Biz burun zevkimize göre koku tercih ediyoruz. Tenimizin özelliklerini göz ardı ediyoruz. İnsanın ten aroması vardır, burun beğenebilir; ancak ten onaylamadığı sürece koku uçar gider. Koku kimliktir.

Bihter Türkan Ergül kimdir?

Koku uzmanı ve sosyolog olan Bihter Türkan Ergül, 1978 yılında Bulgaristan’da doğdu. Altı yaşında Türkiye’ye geldi. Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu.

Kokulara olan merakı altı yaşında başladı. On beş yaşından itibaren de bitkiler ve kokuların insan psikolojisi üzerindeki tesirlerini araştırdı. Ergül, otuz altı yıldır koku ilmiyle ilgileniyor. 

Bitkilerin ve kokuların insan hayatında büyük yeri olduğunu söyleyen ve bununla alâkalı bilgilerini insanlarla paylaşan Ergül, ayrıca kuantuma dair çalışmalarına da devam ediyor… Ergül aynı zamanda Koku Kültürü Derneği’nin de kurucusudur.

“Koku” denilince hatırınıza neler geliyor? 

“Koku” denildiği zaman binlerce şey aklıma geliyor. Organik-inorganik her şeyin bir kokusu var. Kokuların bir dili var, çiçekler ve hayvanlar kokularıyla anlaşır. Aslında insanlar da koklaşarak anlaşır... Her şeyin kendine has bir kokusu mevcut, bu da benim alâkamı cezbeden bir şey. İnsan iyi koku alıyorsa, buna dair gerekli araştırmaları yapar, yâni bu meselede derinleşmeye çalışırsa koku uzmanı olabilir. Önemli olan sabırlı olmak, bu yeteneği geliştirebilmektir.  

Kokunun tarihî serüveninden bahsedebilir misiniz? 

Koku insanlık tarihi kadar eskidir. Yanan ateşin üzerine kokulu bitkiler atarak, “ateşli arınma sistemi”, hatta “günahlardan arınmak” gibi bazı faaliyetler yapılmış. Ateşin içine katılan kokular insanları tesir altına almış. Sonra insanlar bu güzel kokuları vücudunda taşımanın yollarını aramış. İlk zamanlar kokulu şeylerin yağı çıkartılarak yayılma işlemi başlatılmış, sonra damıtmaya dair birtakım girişimler olmuş, “distilasyon”lar geliştirilmiş. Kokular binlerce yıl, kokulu yağlar olarak kullanıldı. Haçlı Şövalyeleri’nin Doğu’ya yapmış olduğu seferler neticesinde, kokulu yağlar keşfedilip Avrupa’ya taşınırken, kaşık-çorba gibi birçok şey de götürüldü. Batı’nın Uzak Doğu’dan almış olduğu kokulu yağlar, alkol ile mezcedilip önce kolonya hâline getirildi, sonra da parfüm sektörü oluştu. Mesela Paris, şu anda dünyanın “parfüm başkenti” olarak bilinir.

“Yasemin Kokusu Otoriteyi Temsil Eder”

Her medeniyetin kendine has bir kokusu var mıdır? 

Elbette. Her medeniyetin ayrı bir kokusu vardır. Bu da o medeniyetin kimliğini oluşturan etkenlerden biridir. Koku coğrafyaya göre değişiyor. Mesela siyah orkidenin Tayland’a ait olması, oranın kültürel ve sosyolojik durumu hakkında bana ipuçları veriyor. Yasemin kokusu Kleopatra’nın en sevdiği kokuydu; yasemin kokusu otoriterliği temsil eder. Yine hiyerarşideki valide sultanlar, en yüksek makamdaki kadınlar oldukları için yasemin ve gül özleri kullanırmış. Validelere saygısızlık olmasın diye de saraydaki diğer kadınlar bu kokuları kullanmazmış. Bizans’ta da kokuların anlamları ve kullanış şekilleri buna benzerdi. Bir yere ait bir şeyi, o memleketin parfümüne katmak benim için huzur verici bir şey. Ben de kokuları birbirine karıştırarak ortaya bir şey çıkarıyorum, bu aslında müzik bestelemek gibi. Kokunun kimliği, anlatmak istediği bir şey vardır. Fabrikasyonlar biraz farklıdır; ama şahsî tasarımlar daha kıymetlidir. Bir ressam nasıl ki tuvalin karşısına geçtiğinde o anın büyülü bir hâlini yansıtır, biz de parfüm tasarlarken o anki “şey”i parfüme aktarıyoruz. Elbette bu işin teknik-matematik bir kısmı var. Geri kalan kısmı ise sizin mizanseniniz, hayal gücünüz, hissiyatınız, tecrübenizle birleşir; ortaya da ona nisbetle bir şey çıkar. Bir karaktere parfüm yapmaya çalışırken, onun hayatının bendeki karşılığını düşünüyorum. İster tarihe yön vermiş geçen yüzyıldaki birisi olsun, ister günümüzde yaşayan bir fert… Onun hikâyesini araştırıyorum. Düşüncelerini, yeme içme alışkanlıklarını ve sair öğrenmeye çalışırım. Akabinde ise o kişiye dair bir hikâye yazarcasına parfüm yaparım. 

Peki her insanın kendine ait özel bir kokusu mevcut mudur?

Tabiî ki. Parmak izi gibidir bu, farklı farklıdır. İnsanın kokusu da zaman zaman değişir. Hasta olduğumuzda, vücudumuzda virüs olduğunda, insülin seviyemiz değiştiğinde kokumuz da değişir. Ayrıca aşık olduğumuzda, korktuğumuzda ve heyecanlandığımızda da kokumuz değişime uğrar. 

Kokular insanların sıhhati için de kullanılmış; hangi kokular neye şifalıdır?

Kokular, son 200 yıldır kozmetik ürünü olarak kullanılıyor. M.Ö. koku “tanrısallaştırma” için kullanılmış. Dinî törenlerde, ayinlerde kokuya başvurulmuş. Antik Mısır’da Firavunlar kokulu yağlarla “rahipler” tarafından “kutsanmadan” tahta oturamıyordu. Firavun’un bu “özel kokusu”nun formülünü dönemin on iki rahibi biliyormuş. Bu on iki rahipten birinin bildiğini de diğer rahip bilmiyormuş. Yani her biri ayrı bir formül biliyor, karışınca da koku ortaya çıkıyor, tamamlanıyormuş. Bu koku Firavun’un omuzlarına sürülüyor, Firavun ise halkın içinde geziniyor ve “kutsanma” oluyormuş. Eski uygarlıklarda krallara “Tanrı” denildiğini biliyoruz.

Sonraları ise kokunun şifalı yönüne temas edilmiş. Mesela İbn-i Sina “Kanunnâme”sinde bununla alâkalı bilgiler vermiştir. Gül kokusu doğumu kolaylaştırıyor, İngiliz nanesi migren ataklarına çok iyi geliyor, kan portakalı -greyfurt- kişide hafızayı ve dikkati artırıyor. Koku sadece kozmetik bir şey değildir. Kokuyla insanlar sakinleşebilir, saldırganlaşabilir de. Adolf Hitler, Nazi kamplarında bazı kokuları kullanarak hoş olmayan şeyler yapmıştır. Bazı kadınlar 1777 yılında İngiltere’de bir koku türü kullanarak erkekleri evlenmeye ikna edebiliyormuş; tabiî sonra bu kadınlar ölüm cezasına çarptırılmış. 

İnsanlar zaman zaman sıkıntılı süreçler yaşar, olur ya bazı şeylerin altında ezilir yahut bir şeylere hazırlanırken aşırı stresli olur... Bu gibi ânlarda hangi koku nasıl müspet tesir eder?

Kan portakalı grubu faydalı olacaktır. Mesela Mimar Sinan çizimlere başlamadan evvel ellerine mandalina, portakal gibi meyvelerin kabuklarını avuçlarıyla ovalarmış. Dünya Sağlık Örgütü’nün yapmış olduğu bir araştırmada deniliyor ki, “Portakal, mandalina, greyfurt çalışmaya başlamadan evvel insanı olumlu etkiler.” Karanfil yağıyla boğazınızı ovaladığınız zaman, bakteri oluşumu azalır, kan akışı hızlanır. Defne ve nane yağları yazın insanı serinletir, karanfil ve tarçın ısıtır.

Bunların yağlarını aktardan mı temin edeceğiz?

Evet. Sürüldüğü takdirde zeytinyağı gibi geçiyorsa, bu doğaldır. Yapışkan ve ağır kokusu olmamalı, buna dikkat etmeliyiz.

Direkt koklayacak mıyız?

Evet, ayrıca kaynayan suyun içine damlatabiliriz.

Gül kokusuna dair birkaç şey paylaşsanız...

Osmanlı arşivlerine bakıldığı zaman helvanelerde ayrı gül sularının, çamaşırhanelerde ayrı gül sularının kullanıldığı görülür. Misafirlere verilen şerbetlerde, mürekkeplerde, mendillerde hep gül suları kullanılmıştır. Çorbaların içine katılacak misket kadar köfteleri bile gül sularında bekletirlermiş. Gerçek gül suyu bir hafta boyunca yüz bölgesinde kullanılırsa, gerçek “botoks” etkisi olur. III. Ahmed’in oğlunun sünnet töreninde 140 koku ustası çalışmıştır, Mısır Çarşısı’ndan Sultanahmet’e kadar uzanan tören, “Sürname” isimli büyük bir kitapta yer alıyor. II. Mahmud dönemine kadar sünnet törenlerindeki gül suyu ikramı kırk beş kişiyle yapılırdı. Sonraları ekonomi bozulduğu için III. Selim bir ferman yayınlamış, kırk beş kişilik ekip, on iki kişiye düşmüştür... Mâlumdur ki, gül İslâmiyet ile özdeşleşmiştir.

“Dört Ton Gül Yaprağından Bir Kilo Yağ Alıyoruz”

Biz gül yağını kendimiz çıkartıyoruz, dört ton gül yaprağından bir kilo yağ elde edebiliyoruz. Dört ton... Bu kadar zor ve kıymetli bir şey. Çiçeğin yağı, onun ruhudur. Ayrıca bizim coğrafyamıza has bir gül var, “karagül”, Şanlıurfa-Halfeti’de yetişir. 

Her şeyin tatbiki noktasında kendine has esas ve usûlleri var... Koku sürmenin adâbı hakkında bizi bilgilendirir misiniz?

Şundan bahsedeyim, biz burun zevkimize göre koku tercih ediyoruz. Tenimizin özelliklerini göz ardı ediyoruz. İnsanın ten aroması vardır, burun beğenebilir; ancak ten onaylamadığı sürece koku uçar gider. Mesela falanca kokunun markasını öğreniriz, gider alırız, koku bir başkasında durduğu gibi bizde durmaz. Fakat size uyumlu olan kokuyu bulduğunuzda o sizinle birleşir, bir kimlik oluşur. Sürekli uğrak noktanız olan bir yerden geçip gittiğinizde, arkanızdan “O buradan geçmiş!” derler. 

Kişi hangi kokunun kendisi için daha iyi olduğunu nereden bilecek peki?

Bir yerden parfüm aldığımızda iki bileğimizin içine sıkıp hemen karar veriyoruz, bu olmaz. Kokladığımız kısım parfümün yüzde 15’lik kısmıdır, yani en uçuşkan kısım. Sıkılan parfümün içerisindeki Hindistan cevizi, yanık vanilya kokusu daha meydana çıkmadan biz parfümün ilk sıkılan hâline göre karar verip alıyoruz. Kokunun vücuda oturması için, tenle harmanlanması gerekiyor. Sıkılan parfümden gelen o ilk koku bizi yanıltır, diğer kokuların da faaliyete geçmesi için biraz vakit geçmesi lâzım. Ten rengine göre koku seçilmez, eğer öyle olsa ne kadar az koku olurdu değil mi? Ten renginin duruşu, kokunun duruşuyla alâkalı değildir. Yirmili yaşlardaki koku bir insanda farklı durur, kırklı yaşlardaki birisinde ise bambaşka durur. İnsülin kullanan bir kişi, vücudunda kimyasal olduğu için şekerli kokulardan biraz uzak durmalıdır.

Ne kadar süre beklemek lâzım?

On beş dakika. Koku alırken yaptığımız bir başka hata da elimizin üstüne üçer beşer santim aralıklarla farklı kokuları sıkıyoruz. Sonra burnumuzun akordu bozuluyor, kokular karışıyor... Kağıttan koklanmaz, kağıdın da bir aroması vardır. Doğru zannettiğimiz bir başka şey de kahve koklamak. Kahvenin yoğun bir aroması vardır, bu aromanın kokusu burnu şoklar... Sonra ne koklasanız beğenirsiniz. Bu bir pazarlama tekniğidir, yanlıştır. 

Koku bir “moda” unsuru olarak kullanılıyor değil mi? 

Son elli yıldır, evet. Koku imzadır, bir başkasının yerine imza atıyor muyuz? Hayır... Koku kendimizle özdeşleşmeli.

Eklemek istediğiniz bir husus var mı?

Abdülkadir Geylani’nin çok sevdiğim bir ifadesi var: “Koku adâp ve usûllere riayet eden bir kul için muhteşem bir nimettir!” Birçok uygarlık suskunluğun gücü olan kokuları kullanmıştır, kokular bir irtibat vasıtasıdır, uygarlıklar da bu vasıtayı düzgün kullanmak istemiş. Bu hususta derinleşmek isteyenler bunları araştırmalıdır.

Aylık Dergisi 185. Sayı Şubat 2020