlayan Osmanlı’yı çökertme hareketlerinde koçbaşı hep İngiltere olmuştur. Vahhabî zihniyetini geliştiren, örgütleyen ve İslâm âleminin bağrına bir fitne olarak yerleştiren İngiltere’dir. Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e bir Arap Krallığı vadeden ve ardından Vehhabi-Suud ailesiyle ‘Hilafet Kavgası’ yaptıran, Mekke’yi bastıran O. Sen Remo Konferansı′nda Filistin′in mandasını eline geçirdikten sonra Yahudilerin Filistin′e göç etmelerine göz yuman ve Araplarla Yahudiler arasında silahlı çatışmaları artıran O. 1914’te Mısırı işgal ederek orayı İngiliz, Avusturya ve Yeni Zelanda askerleri ile dolduran ve 1921’de Irak’ı mandasın altına alıp başına Kukla Kral Faysalı getiren O.

Ve en can yakıcısı 1948’de İngiltere’nin önünü açması ile kurulan İsrail Devleti, bölgede resmî olarak 50 yılı aşkın bir süredir onlarca katliama imza atmış bir “terör devleti” olarak varlığını sürdürmekte ve Filistinlileri katlederek, işkence ve sürgün ederek topraklarını büyütmektedir. Oysa Filistinli katliamları İsrail’den de önce başlamıştır. Bu katliamların en büyüğü 1936 yılında İngiliz yönetimi sırasındaki genel grevde olmuştur. 1939 yılında ayaklanma bastırıldığında 40 bin Filistinli öldürülmüş 20 bini tutuklanmış ve 110 Filistinli de asılmıştır.

Ve 1918 Kasımı. Şeyh Berzenci’nin İngiliz işgalcilere karşı vatan müdafaası. 23 Mayıs 1919 tarihinde İngilizlere karşı topyekûn taarruz hali. Süleymaniye'de başlayan ayaklanma kısa sürede Kürdistan'ın birçok bölgesine yayılır. 17 Haziran'da İngiliz kuvvetleri tank ve toplarla Şeyh Mahmut kuvvetlerini kuşatarak bombardımana tutarlar. Yüzlerce Kürdü katlettikten sonra İngiliz kuvvetleri 22 Temmuz 1919 tarihinde Süleymaniye merkezine girerek büyük zarar verirler. Barbarlıkta sınır tanımayan İngilizler cesetleri halkın gözleri önünde yakarlar. İlerleyen zaman içinde Güney Kürdistan İngilizler tarafından büyük bir soykırıma tâbi tutularak, baştan sona kan gölüne çevrildi. Tarihin hiçbir devrinde Kürt'e dost olmayan İngilizler, gerçek yüzlerini bir kez daha gösterdiler.

IŞİD İNGİLİZ İŞİ Mİ?

İngiliz işi veya değil. Şurası bir hakikat ki IŞİD meselesinde İngiliz parmağının olma ihtimali yüksek. FBI ajanları, kiralık savaş orduları(BlackWaater) ve ajanlaştırdığı yerli işbirlikçileri vasıtası ile ‘IŞİD’ üzerinden İslam coğrafyasında ki bütün İslâmcı mücadeleler lekelenmek ve bu mücadeleler etrafında oluşan sempatinin azalmasını sağlamak, bölgede ‘sözde kurtuluş mücadelesi’ verdiği imajı ile tıpkı 1750 yıllarda Vehhabilere yaptırdığı gibi İslâm kültür miraslarını imha ettirmek ve İslam’ın temel kaynaklarına getirdiği sapkın yorumlarla ‘ŞERİAT İŞTE BU’ şeklinde kamuoyunun zihninde tahrifat meydana getirmek isteyen İngilizler, her çeşit vasıta ve unsuru kullanarak ya bilfiil örgütün kurucuları arasında yer almış yahut örgüte sızarak genel stratejiyi esir almışlardır. Dinî ve siyasî olarak ‘selefilik’ üzerinden bir örgütlenme Müslümanların hem içine sızmaya hem de aynı Müslümanları içten ve dıştan topyekûn tahrip etmeye en müsait örgütlenmedir. ‘Geleneksel İslâm’ etiketi ile zihinlerde mahkum edilmek istenen ve dünya Müslümanlarının % 90’ının mensubu olduğu Ehli Sünnet Ve’l Cemaat anlayışı içerisinde hareket edecek olsa ‘devşirdiği kalabalıkların’ bir müddet sonra bütün içerisinde eriyip aslına inkılâb edeceğini hesap eden Batı ve Yahudi, Selefilik başta olmak üzere sapkın ve kolaylıkla manipüle edilecek yapılar üzerinden rahatlıkla hareket etmektedirler. Bunun içinde Arapça ve Kürtçe başta olmak üzere birçok dil bilen, İslamî bilgilere ve bilhassa ‘sorunlu’ addedilen ayrıştırıcı bilgilere vukufiyetleri iyi olan ajanlarını bu tür örgütlere, cemaatlere sızdırmışlardır.

Nihayetinde önceki haftalarda İngiliz “The Independent” gazetesinde yer alan bir haberde İngiltere vatandaşlarının IŞİD’in yükselişinde önemli bir rol oynadığı belirtilmiş ve IŞİD saflarında savaşan iki bin Avrupalı militanın 500’ünün İngiliz vatandaşı olduğu söylenmişti. Ve yine 2015’in Martında Irak Parlamentosu Ulusal Güvenlik ve Savunma Komitesi Başkanı Hakem El-Zameli Irak güçleri IŞİD'e silah taşıdığı gerekçesiyle İngiltere'ye ait 2 uçağını düşürdüğünü iddia etmişti. Ve bu haber İngiliz kaynaklarınca da yalanlanmamıştı. Tabiî burada şunu ihmal etmemek gerek; bugün İŞİD etrafında toplanan İslamî anlamda dinî hassasiyeti yüksek ve ABD-İran işgalinin getirdiği zulüm ve işkenceden kurtulmak isteyen yerli halk birçok cephede samimi olarak savaşmaktadır; fakat örgütün tepesi ve bölgesel anlamda kendilerine biçtikleri ‘selefi kimlik’ etiketi ile hüküm kesen kadıların iradesi, Batı ve İsrail tarafından esir alınmıştır. IŞİD’in kültürel kaynağının Suudlar-Vehhabiler olduğu ve Suudî Arabistan iktidarının da ABD-İngiltere kucağında bir iktidar olduğu unutulmamalı. Kendi doğrusunu tatbik ettiği zannı-inancı ile hareket eden -azda olsa- yönetimde mevcuttur. Ancak dediğimiz gibi kültürel kaynakları sapkın bir anlayıştan geldiği için, neticede uygulama sapkın ideolojik bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Nihayetinde doğru yol birdir ve yanlış yoldan gidilerek hedefe varılamayacağı bedahettir.

Kilise'de 9 bin 355 taciz vakası! Kilise'de 9 bin 355 taciz vakası!

İbda Mimarından öğrendiğimiz veçhile; “Bir aksiyon ancak başka bir aksiyon tarafından körletilebilir.” Evet, ilginçtir ki Suriye ve Irak Batı-İsrail-İran koalisyonu neticesi yaşanmaz hâle getirilen Irak’tan kısmen çekilen işgâl güçleri, ardında ‘askerî masrafı daha az’ kontrgerilla usulü çalışan bir çete bıraktılar. Sebeb açıktı, bölge İslâm merkezli hareket eden yerel halkların desteği ile çok uluslu İslâmcı örgütlerin eline geçiyordu. Ve yükselen İslâmcı muhalefet sadece Irak’ta ki Batı işgalini değil tüm Ortadoğu da ki Batı güdümlü rejimleri de tehdit eder hâle gelmişti. Bilhassa İsrail büyük tehlike altındaydı. IŞİD  tam da böyle bir ortamda doğdu yahut doğuruldu. Ancak bir müddet sonra İngiltere başta olmak üzere ABD ve İsrail gibi ülkeler –hâli hazırda yine güçlü bir etkileri olmasına rağmen- genel anlamda örgüt üzerinde ki kontrolü kaybettiler… Bu yüzden zaman zaman hem IŞİD’e karşı savaşarak güçlü bir İŞİD istemediklerini, hem de İŞİD içerisinde bilgileri dışında hareket edenleri katlederek IŞİD’e ayar vermektedirler. Mevzuyu anlamak için çıkan petrolün kime satıldığına, yeraltı kaynaklarının kimler vasıtası ile nereye taşındığına vs. bakılınca bütün hakikat ortaya çıkmaktadır. Bugün bile Irak-Suriye üzerinden Haçlı Koalisyon güçlerine ait savaş uçaklarının Müslüman köyleri şehirleri bombalaması, oradaki binlerce insanı öldürmesi yerinden etmesi PETROL’ün nereye gittiğinin, gitmesinin sağlanmak istendiğini göstermeye yetmiyor mu?

Son bir not; 2011 Şubat-Haziran döneminde İngiltere’nin Libya, Bahreyn, Suudi Arabistan gibi ülkelere silah ihracatı 30,5 milyon Sterlin. Bu silahların içerisinde yoğun olarak suikast silahı olarak da bilinen keskin nişancı silahları, tüfekler, hafif makineli tüfekler var. Sadece Suudî Arabistan, 2012 Mayıs ayında 72 “Eurofighter Typhoon” savaş uçağı satın almak için İngiltere ile 3 milyar dolarlık anlaşma imzalamış. Diğer taraftan İngiltere Kraliçesinin Abdullah Gül’e “2010 Chatham House Ödülü” vermesi sonrasında iyice yakınlaşan İngiltere-Türkiye ilişkileri neticesi  “Türkiye’de faaliyet gösteren Birleşik Krallık sermayeli şirketlerin sayısı Mayıs 2012 itibarıyla 2.362’ye çıkmıştır. Ayrıca, aynı tarih itibari ile 37.460 Birleşik Krallık vatandaşının Türkiye’de 26.730 adet gayrimenkulü bulunmaktadır.”(http://www.mfa.gov.tr)

Nihai olarak;

İngiliz emperyalizminin kanlı tarihi, köle ticaretinden elde ettiği gelir, köle taşımacılığı ve Afrika insanını köleleştirme esnasında gerçekleştirdiği soykırımlar falan artık herkesin malumu. Ve en basit tarih kitaplarında bile yer almaktadır. Asıl problem bu durumun kanıksanmasıdır. Fotoğraflara bakarak hayıflanan yahut öfkelenen birkaç yüz insan bile neredeyse İngiliz Emperyalizminin bu işkence ve yağmacılığına gizli bir hayranlık beslercesine “İngiliz Centilmenliği, İngilizce Dünya Dili, İngiltere Medeniyet Projesi, İngiliz Aklı” kavramları ile idrakini iğdiş etmiştir. Oysa ertelenmeyen ve bitmeyen bir savaşı sürdürülmesi ve bu zulmün ve işkencenin sahiplerinden hesabının sorulması gerekiyordu. Büyük Doğu-İbda bu yüzden akranlarından çok farklı bir yapı arz ediyor ve düşmanları tarafından iyi tanınıyor. Açık söyleyelim Büyük Doğu İbda bağlıları başta ABD-İsrail olmak üzere bu topraklar üzerinde ne İngiliz, ne Rus, ne Çin, ne de İran emperyalizmine, diğer bir deyişle terörüne izin vermez, vermeyecektir de. Bugün emperyalizme karşı “FİKİRSE FİKİR KAVGAYSA KAVGA” temel dinamiği üzerinden dik duran, mücadele eden ve FİKİR ve AKSİYON gücünü elinde bulunduran İBDA’dan başkaca güç yoktur, kalmamıştır. Son tahlil de; farklı noktalarda belli belirsiz hareketlerle emperyalizmin surlarına darbe vuranlar, emperyalizme karşı canları pahasına savaşanlar Büyük Doğu İBDA bayrağı altında mutlaka buluşacaklardır.

Son sözümüzü Said-i Nursî Hazretlerine bırakalım:

«Sual – Neden bu kadar İngiliz’den nefret ediyorsun, musalâhasını da istemiyorsun?

Cevap – Sebep bir değil, bindir. Bana en ziyade şedid görünen, mânen ahlâkımıza vurduğu darbedir. Çekirdek hâlinde olan secâya-yı seyyieyi içimizde inkişaf ettirdi. Hayatın yarası iltiyam bulur; izzet-i İslâmîye, namus-u millînin yarası pek derindir.» (Sünuhat Tuluat İşarat sh: 81)

«On üç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden, ah­kâmda Avrupa'ya dilencilik etmek, Din-i İslâm'a büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gi­bidir.» (Hutbe-i Şamiye sh: 89)

«Kâfirler, hususan Avrupalılar ve bilhassa İngiltere şeytanları ve Frenk iblisleri, Müslümanlara ve Ehl-i Kur'ân'a ebedî can düşmanı ve daimî muannid hasımlardır.» (Mesnevi-i Nuriye, sh: 179)

Sezai Kırlangıç

Aylık Dergisi 131. Sayı Ağustos 2015