Bilgisayarın başına oturduğumda hiç bu kadar zorlanmadım. Genellikle ne yazacağımı bilerek oturur, yazar ve kal- karım. Ama bu defa öyle olmadı. Garib bir "inkıbâz" hâli var şu an üstümde.

Kelimeler, cümleler beynimde oradan oraya savrulup duruyor. Nereden başlayacağımı, neyi nasıl yazacağımı bir türlü kestiremiyorum...

Yol açmak zordur. Ama belki yolun hakkını vermek, yola, yolculuğa ve yolculara sadakati muhafaza etmek daha zordur. Bilhassa değdiği her şeyi çürüten, dönüştüren, içini boşaltıp değersizleştiren seküler ilişki, anlam, durum, fikir ve insanların "geçer akçe" sayıldığı günümüzde bu zorluk katmerli hale gelmiştir...

Belki irademi klavye üzerinde sıkıntıyla gezinip duran parmaklarıma teslim ettiğim, belki de Salih Mirzabeyoğlu denilince akla ilk olarak gelmesi gereken hususun "istikamet/müstakim duruş" olduğunu düşündüğüm için yazmış oldum yukarıdaki paragrafı. Öyle veya böyle bu paragrafa sahib çıkıyor ve "dahası" babına şunları ilave ediyorum:

Bir inancı ortaya atmak ve müdafaa etmek önemlidir; ama çok zor değildir. Eğitim sistemimiz bolca yetiştiriyor bu türden insanları. Ondan daha zor olan, hayat dediğimiz emaneti o inanç istikametinde şekillendirmektir; her türlü müşkilâtı, mahrumiyeti, mağduriyeti, maliyeti göze alarak. O bunu yapabilen ender insanlardandı.

Yaptıklarıyla bu topraklara silinmeyecek izler kazımış olan merhum Mirzabeyoğlu'nun kaderinde yapmadıkları da –hayatının son çeyreğini geçirdiği tecrit faslının gerekçesi neydi?– ön planda oldu.

Mücadele, tefekkür, telif, tecrit... ile geçirdiği ömürden geriye kalanların hülâsası nedir?

İSTİĞNÂ.

Ben onun en çok müstağni duruşunu sevdim. Mekânı cennet, makamı âli olsun...

Ebubekir Sifil