Aylık Baran Dergisi Yayın Kurulu Üyesi ve yazarı Kâzım Albayrak, 8.10.2025 tarihinde Sancaktepe İnsanî Değerler Platformu (SANİP)’te yaptığı sohbette, Üstad Necip Fazıl’ı ve Büyük Doğu ideolojisini yedi karakteristik üzerinden ele aldı. Başyücelik devlet modelinden Üstad’ın aksiyon ruhuna, iman ve vecd ile yoğrulmuş şahsiyetine kadar kapsamlı bir bakışla ele alınan bu değerli sohbetin yazılı versiyonunu siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz.
Önce “Necip Fazıl kimdir?” diye sorarak onu tanımlamaya çalışalım. Necip Fazıl, şeriattan zerre taviz vermeden onu eşya ve hadiselere hâkim kılmanın dünya görüşünü örgüleştirmiş adamdır. Burada öncelikle altını çizeceğimiz husus, onun şeriattan taviz vermeyen çizgisidir. Bu tanımdaki ikinci husus ise Necip Fazıl’ın İslâm’ın iktidarı için içtimaî ve siyasî bir düzen teklifiyle ortaya çıkmasıdır. Yani Necip Fazıl, “Çağımızda Müslümanların, devlet ve idare sistemi nedir, ne olmalıdır?” sorusunu cevaplamıştır. Hülasa olarak, fert ve toplum olarak Müslümanın düşünce yapısını, içtimaî ve siyasî görüşlerini sistematik hale getirmiş, bunu dünya görüşü halinde sunmuştur, diyebiliriz.
Dünya görüşü mevzu inanç ve itikadlarla da yakın alâkalıdır. Zira içtimaî ve siyasî fikirlerle her yerde karşılaşıyoruz. Ya kabul ya red şeklinde bir tarafta oluyoruz. Mesela bir rejimden bahseden liberalizm var, sosyalizm var. Öte yandan içimize kadar girmiş olan “doğru yolun sapık kolları” olarak modernizm/reformizm, selefîlik, neo-selefîlik gibi akımlar vardır. Bu içeriden görülen akımların çoğunun ise oryantalizm gibi dış kaynaklı olduğunu belirtelim. Peki, bizim bunlara karşı duruşumuz nedir? Bunun yanında demokrasi, liberalizm, özgürlükler, yönetim biçimi, seçim sistemi vs. meseleler… Bunlarla iç içeyiz. İşte Necip Fazıl, bu meselelerin “bizce” çözümlerini “İdeolocya Örgüsü” eserinde sistemleştirmiş, “Başyücelik Devlet ve İdare Mefkûresi” bölümünde ise Başyücelik ismiyle mücessem hale getirmiştir. Onun temel kitabı bu eserdir. Bu kitabı okumadan Büyük Doğu’yu anlayamayız. Salih Mirzabeyoğlu da Başyücelik Devleti eserinde Üstad’ın bu teklifini tahlil ve tafsil etmiştir. Burada bütün fikriyatını hülasa etmiştir. Doğu âlemi, Batı âlemi, rejimler, devlet anlayışı vs... “Başyücelik Devleti”, İslâm’ın geçmiş devlet tecrübelerini hülasa etmiş, özümsemiş, Râşid Halifeler dönemini örnek almış ve çağımızda süzülmüş örneği olmuştur.
Başyücelik, bizim devlet mefkûremizdir; İslâmî bir rejimin anayasası ve manifestosudur. Aksi halde, sekülerizm içinde kayboluruz. Müslüman, seküler bir rejimde yaşarsa gittikçe kan kaybına uğrar; özellikle gençlik açısından bu durum olumsuz sonuçlar doğurur. Zaten bugün bunu yaşıyoruz. Bu sebeple, Büyük Doğu fikriyatını toplumun genel düşünce çerçevesine oturtmamız gerekir.
Necip Fazıl, “İdeolocya Örgüsü”nü Anadolu gençliğine ithaf ediyor. Gençlik, İslâm inkılâbı demek; Üstad’ın beklediği böyle bir büyük zuhurdur. Zaten başka türlü de olmayacağı anlaşılıyor. Bu eserin ithaf yazısında Üstad şöyle diyor: “Bu eser benim bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyimdir.”
Necip Fazıl’ın fikir merkezli sekiz eserini de zikredeyim. Başta İdeolocya Örgüsü olmak üzere Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, Türkiye’nin Manzarası, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, İman ve Aksiyon, Hesaplaşma, Sahte Kahramanlar, Dünya Bir İnkılâp Bekliyor. Üstad’ın ilk dört eseri ise şöyle sıralanabilir: İdeolocya Örgüsü, Çöle İnen Nur, O ve Ben, Çile.
Yedi Maddede Büyük Doğu’nun karakteristikleri
Şimdi Büyük Doğu İdeolojisini maddeler halinde biraz anlatalım.
1-Şeriatten kıl feda etmeyen fikirler manzumesi oluşu.
2- Keramet çapında bir tarih muhasebesi yapması…Büyük Doğu bize beş asırlık tarih muhasebesiyle birlikte yakın tarihi de bütün uydurma ve sahteliklerinden ayıklayarak gösterir. Ulu Hakan Abdülhamid Han, Sultan Vahidüddin Han ve Sahte Kahramanlar eserleri yanında onun müstear adla çıkan ve önce yurt dışında basılan tek eseri olan Put Adam’ı (Arapçası er-Reculü’s-sanem) da bu babda zikredelim. Bu eser, hâlâ putları her yerde câri olan mâlum şahsın hayatını anlatıyor. Bu eser Arap ülkelerinde 1977’de basıldı, Türkiye’de 2019’da tercümesi yapılarak yayınlandı. Üstad’ın tam üslubu olmasa bile her şey yine belli. Orada Üstad dokuz bölümde anlatıyor. Mesela yedinci bölümde “Çankaya, Cinayet, Rezillik ve Utancın Merkezi” deniyor. Yakın tarihi bilmek açısından bu eser de önemli. Tarih açısından, nereden geldik, nereye vardık, ne yaşadık şeklinde geçmişimizi bilmeliyiz.
Ulu Hakan Abdülhamid Han önemli eserdir; eserin sonunda “Abdülhamid Han’ı anlamak her şeyi anlamaktır.” deniyor. Kırılma noktası orasıdır, bu yüzden bu noktayı bilmeliyiz. Hilafet aslında orada düştü. Abdülhamid Han’ı deviren İttihat ve Terakki çetesinin neler yaptıkları mâlum.
Vahdettin Han ise çilekeş ve mazlum bir padişahtır; Üstad’ın kitabına da başlık olan ifadeyle söylersek, “Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu”dur. Ancak o ülkeyi Batı’ya peşkeş çekenlerce “vatan haini” ilan edilmiştir.
Mithat Paşa’dan Reşit Paşa’ya, Namık Kemal’den Ziya Gökalp’e kadar sahte kahramanlar panoraması uzar. Dostumuzu bildiğimiz kadar hatta ondan daha fazla düşmanımızı ve bu sahte kahramanları bilmeliyiz. Abdülhamid Han’ı deviren ve hilafeti yıkan onlar. Üstad bu isimdeki eserinde Sahte Kahramanlar’a resmi bir geçit yaptırır.
3-Dünya görüşü ile ortaya çıkması. Bunun zarureti olarak şunu ifade edelim ki çağımızda meselelerin giriftliği ve hiç olmadığı kadar iç içe oluşu sistematik bir görüşe ihtiyacı dayatmaktadır. Topyekûn bir inanış, ölçülendiriş ve her örgüsü uyumlu fikirler manzumesine ihtiyaç. Gelenekteki kopukluktan ve anlayışın kaybolmasından dolayı İslâm’a muhatap anlayışın dünya görüşünün çerçevelenmesi ihtiyacı doğmuştur. Parça parça veya eklektik değil, dünya görüşü sistematiği içerisinde hadiselere bakılması gerekiyor, bütünlük içinde, sistematik şekilde. Çağımızda eşya ve hadiseleri kuşatıcı ve birbiriyle uyumlu çözücü böyle sisteme ihtiyaç var; Üstad bunun için koymuş bu fikriyatı. Yirmi beş senesini bunun için vermiş. Oradan buradan toplama değil. Kitaplara bakar, hocaları, münevverleri, siyasetçileri toplarız, yaparız diye öyle olmuyor. Projeyi bir kişi çizer; örneğin şuraya pencere koyacağım, kaloriferi böyle koyacağım diye bütün bir binaya göre hesaplanır. Herkes parça parça yaparsa birbirine uyumsuz olur, o zaman sistem bozulur. Herkesin birbirinden habersiz, binanın bütününden habersiz yapması olmaz. Projeyi bir kişi çizer, uygulamasını kadro yapar. Sistem mevzu bu kadar önemli, gözden kaçmasın.
4-Peygamber merkezli bir düşünce sistemi oluşu. Zira peygamber olmadan Allah’a ulaşmak mümkün değildir. Bunun için Necip Fazıl’ın tanımıyla “peygamberin bâtını” demek olan tasavvuf gerekiyor. Canlı bir örnek olarak bir beşer olan peygamberden Allah’a daha kolay ve tesirli ulaşılacağını da ifade edelim. Bu minvalde Necip Fazıl fıkıhtan zerre taviz vermeyen bir tasavvufu temel alıyor. Şer’î ölçülerden zerre taviz vermeden onu tasavvufla mezcediyor. Birinci maddede Büyük Doğu’nun şeriattan kıl taviz vermediğini ifade etmiştik. O, mürşidi Seyyid Abdülhakîm Arvâsî ile tam rotasını bulmuş ve cemiyet mücadelesine atılmıştır. Aksiyonunu mürşidine borçludur. Hülasa tasavvuf, Büyük Doğu İdeolojisinin temelini teşkil eder. Necip Fazıl “Çerçeve 2” eserinde şöyle der: “Tasavvuf ki ruh ve kafa çilemin yüzde yüzünü temsil eder.”
Bu minvalde Necip Fazıl’ın davanın aşk, vecd, diyalektik ve estetik boyutlarını işaretlediğini belirtelim. Necip Fazıl her şeyden önce bir dava ahlâkı adamıdır ve vecd ile hareket eder. Onun sanatçı yönü de estetik buudunu tamamlar. Necip Fazıl davasına divane gibi bağlıdır. Söylentilere kulak asmayın; Necip Fazıl bir vecd adamıdır.
5- Dost ve düşman kutuplarını işaretlemesi. Baş muhabbet kutbu, kâinat yüzü suyu hürmetine yaratılan Allah Resulü’dür. Baş nefret kutbu da ona göre belirlenir, bu çerçevede çağımızda baş muhabbet ve baş nefret kutupları işaretlenir ve mücadeleye geçilir. Yakın tarihten gerçek ve sahte kahramanları da bu minvalde anlamak lazım. Bu çok önemli, çünkü şaşırmalar olabiliyor. Üstad bütün ilişkilerimizde ferdî ve içtimaî münasebetlerde geçerli olması gereken yasayı, yani şeriatın yasasını şöyle ifade ediyor: “Allah için sevgi ve muhabbet, Allah için nefret ve buğz”; birbirimizi bunun için seveceğiz. El-hubbu fillâh ve’l-buğzu fillâh, Kur’an buyruğudur. Üstad bir şiirinde şöyle ifade eder: “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!”
Bir adamın düşmanı yoksa davası yok demektir. Öyle ılıman gidiyordur, tatlı su balığı gibidir. Böyle olmaz. Hatta dosttan çok düşmanı daha iyi tanıyın diyor Üstad. Demokrasiyi amaç edinmek, değersiz ve omurgasız olmak demektir. Bu ılımanlığın sonu “Mezheplere ve şeriatın bazı hükümlerine gerek yok!” sapkın anlayışıdır. Olur mu böyle şey? Küfre ve kötülüğe bir vurdumduymazlık ve hoşgörü yayılıyor. Halbuki hoşgörü ancak hak ölçüleri içerisinde Müslümanlar birbirine gösterir, küfre ise şedit davranır. Kur’an emri böyle iken bunun dışına çıkmak musibet olur.
6- Necip Fazıl’ın yeni bir usul, tarz ve diyalektik getirmesi. O hem geleneğe bağlı hem yenilikçi-devrimcidir. Kısaca modernist olmadan moderndir; buna “gelenekli yenilik” de diyebiliriz. Geleneğe bağlıdır, ama geleneği kuru kuruya tekrar etmez. Çağımızın yeni meselelerine tatbik edebilecek yeni bir dil ve diyalektikle sunar. Estetik planı başa alması da onun usul ve tarzda bir yenilik getirmesidir.
7- “İslâm İnkılâbı” ve “Büyük Zuhur” diye ifade ederek aksiyona geçmesi. Necip Fazıl, “Cihanı kaldıracak manivelanın dayanak noktasını Türkiye kabul etmek” diyor ve en olumsuz şartlarda öne atılıyor bir gençlik yoğuruyor. Bu hususta her bedeli de ödüyor. Örneğimiz,/emsalimiz odur.
Başyücelik Sistemi
Başyücelik sistemi nedir? Bize nasıl bir yönetim tarzı öneriyor, bu mevzu tafsil edilmeli üzerinde tartışılmalıdır.
Başyücelik sistemi üzerinde detaylı durmamız gerekir. Yasama-yürütme-yargı, kuvvetler ayrılığı, özgürlükler ve özgürlüklerin sınırı, hâkimiyetin kaynağı gibi temel meseleler etrafında. Bütün bu meseleleri çözmüş Başyücelik devlet ve idare mefkûresidir. Necip Fazıl’ın temel karakteristiklerinden biri de budur. Yani Başyücelik devlet modelini ortaya koymasıdır. Bu model, “İdeolocya Örgüsü”nün kalbi mesabesindedir.
Başyücelik, Necip Fazıl'ın ortaya koyduğu kendine mahsus, orijinal bir sistemdir. O, mevcut rejimlerin iyi taraflarını almış, kötü taraflarını atmış; çağdaş mütefekkir olarak faydalıları süzmüş ve İslâm’ın süzgecinden geçirerek tertip etmiş, orijinal bir sistem haline getirmiştir. Bu sistemde Yüceler Kurultayı var, günümüz meclislerine benzeyen bir organ; Başyüce var, Yüceler Kurultayı’ndan seçimle çıkmıştır.
Siyaset ve ahlâk nazariyeleriyle tanınan Mâverdî’nin tespitiyle toplum üç kesime ayrılıyor: Seçilen, seçenler ve bunların haricinde kalanlar. Seçilen Başyüce, seçenler Yüceler Kurultayı ve bunların dışındakiler de halk kesimi. Yüceler Kurultayı’nda ölçü ahlâk, erdem, seçkinlik, çilekeşlik, fikir yönü ve dürüstlüktür. Din adamı olması şart değil, herkes Müslüman zaten. Seçkin kişiler farklı meslek gruplarından olabilir. Emanet ehline verilir, ehliyetli insanlar seçilir, nüfuzlu değil. Üstad, İmam Gazâlî ile keleş bir çobanın oyunu bir tuttuğu için demokrasi rejimlerini eleştiriyor. Bu şekilde her ferdin verdiği oyun, aynı değerde olması adalete uygun değil.
Başyüce, Yüceler Kurultayı tarafından seçilir ve otoriterdir. İslâm’da başkanlık otoriterliği vardır ancak la’yüsel, hesap sorulamaz değildir, krallıklardaki gibi. Zaten Yüceler Kurultayı, Başyüceyi denetler; iki tarafın birbirini feshetmesi ağır şartlara bağlıdır, böyle bir denge var. Üstad, “Başyüceyi irade, Yüceler Kurultayını ruh olarak niteler. Toplumun yararına yapılacak plan ve proje bellidir, Başyüce bunu yürütür. Günümüz siyasetinden bir misal olarak, Tayyip Erdoğan'ın tek başına iktidarda olması Türkiye'ye birçok avantaj sağlamıştır; koalisyonlarla bunlar mümkün değildir bu, zira devamlı birbirine çelme takıyorlar.
Başkanlık sistemi Amerika'da da var. Başyüce yetkileri itibarıyla başkanlık sistemine benzer ancak halk seçmez, bizde Yüceler Kurultayı seçer. Yüceler Kurultayı, Başyüce hükümetini onaylamadan iktidar olamaz. Denetleme tarafı güçlüdür; Başyüce, hükümetten onay aldıktan sonra tasarrufunda serbesttir, icraat yapabilir.
Bizde seçim sistemi ancak Halk Şûrasında olur. Halk Şûrası, her sene toplanır. Üyeleri seçimle gelir, hizipleşmeye ve partileşmeye müsaade edilmez. Seçkin ve toplumca sevilen kişiler gelir. Halk Şurasına katılan herkes, hükümeti ve Başyüce'yi denetler. Başyüce’nin evinde kaç kap yemek yendiğine kadar sorma yetkisi vardır. Yani Başyüce istediğini yapamaz. Hz. Ömer'in adalet örnekleri alınır; devlet malından ne kadar tasarrufta bulunduğu, Beytülmalden evine ne kadar ayırdığı, harcamaları nasıl yaptığı gibi.
Amerika’daki başkanlık sistemine görüntü olarak benzemesine rağmen halk seçmediği ve layüsel olmadığı için, Yüceler Kurultayının yetkinliği daha fazla olduğu için Başyücelik dünyadaki sistemlere benzemez. Parlamenter sisteme de Başyücenin otoritesi açısından uzak olur. Yüceler Kurultayı günümüz meclislerine benzer ama günümüz parlamenter sistemleri gibi değildir. Kendine özgü bir sistem vardır. Bu sistem kendine mahsustur. İlla birine benzetmek istersek, çağdaş olarak De Gaulle örnek verilebilir. De Gaulle, Fransa’da; yarı başkanlık sisteminin sahibidir. Bir eli otorite de diğer eli demokrasiye bir misal olarak De Gaulle’yi verdik.
Sohbet akışı içinde sorulu-cevaplı gidebiliriz. Sorularınızı alabilirim. Lütfen buyurun!
Soru-Cevap Bölümü
Soru: Necip Fazıl’ın beslendiği kaynaklar nedir?
Cevap: Necip Fazıl’ın birinci kaynağı, mürşidi Abdülhakîm Arvâsî Hazretleridir. Başlıca referans kaynağı alimler olarak şu isimleri sayabilirim. 1- İmam-ı Rabbânî. 2- İmam Gazzâlî. 3- Muhyiddin İbn Arabî. 4- İmam Kastallâni. (Onun siyer-i nebi eserini tercüme etmiş.) 5- Fahreddin Sâfî. (Onun Reşahat eserlerini dilimize aktarmış.) 6-Erzurumlu İbrahim Hakkı. (Onun Marifetname eserini didik didik etmiş.)
Öte yandan o, devrinin alimleriyle görüşmüş, onlarla istişare etmiştir. Arvâsî ailesi ile görüşmüş; Hacı Cemal Öğüt, Ömer Nasuhi Bilmen, İbrahim Buğalı, İsmail Çetin Hoca, Eyüp Sabri Efendi, vs. Bu hususta Abdurrahman Hacımelek’in Alimler ve Necip Fazıl, Veliler ve Necip Fazıl isimli iki kitabı var. Orada tüm bu kaynaklar detaylı şekilde anlatılmıştır.
Soru (Aliosman Dağlı): Necip Fazıl’ın hayatî bir önemi vardır. Nasıl CHP'nin fikir babası Tevfik Fikret, Ziya Gökalp, Hasan Âli Yücel ise, bizim de fikir babalarımızdan en önemlisi Necip Fazıl’dır. Sağ-muhafazakâr kesimin, bugün AKP, MHP, BBP veya kendisini dindar ve muhafazakâr gören herkesin fikir babasıdır. O yüzden herkesin onu tanıması gerekir.
Cevap: Gogol’un “palto” benzetmesiyle söylersek, “Hepimiz Necip Fazıl'ın paltosundan çıktık.” denilebilir. Bunu inkâr edenler, kusura bakmasınlar ama haramzade oluyorlar; Müslümana inkârcılık yakışmaz. Bazıları kendilerini Üstad olarak öne çıkarmaya bakıyor; modernizmin getirdiği benlik-bencillik Müslümanlar arasında bilhassa şöhret peşindeki okuryazar kesimde yaygın. Necip Fazıl’ı anlatırken bile kendilerini anlatıyorlar aslında, bu taktiği iyi yapıyorlar. Bu, İslâm’a bir şey kazandırmaz. Böyle dava güdenler İslâm’ı yüceltmez. Benlik davasıyla İslâm yücelmez. İhlas olmayan yerde tekâmül de olmaz.
Teşkilâtlarınızda buna dikkat etmelisiniz. Çekirdek kadronuz az da olsa bu şekilde olmalıdır; olmayanlara bunu anlatın. “Allah için sevgi, Allah için buğz”; bunu kaybetmeyelim, ihlasla bir şey yapalım ki bereket ve tekâmül olsun. Öteki türlü ondan bundan kopyalama, görünmek için hareket etmek doğru değil. Bu ızdırabı duyun, duymanız lazım. Kendiniz bu dertle bir kavrulun; topluma bir şey vermek diye bir derdiniz olsun. Kavrulduktan sonra etrafınıza bir şeyler verebilirsiniz ancak.
Soru (Aliosman Dağlı): Sistem ihtiyacından bahsettiniz. Meşhur bir söz var, “Türk vatandaşı, İsviçre Medeni Kanunu’na göre evlenen, İtalyan Ceza Yasası’na göre cezalandırılan, Alman Ceza Mahkemeleri usulü yasasınca yargılanan, Fransız İdare Hukuku’na göre idare edilen ve İslâm hukukuna göre gömülen kişidir.” Paramparça bir sistem. Bizim hukukumuzda İcra ve İflas Hukuku farklı bir yerden alınmış, Medeni Hukuk farklı bir yerden, Borçlar Hukuku farklı bir yerden, Ticaret Hukuku ve Anayasa Hukuku da ayrı kaynaklardan; bu yüzden sürekli birbiriyle çelişiyor ve temyize götürüyoruz. Çoğunluğu uyuşmazlık.
Cevap: Bu husus mühim olmasına rağmen ihmal ediliyor. Böyle parçacı ve eklemeci olarak yol alamayız. Bu şekilde ancak ruh ve beden dünyası parçalanmış ve hibrit hale gelmiş bir nesil ortaya çıkar.
Soru: Üstad’ın “Büyük Doğu”dan kasdı nedir?
Cevap: Necip Fazıl, “Büyük Doğu” kavramını açıklarken, “Doğunun doğuşu” der. Büyük Doğu, “İslâm âleminin yeniden doğuşu” anlamına gelir. Necip Fazıl burada Batı’nın büyüklüğüne karşı çıkarak, “asıl büyük olan Doğu’dur” der. Bu bir medeniyet itirazıdır. Batı’ya karşı “büyük olan siz değil, biziz” deme cesaretidir.
Büyük Doğu İdeolojisi/Mefkûresi gibi bir modelimiz olmasa küfür rejimlerine ve modellerine yem olacağız demektir. Said Nursi’de böyle bir fonksiyon yok; eserleri değerlidir ama böyle bir modeli icra etmemiştir. Tefsire, imanî hakikatlere dair eserler vermiştir. Necip Fazıl böyle bir modeli ortaya koymuştur; böyle bir modelimiz olmazsa esen rüzgâra göre liberalist, ılımlı İslâm; başka bir rüzgâr eserse “hepimiz kardeşiz”, “mezheplere ne gerek var?” gibi durumlara düşerdik. Bu ideoloji bize sağlam bir zırh, kalkan vazife görüyor. Fakat çoğu kişiye bu önemli meseleyi anlatmakta zorlanıyoruz.
Bizde kitap okumama gibi bir hastalık var. Bir de birden heyecanlanıp bir şeyler yapmayı seviyoruz. Heyecanlanmak bu milletin iyi bir vasfı; tabii ki ruhsuzluk, kuruluk olmasın. Ama diğer taraftan oryantalist, reformist gibi kafanı iğdiş edeceklere karşı kendini sağlam tut. Heyecanlanıp hayırlı bir iş yaptığında da İslâm’ın yeşermesi, tahakkuku ve topluma tatbiki hususunda, ne Selefiliğe, ne Mutezile’ye, ne reformize kay.
Sisteme gelirsek, Başyücelik devlet modeli, çağımızda bizim için çok büyük bir nimettir ama bunu idrak eden çok fazla kişi göremiyorum. “Anayasamız Kur’an’dır. Başka bir şeye ne gerek var?” şeklinde bir yanlış düşünce de var. Kur’an anayasa kitabı değil ki; ekonomik haklar, hürriyetler, aile hukuku gibi konuları madde madde vermiyor. Kur’an hidayet kitabıdır, bize yaşanmaya değer hayatı billurlaştırıyor. Kur’an bütün ölçüleriyle bize rehber olmuş ve mucizeler ortaya koymuştur. Bundan dolayı “Anayasamız Kur’an’dandır.” demek daha doğrudur.
Soru: Müslümanlar sert ve zalim mi sanki de ılımlı İslâm olsun?
Cevap: Evet, çok doğru. İslâm'ın bir şeye eklenmeye ihtiyacı yoktur.
Soru: Necip Fazıl’ın yaşadığı dönemin ateşten gömlek bir dönem olması itibariyle bu zorlukların yansıması nasıl olmuştur?
Cevap: Bu soru önemli. Zira bir kişinin yaptıkları çağının olumsuz şartlarıyla ölçülür. Bu açıdan Necip Fazıl’ın yaşadığı ortamı ve gördüğü baskıları iyi bilmemiz gerekir. Cumhuriyet rejimi, Üstad’ın ifadesiyle, “maddî kurtuluş karşılığında manada teslimiyet”tir. Üstad ilave ediyor, “Manada çöküş, tam bir çöküştür.” Zira manevî esaret/manevi yıkım, kültüründen sanatına, iktisadından hukukuna her alanda çöküşe yol açar. Demek ki bir mütefekkirin, bir fikir, sanat ve aksiyon adamının zuhurunu dönemiyle beraber değerlendirmek gerekir. İnsan çevresinin ürünüdür; çevresine tepkisi, çevresini değiştirme çabası ve çevresine isyanı önemlidir. Çevresinde icra ettiği fonksiyonu çok iyi değerlendirmemiz lazım. Şu an aşağı yukarı biraz daha ılımanlaşsa da yine aynı rejimin altındayız. Böylece Necip Fazıl’ın küfür buzdağını “hohlaya hohlaya” eritmesindeki kıymet daha iyi anlaşılır. Tek parti faşizmine karşı yaptığı büyük kahramanlık, niçin ve nasıl yaptığıyla birlikte daha iyi anlaşılır. Necip Fazıl, o dönemde düşünce ve duygu dünyamızı, isyan ve muhalefetimizi, türlü eza ve cefalara karşı dimdik durarak, mücadelesi ve eserleriyle ortaya koymuş, bize büyük bir miras bırakmıştır.
Mesela “İdeolocya Örgüsü” 25 senede kavganın içinde yoğurulmuş emsalsiz bir eserdir. Çilelerle, hapishanelerle örülmüş bir eser. Aslında şu an rahatlık olsa da aynı dönemi yaşıyoruz; zira rejim ve sistem aynıdır ve sorun üretmeye devam etmektedir. Demek ki Necip Fazıl’ın daha söyleyeceği söz bitmemiştir ve onun eserleri aynen canlılığını korumaktadır. Nitekim Necip Fazıl “Biz sussak mezarımız konuşacaktır!” demişti. Biz aynı problemler içerisindeyiz. Necip Fazıl tek parti diktatörlüğü döneminde, Allah demenin yasak edildiği bir dönemde gelmiş. Şu an böyle bir şey söz konusu değil, ama aynı sistem devam ediyor. Dolayısıyla Necip Fazıl’ın da teklifleri canlılığını, tazeliğini koruyor; yani dinamiktir Necip Fazıl.
Soru: Necip Fazıl kavgacı bir kişilik miydi?
Cevap: Kavgacı değil de aksiyoner bir kişiydi diyoruz. İman ve Aksiyon eserinde dediği gibi, “büyük fikir ve onun büyük iş haline inkılâbıdır.” Necip Fazıl’ı en güzel tarif eden sıfatlar, “iman ve aksiyon” kelimeleridir. Bunu tek kelimeye indirirsek ben “vecd” derim. Davasına vecd ile bağlı bir adam. İman, akla üstündür. Üstad vecd adamıdır. Üstad, aklı da sonuna kadar kullanmış biri olmasına rağmen o, akıl adamı değil, gönül adamıdır. Onun için onda hikmet bayrağı yükselmiştir.
Soru: İslâm’ın bastırılmaya, mahkûm edilmeye çalışıldığı bir dönemde ilk defa aksiyon alan biri Üstad oluyor.
Cevap: Yaprak kımıldamayan bir dönemde aksiyon alıyor. Allah, tabii âfetler haricinde genelde kullar vasıtasıyla bunu yaptırıyor.
Soru: Dönem itibariyle aksiyon alamayan, ilk sözü söyleyemeyen bir toplum vardı; ezanın Arapça okunması gerektiğini, Kur'an kurslarının olması gerektiğini, İslâm’ın gereğini ve yapılanların yanlış olduğunu söyleyemeyen bir toplum vardı. Söyleyen kesim de baskılanmaktaydı. Necip Fazıl bu topluma önderlik eden, ışık olan bir figür olarak aksiyonu temsil etti.
Cevap: Evet, Büyük Doğu’nun doğduğu ortam ve buna karşı Necip Fazıl’ın ideoloji tamlığıyla karşı çıkışı. Her iki unsur da önemli. Yani sadece kahramanlık boyutunda kalmıyor, Batı’yı derinlemesine muhasebe edip alternatifini ortaya koyuyor.
Soru:(Aliosman Dağlı): Necip Fazıl’ın hayatı da bir ekmeğin hazırlanışı gibidir: buğday, un, hamur, mayalanma ve pişme süreçleri... Necip Fazıl’ın hayatı da bu süreçlerden geçmiştir. Bu konuda bizi aldatmaya yönelik provokatif yorumlara aldanmamalıyız; bizim için önemli olan son tahlilde nasıl bir yol çizdiğidir. İdeolocya Örgüsü onun hayatının kemale ermiş şekliyle bakıldığı zaman ortaya çıkar. Nasıl ki bir kumun deniz kabuğu içerisinde inciye dönüşmesi gibi bir tekâmül süreci var. Hayatının tekâmül süreci içinde doğrularıyla ve yanlışlarıyla tamamlanmış son haline bakılır. Geçmişteki fikir ve fiil hataları önem taşımıyor; hedef, olgunlaşmış fikir ve aksiyondur. Bazen Necip Fazıl’ın yaptıklarını ne şekilde değerlendireceğimizi yakalayamıyorlar. Bizim yapmamız gereken onun fikirlerinin oturmuş haliyle ona bakmaktır.
Cevap: Bu açıklama da benim muradıma uygun oldu. Necip Fazıl hakkında ucuz karalamalara da bir cevap oldu.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Bu sohbete vesile olan bu derneğin manevi mimarlarından Aliosman Dağlı Hoca’ya ve SANİF başkanı Olgun Edes’e çok teşekkür ederim. Çalışmalarınızda muvaffakıyetler dilerim
Aylık Baran Dergisi 45. Sayı, Kasım 2025




