İnsan, günümüzde birçok özelliklerini iktisadi ve teknolojik sistemlere bırakmanın, problemlerini yaşıyor. Kendi rol ve gücünü, farkında olmadan unutup, olaylara şekil vermeyi bırakıp, kendisi şekillendirilen ve yönlendirilen bir varlık haline geliyor. Tabii, bu durum, belli süreçlerin sonunda gerçekleşen bir sonuç olmuştur.
İnsanın rolü
İnsan, ilahi sistem ile yeryüzünü yönetme gibi önemli bir görev ile görevlendirilmiş bir varlıktır. Bu özellik, insandan başka hiçbir varlığa veya eşyaya verilmiş değildir. Böyle bir görevin yürütülebilmesi için, insanda önemli nitelik ve özelliklerin olması gerekiyor. Bu özelliğin başında, manevi değerler gelmektedir. Felsefe, Biyoloji, Psikoloji ve Sosyoloji gibi Batı kaynaklı ilimler, insanın sorumlu olduğu önemli görevler ile ilişkisini kurarken, onun, sadece kendi özellik ve imkanları ile böyle bir görevi yerine getirmesi ile ilgili alternatifler üzerinde durmuşlar ve buna göre sosyal, iktisadi ve siyasi sistemler kurmuşlardır. Halbuki insan, bir yönüyle dini ve ahlaki, diğer yönüyle içinde yaşadığı dünyanın gerçeklerinden oluşan iki boyutlu bir dünyada yaşamaktadır. İlahi dinler, insanın eğitim ve yönlendirilmesini, onun “iradesiyle sağlamaya” çalışan bir sistem ile ona, böyle önemli bir sorumluluğu vermişlerdir. Bunu yaparken de, ona herhangi özel bir nitelik ve mevki vermeksizin, her insanı böyle bir sorumluluk içinde değerlendirmişlerdir. Aslında ilahi dinlerin tek bir kaynaktan faydalandığını ve her birinin, bir diğeri üzerine bilgi ve tecrübeler koyduğunu düşündüğümüzde, tek bir çizgi ve amaç doğrultusunda varlıklarını sürdürdüğünü anlayabiliyoruz.
İnsanın kendi irade ve bilgi sisteminin üstünde olan ilahi sistem, insanı kendine muhatap alarak, ona son derece önemli bir görev ve manevi statü vermek suretiyle, tarihin eşine rastlanmadığı bir “ilahi sözleşme” ile böyle bir sistemi kurmuştur. Bu sistem, insanın kendi kendine yetmediği ve kendini düzeltme kabiliyetinde olamamasına dayalı “İlahi bilgi hikmetiyle” gerçekleşmiştir. İnsanlık tarihinin de, en büyük sorusu, böylece cevaplanmış olmaktadır. Böyle bir ilişki, “sosyal bir sistem”in inşasından başka bir şey değildir ve insana yakışan, en onurlu bir varlık ve kimlik özelliğidir.
İnsanın irade intiharı
İnsan, kendi iradesi ve tercihlerini herhangi bir baskı olmadan gerçekleştiren bir varlıktır. Yani, baskı, sindirme veya zorla herhangi bir yöne çekilip, köleleştirilemeyen bir özellik taşımaktadır.
Fakat, günümüzde, insanın belli sistemlere bağlı ve bağımlı hale getirildiğine, iradesinin önemli ölçüde dikkate alınmadığına ve neredeyse, iradesiz bir şekilde belli tutum ve davranışlara doğru sürüklendiğine şahit oluyoruz.
Bu tutumun birinci sebebi, insanın kendi değerler sistemini ve felsefi ve tarihi misyonunu bilmemesinden veya unutmasından kaynaklanmaktadır.
Felsefi, İdeolojik ve Siyasi sistemler; öncelikle insanın idraki üzerinde birtakım etkiler yapmak veya oyunlar düzenlemek suretiyle, onun sağlıklı ve mantıklı düşünmesinin önünü tıkamış ve insanı, farkından olmadan, kendi özelliklerini kullanamayacak hale getirmişlerdir. Çünkü bir insan, kendi varlık sebebini ona açıklayan ve buna göre, onun davranışlarını düzenleyen bir bilgi ve sistem anlayışı göremezse ve en önemlisi, bu bilgi ve sistemleri değerlendirebilecek bir “değerlendirme sistemi”ne sahip olamazsa, onun yapabileceği tek şey, kendine sunulan herşeyi, ölçmeden ve değerlendirmeden kabul etmektir!.. Günümüzde, böyle bir sanal sistemin ve daha doğrusu “hayal dünyası”nın etkilerini görmekteyiz. Çünkü, ölçüsü olmayan insan; başka ölçülere göre hareket etmek durumundadır. İşte, değerler sistemi; bize, böyle bir ölçü sistemi getirip, olayları ve çalışmaları bu sistem ile değerlendirme imkanı verebilmektedir. Tabi, bundan haberi olmayanlar da, kendilerine sunulan her bilgiyi, doğru ve gerekli olarak kabul etmektedirler.
Sorumluluk şuuru
Sorumluluk; sahip olduğu ve korumak zorunda olduğu imkan ve nesneleri bilen bir kimsenin ortaya koyabileceği bir davranış şeklidir. Çünkü insan, kendisine emanet olarak bırakılmış önemli ve hassas bilgi ve davranışlara yönelik sorumluluk anlayışına sahiptir. Ama, böyle bir “sorumluluklar listesi” yoksa veya sorumluluk duygusu kendisine kazandırılmamışsa, onun yapabileceği hiçbir tutarlı bir davranış yoktur.
Günümüzde, kendi ahlak ve kültürünü yıllardan beri düzenli ve iyi bir şekilde alamamış bir toplumun, özelde gençlerin, insan olarak kendi sorumluluklarını bilme ve bunları koruma gibi bir reflekslerinin kolay kolay ortaya çıkamayacağını da kabul etmemiz gerekiyor. Bu yüzden, asıl sorumluluk sahibi; ailelerin, eğitimcilerin, toplum kuruluşlarının ve bilhassa hükümetin, bu sorumluluğun elde edilmesi, yaygınlaştırılması ve korunması gibi “hayati” görevleri vardır. Bu görev yerine getirilmediğinde, bu eksikliğin telafisi olmadığı gibi, vebali çok ağırdır…
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat